Suriye’de 2011 yılından bu yana sürmekte olan savaş Esad’ın yenilgisi ile sonuçlandı ve geçici de olsa yeni bir hükümet kuruldu. Ülkenin siyasal istikrara kavuşabilmesi için zamana ihtiyaç var kuşkusuz ancak kalın çizgilerle de olsa ülkenin geleceği hakkında birkaç cümle sarf etmek olası. Belli ki “Büyük Ortadoğu Projesi” konseptine uygun bir siyasal biçimlenme gerçekleşecek Suriye’de. Kürt hareketinin bu biçimlenmenin neresinde nasıl temsil edileceği şimdilik yanıt bekleyen bir soru. Kanaatime bugünkü Suriye sınırları içinde defakto kurulu olan Kürt özerk bölgesi resmiyet kazanacak. Ancak bu bölgenin genişliği ve özerk bölgenin merkezî yönetim ile ilişkileri zamanla belli olacak. Öte yandan özerk bölgenin mimarı durumundaki SDG içinde bazı tasfiyelerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise benim için bir merak konusu.
Bu yazı Suriye’de gerçekleşecek siyasal biçimlenme üzerine bir tahmin yürütme amacını taşımıyor, dolayısı ile konuyu burada kapatıp mevcut durumun ekonomik anlamda neyi ifade ettiğine, yakın gelecekte meydana gelecek ekonomik gelişmelerin dünya ve Türkiye üzerindeki olası etkilerine odaklanmaya çalışacağım.
Esad rejiminin yıkılması nasıl gerçekleşti? Yıllar boyu direnen rejim nasıl birkaç gün içinde teslim oldu? Bu sorulara da yanıt aramayacağım. Konu ile ilgili çok şey yazıldı ve söylendi. Üstelik bu yazılanlar arasında son derece değerli analizler de var. Ben bu sularda da gezmeyeceğim. Bu açıdan herhangi bir katkımın olamayacağı görüşündeyim. Ancak dikkat çekmek istediğim bir konu var. Libya’da Kaddafi rejiminin yıkılması ile Suriye’de iç savaşın başlaması arasındaki ilişki dikkat çekmek istediğim husus. Kaddafi’nin devrilmesinin nerede ise kesinlik kazanmış olduğu dönem ile Suriye iç savaşının başlama tarihi ardışıktır (Şubat-Mart 2011). Bu durum iki olay arasındaki ilişkiyi net biçimde ortaya koyar. Suriye ve Libya rejimleri arasında önemli farklılıklar olmasına karşın bahse konu rejimlerin iki önemli ortak noktası söz konusu idi. Bunlardan ilki gelir dağılımında denge politikası izlemeleri, ülke koşullarında yoksul olarak nitelendirilebilecek insan sayısının az hattâ çok az olması idi. Diğeri ise her iki rejimin de küresel finans piyasalarına entegrasyonu reddetmiş olmaları. Böyle olduğu için de ülke içinde enflasyonist baskı yaşanmıyor, gerekli zamanlarda gerçekleşen devlet sübvansiyonları sayesinde fiyat istikrarı korunuyordu. Bu durum bahse konu ülkelerde yaşayanlar için iyi olmakla birlikte küresel finans çevreleri için son derece kötü idi. Bu ülkeler ile para alışverişi yapamıyor, kâr transferi gerçekleştiremiyorlardı. Üstelik bu durumun süreklilik arz etmesi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bulunan diğer ülkelerde de küresel sermaye açısından olumsuz sonuçlar yaratabilirdi. Bu nedenle gerek Libya gerekse Suriye’de mevcut rejimlerin değişmesi küresel sermaye açısından bir zorunluluktu (Küresel finans sistemine entegre olmayı reddeden bir diğer ülke de İran, önümüzdeki günlerde bu ülkeye yönelik saldırıların artması sürpriz olmayacaktır). Öte yandan Libya’nın zengin petrol rezervleri çok uluslu tekellerin iştahını kabartmakta idi. Suriye ise petrol açısından zengin olmamakla birlikte coğrafî konumu ve küresel sermayenin Ortadoğu’daki jandarması İsrail karşıtı tutumu ile keyif kaçırmakta idi. Bütün bunların bir araya gelmesi, gerek Libya gerekse Suriye’de rejimin yıkılmasını küresel güçler açısından zorunlu hâle getirmişti. Söz konusu ülkelerde müttefik bulmak çok da zor değildi. Libya’da aşiretler arasındaki rekabet, Suriye’de ise mezhep ayrılıkları körüklenerek çatışma ortamı yaratıldı.
