25.4 C
İstanbul
27 Temmuz Cumartesi, 2024
spot_img

Kopyala-yapıştır ve “25 dönüm altındaki” ÇED raporlarıyla ekoloji tahribatı büyüyor

ÇED raporlarının şirketler tarafından ciddiye alınmadan bariz hatalarla hazırlandığını ve bakanlığın bu haline onay verdiğini söyleyen ekolojist avukat İpek Sarıca, ÇED sürecinin ise tamamen bir prosedüre dönüştüğüne dikkati çekti.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından işletilen süreçle onay verilen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreçleri, son yıllarda ekolojistler tarafından sıkça eleştirilen bir hal aldı. ÇED Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler ile odalar ve demokratik kitle örgütleri sürecin dışında bırakılmak istenirken, şirketler için avantajlı maddeler yönetmeliğe eklendi. Yine yönetmeliğe göre 25 dönümün altındaki projeler için “ÇED gerekli değil” kararı verilebilirken, birçok ÇED dosyasında proje alanı 23 dönüm üzerinden hazırlanıyor.

Ekolojistler ise ÇED raporlarının bir kaç firma tarafından genellikle birbirine benzer kopyala-yapıştır yöntemlerle hazırlandığı yönünde tepkilerini sürdürüyor. Farklı projelerle ilgili birbirine benzer bilgilerin yer aldığı raporlarda çoğu zaman gözle görülür hatalar da yer alıyor. Örneğin Balıkesir’deki bir proje için İzmir’in haritaları kullanılırken, Muğla için hazırlanan dosyada Denizli’deki yer isimleri kullanılıyor. Birçok hatanın yer aldığı raporların onay hızı ise dikkat çekiyor. 23 Nisan-23 Mayıs tarihleri arasında bin 133 ÇED raporu yayınlanırken, bunların 307’si “ÇED gerekli değil”, 55’i ise “ÇED olumlu” kararı. Bu bir aylık süreçte hiç “ÇED olumsuz” kararı ise çıkmadı.

“Raporlarda bariz hatalar oluyor”

Mezopotamya Ajansı’ndan Tolga Güney ekolojist avukat İpek Sarıca ile ÇED süreçlerini ve yol açılan ekolojik yıkımı konuştu. ÇED raporları hazırlanırken saha gerçekliğinden kopuk, baştan savma bir tavır alındığını vurgulayan Sarıca, raporların ciddiye alınmadan hazırlandığını kaydetti. Bakanlığın da bunları kabul ederek, “ÇED gerekli değil” kararları verdiğini söyleyen Sarıca, “Raporlarda bariz hatalar oluyor. İlk ÇED raporu okuduğumda Balıkesir ile ilgili bir dosyada İzmir’den haritalar koyulduğunu fark etmiştim. Bunları bile değiştirmemişler. İnsanların hayatlarıyla oynamak, eko-kırım suçu işlenmesine izin vermek bu kadar kolay olmuş. Yine Muğla’da bir şirket ‘ÇED olumlu kararı alınır’ diye ilan vermişti. Bu ilanı veren firmanın sahibi aynı zamanda maden ruhsatı alan kişiydi. Özellikle Mitto isimli ÇED raporu hazırlayan şirkette çok bariz hatalar oluyor. Bakanlık da firmalar da dosya hazırladıkları meselelerin doğuracağı sonuçları hesaplamıyor” dedi.

Yönetmelik şirketlere yarıyor

Bu durumun doğaya bakış açısından kaynaklandığını dile getiren Sarıca, doğanın şirketlerin para kazanma aracı olarak metaya dönüştürüldüğüne dikkati çekti. ÇED sürecinin şirketlerin başvurusu sonrasında, halkın görüşü ve tarafların savunmaları alınarak işletilmesi gerektiğini kaydeden Sarıca, fakat istatiksel olarak çok fazla ‘ÇED gerekli değil’ kararı verildiğini aktardı. Bunun yönetmelikteki açıktan kaynaklandığını da sözlerine ekleyen Sarıca, “25 dönümden az arsalar için ‘ÇED gerekli değil’ kararı verilebiliyor. Aslında ÇED süreci işletilen dosyalarda aynı nedenleri doğuracak bir olay için süreç işletilmemiş, halka sorulmamış oluyor. Bu durum firmalara avantaj sağlıyor. Daha az başı ağrıyor ve daha kısa bir sürede rapor alabiliyor. Burada ÇED sadece bölgedeki yurttaştan kaçırılmıyor. Aynı zamanda eko-kırım suçunun sonuçlarına maruz kalacak bölge dışındaki insanlardan da kaçırılıyor. Türkiye taraf değil ama EXPO Sözleşmesi, sınırları aşan etkileri ve sonuçları da değerlendirmeye alır. Örneğin Balıkesir Madra Dağı’nın tepesinde Tümad altın madeni var. Midilli’nin suyu Madra’dan gider. Yani orada yapılan bir faaliyet başka bir ülkede sonuç doğuruyor” diye belirtti.

Mahkeme kararları

Yurttaşların açtığı davalar sonucunda iptal edilen ÇED kararlarının tekrar önlerine geldiğini ifade eden Sarıca, şöyle devam etti: “Bu durum tamamen mahkeme kararlarının arkasından dolanmak oluyor. Türkiye’deki hukuk anlayışı pozitif bir hukuk anlayışı olduğu için tek bir kişinin sözleri geçerli oluyor. Kararların hukuka ya da insan haklarına uygunluğu onlar için önemli değil. Mahkeme ‘ÇED olumlu’ veya ‘ÇED gerekli değil’ kararını iptal ediyor. Yani orada bu projenin yapılamayacağını söylüyor. Şirket mahkeme sonucunda ‘eksiklerini’ düzeltip yeniden süreç başlatıyor. Eğer eko-kırım suç olarak tanınsaydı, mahkeme yapılacak işlemlerin bu suça dahil olduğunu belirterek, yapılamayacağını söyleyebilirdi. Böylelikle yeniden bir süreç başlatılamazdı.”

“ÇED süreci prosedür oldu”

Yaşanan durumun önüne geçmek için Çevre Hukuku’nda da ciddi değişiklikler yapılması gerektiğini vurgulayan Sarıca, mevcut kanunun ‘Kirleten öder’ ilkesinin sorun çözmek yerine sorun yarattığını aktardı. Sarıca, “İliç’te 2022 yılında siyanür borusunun patlamasından sonra şirkete 116 milyon para cezası kesildi. Fakat şirketi durduran bir sonuç olmadı. Sonrasında 13 Şubat’ta ise 9 işçiyi kaybettik. Çevre Hukuku’nun önleme ve ihtiyatlılık ilkesine ihtiyacı var. İhtiyatlılık ilkesine göre bir proje sokaktaki herhangi birinin anlayabileceği bir şekilde kötü bir sonuç doğuruyorsa ve basit bir bakış açısı ile bu anlaşılıyorsa işlem yapılmamasını gerektirir. Önleme ilkesiyle de projelerin en başından bilim insanlarıyla çıkacak sonuçlarının değerlendirilmesi ve önlenmesini içerir. Kirleten öder ilkesini önümüze koydukça hiçbir süreç prosedür olmaktan öteye gidemez. Bu nedenle de ÇED süreci tamamen prosüdür sürecine gelmiş durumda” diye konuştu.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN TEMMUZ SAYISI ÇIKTIspot_img
İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,700AboneAbone Ol