Küresel güçler müdahale ettikleri ülkelere “demokrasi getirme” vaadini verirler. Bu sadece bir aldatmacadır kuşkusuz. Onların demokrasi sözcüğü ile kastettikleri paranın özgürce dolaşmasından başka bir şey değildir. Ancak tüm dünyada liberal kesimler hattâ kimi solcular bu “demokrasi” söyleminin cazibesine kapılır ve yapılan müdahaleleri desteklerler. Bu kez de öyle oldu. Libya ve Suriye rejimlerinin demokratik hak ve özgürlükler açısından pek parlak bir karnesi olduğu söylenemez. Ancak bahse konu ülkeler küresel finans sisteminin bir parçası olsa idiler bu husus kesinlikle dikkate alınmazdı. Ne var ki bu durum, ülkelerin küresel sisteme muhalefet etmeleri müdahale için bahane arayan güçlere “demokratik hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği” bahanesini verdi. Bu bahanenin arkasına sığınarak uluslararası kamuoyundan da destek alarak önce Libya’nın ardından da Suriye’nin üzerine çöküldü.
Buraya kadar iki ülkede rejim değişikliğinin küresel güçlerin planlı bir operasyonunun ürünü olduğunu açıklamaya çalıştım. Libya’da rejimin neden kısa sürede devrildiği, Suriye’nin nasıl oldu da uzun süre direnebildiği bu yazının ilgi alanı dışında. Bundan sonrasında Suriye’deki yeni durumun ekonomik şekillenmesi ve bu şekillenmenin Türkiye üzerindeki olası etkilerini irdelemeye çalışacağım.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, her yerel savaş sonrası kapitalist sistemin ekonomik anlamda yeni kazanç alanları bulması için fırsatlar yaratır ve bu fırsatlar değerlendirilirken bir yandan da kazancın sürdürülebilir olmasını sağlayacak önlemler geliştirilir ve savaşın öznesi olan ülke sisteme bağımlı hâle getirilir. Bu kez de öyle olacak. Yaklaşık on dört yıl süren savaştan arta kalanlar belli: yanıp yıkılmış şehirler, tahrip edilmiş yollar, yok edilmiş altyapı sistemleri. Tüm inşaat şirketlerinin ve bunların lojistiğini sağlayan kuruluşların iştahını kabartan bir manzara bu.
Yakın gelecekte ülkede büyük bir inşaat faaliyetinin başlayacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Bu inşaat faaliyetinin finansal boyutunun ucu hayli açık. En muhafazakâr tahminle bile yüz milyarlarca USD boyutunda bir yatırımın söz konusu olacağını ifade edebiliriz. Yıllara yayılacak büyük bir yatırım bu. Peki Suriye’nin bu yatırımı finanse edecek gücü var mı? Elbette yok. İşte bu noktada IMF, Dünya Bankası vb. kuruluşlar devreye girerek Suriye’ye kredi verecekler. Bu kredi anlaşması ile birlikte Suriye küresel finans sitemine teslim olacak. Önce Suriye Lirası konvertibiliteye geçecek ve paranın ülke içindeki değeri dünya piyasalarındaki değeri ile eşitlenecek. Bunun ne anlama geldiğini belirtmek için güncel piyasada 12.900 Suriye Lirası’nın 1 (yazı ile bir) Amerikan Doları’na denk geldiğini ifade etmek yeterli sanırım. Ülkede gerçekleşen ürün ve hizmetlerin fiyatları bu duruma göre revize edilecek, ithal ürünlerde devlet sübvansiyonu kalkacak ve Suriye’nin ithal ettiği her ürün ve hizmet dünya fiyatlarından satışa sunulacak. Bütün bunlar halkın satın alma gücünün düşmesi ve halkın yoksullaşması anlamını taşır. Yakın zamana kadar devam eden iç savaş ortamında Suriye’nin gayrisafi hasılası hayli düşmüş ve kişi başına düşen milli gelir 430 USD seviyelerine gerilemişti. Ancak bu koşullarda bile devlet müdahalesi sayesinde satın alma gücü paritesi 2800 USD seviyelerinde idi. Çok da uzak olmayan bir gelecekte satın alma gücü paritesi nominal değere yaklaşacak, böylelikle Suriye halkı derin bir yoksulluk ile boğuşmak zorunda kalacak. Suriye halkını yakın gelecekte bekleyen ekonomik durum budur.
Devam edelim.
Bu durum küresel sermayeye yeni bir “ucuz işgücü” alanı yaratacak. Savaş yorgunu ve işsizlikten bunalmış Suriye halkı biçilmiş kaftan bu yeni “ucuz işgücü” kaynağı için. İnşaat faaliyetlerinin belirli bir seviyeye gelip özellikle ulaşım kolaylığı sağlanması sonrasında çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) üretim tesislerini Uzakdoğu ülkelerinden buraya kaydırmaya başladıklarını göreceğiz. Avrupa pazarına yakınlığı nedeni ile tercih edilecek bir lokasyon Suriye.
Sonuç olarak ucuz işgücü kaynağı oluşturan halkı, çok uluslu şirketlerin diledikleri gibi at oynattıkları arazileri ve küresel güçlerin politikaları ile uyumlu yönetimi ile Esad dönemindekinden çok farklı bir Suriye inşa edilmekte. Bu Suriye, İsrail’in yayılmacılığına sessiz küresel güçlerin Ortadoğu politikasının tam da istediği bir devlet yapılanması. İşte Esad rejiminin yıkılmasının gerçek nedeni. Demokratik hak ve özgürlükler mi dediniz? Kurulacak yeni rejime en küçük bir muhalefetin nasıl bir şiddetle bastırılacağını da hep birlikte göreceğiz.
Şimdi biraz da bu durumun Türkiye üzerindeki etkilerini irdelemeye çalışalım:
Yukarıda da belirtildiği gibi yeni Suriye’nin kurulma sürecinde atılacak ilk adımlardan biri inşaat faaliyetleri. İşte burada başlıyor Türkiye’nin rolü. Bilindiği gibi Türkiye gerek teknolojisi gerek bilgi birikimi gerekse makina parkı ile inşaat alanında bir dev. Dünyanın en büyük 240 inşaat şirketinden 43’ü Türkiye’de (ENR, Engineering News Record, 2024). Büyük müteahhitlerin nerede ise %20’si bizim memlekette bulunmakta. Bu alanda Çin’den hemen sonra dünya ikincisi. Bunda şaşılacak bir şey yok. Küresel ekonominin merkez ülkelerinde kurulu inşaat firmaları daha az işgücü kullanılan teknolojik inşaat işlerini üstlenip daha yüksek kazanç getiren işlere giriyorlar. Ya da “main contractor” olarak kalıp sadece sözleşme yönetiminden para kazanmayı tercih ediyorlar. Bu nedenle daha düşük cirolarla, küçük ancak yüksek teknoloji ürünü makina parkları ile daha yüksek kâr oranlarına ulaşabiliyorlar. Küresel iş birliği (!) gereği de işin hamallık kısmı Türkiye gibi ülkelere kalıyor. Türkiye’de inşaat sektörünün büyüme nedeni bu. Büyük ve hantal yapılanmalardan oluşur Türkiye’nin inşaat şirketleri. İşte bu büyük ve hantal yapılanmalar yeni Suriye’nin inşasında aslan payına sahip olacaklar. Gerek inşaat alanına (Suriye) coğrafî yakınlığının yarattığı mobilizasyon avantajları gerekse bu sürecin finansmanını sağlayacak kuruluşların Türkiye’nin bu alandaki en büyük rakibi Çin’e pek de sıcak bakmamaları nedeni ile Türk inşaat şirketleri kimi zaman kendi başlarına kimi zaman da ABD ve AB de kurulu inşaat şirketleri ile Joint Venture kurarak Suriye’de gerçekleşecek inşaat faaliyetlerinden büyük paylar alacaklar ve dolayısı ile önemli ölçüde Amerikan Doları elde edecekler. Türkiye’nin büyük inşaat şirketleri arasında pek çok tandık isim var. Birkaç Örnek vereyim: Rönesans, Makyol, Limak, Cengiz.
Bunlar siyasal iktidarın gözdeleri bilindiği gibi. Suriye’de yeni büyüme olanakları bulacaklar ve yaptıkları iş karşılığında elde ettikleri gelirin bir kısmını Türkiye’ye transfer edecekler. Yabancı para cinsinden gelecek olan bu tutar, Türkiye’nin yaralarına merhem olmaz olmasına da yaraların üzerini geçici bir süre kapatacak makyaj malzemesi olur. İktidar elindeki iletişim olanaklarını kullanarak durumu ekonomik bir zafer gibi sunar Türkiye’deki halk yığınlarına.
İşte iktidar çevrelerinin Suriye’deki gelişmeler sonrası yaşadıkları coşkunun nedeni.
İşin bir de istihdam boyutu var. İktidarın buradan da beklentisi var. Suriye’de başlayacak inşaatlarda çalışmak üzere Türkiye’de bulunan çok sayıda Suriyeli düzensiz göçmen/sığınmacının ülkelerine döneceklerini düşünmekteler. Bu düşünce çok da hayal ürünü değil. Yıllardan beri Türkiye’de bulunan ancak bir iş kuramamış, düzenli bir işte istihdam edilememiş, günübirlik işlerde ya da merdiven altı işletmelerde asgarî ücretin çok altında bir ücret karşılığı istihdam edilmekte olan Suriyeliler için güzel bir dönüş fırsatı yaratacaktır Suriye’de başlayacak olan inşaat çalışmaları. Her ne kadar inşaat işlerinde çalışmanın koşulları ağır ve çalışma süreleri uzun olsa da bu işlerde çalışmanın getirisi (Fazla mesai ücretleri de dâhil olmak üzere ortalama gelir vasıfsız işçiler için aylık yaklaşık 1000 $) Türkiye’de yaşamlarını hayli zor şartlarda sürdürmekte olan Suriyeliler için bir cazibe merkezi olacak ve tersine göçün kapısını açacaktır. Bunun yanında geri dönenlerin sayısı beklendiği gibi yüz binlerce kişiye ulaştığı takdirde (Bu durum biraz da inşaat faaliyetleri nedeni ile açılacak işlerin sayısına ve inşaat faaliyetlerinin süresine bağlı. SSCB’nin dağılması ve Avrupa’daki sosyalist devletlerde rejim değişikliği sonrasında Avrupa ülkelerindeki Rus askerlerin memleketlerine dönebilmeleri için gerçekleştirilen konut inşaatı hamlesinde üç yıl boyunca yaklaşık 2 milyon kişi bu inşaatlarda istihdam edilmişlerdi), boşalacak olan konutlar özellikle Gaziantep ve Şanlıurfa gibi çok sayıda Suriyelinin yaşamakta olduğu şehirlerde konut kiralarında sınırlı bir düşüşe neden olabilir. Bütün bunlar mevcut siyasal iktidarın Suriye rejim değişikliği sonrası beklediği gelişmeler.
Türkiye’de mevcut siyasal iktidar ülkede yaşanmakta olan kriz nedeni ile hayli bunalmış durumda. Suriye’de meydana gelecek gelişmelerden elde edilecek en küçük bir yarara bile şiddetle gereksinmesi var. Beklentilerinin ne yönde olduğunu açıklamaya çalıştım yukarıda. Ancak kendi açılarından bir de olumsuz yönü var bu işin. Hâlen Türkiye’de bulunan ve çok düşük ücretler karşılığında üstelik çok kötü koşullarda çalışmakta olan Suriyelilerin gitmesi ile istihdam boşluğu oluşacak. Meydana gelen boşluk zorunlu olarak Türk işçilerle doldurulmaya çalışılacak. Türk işçiler Suriyelilerin razı oldukları ücretler karşılığında çalışmayacaklar doğal olarak. Üstelik Suriyeli işçi alternatifi ortadan kalkınca ücretler üzerindeki baskı da biraz olsun hafifleyecek. İşsiz Türklerin istihdama katılmaları işsizlik oranının hafifçe düşmesine neden olabilir. İşin bu yanı olumlu bir gelişme sayılsa da, yukarıda açıklamaya çalıştığım nedenle, artacak ücretler özellikle Suriyeli istihdam eden küçük işletmelerin işgücü maliyetlerinin yukarı çıkmasına yol açacak. Artan maliyeti fiyat yükselterek karşılamak mümkün elbette. Ancak bu durum enflasyon üzerinde olumsuz etki yaratır, bu da iktidarı rahatsız edecek bir gelişme. Fiyat arttırmadan üretime devam etmek olası elbette. Ancak bu durum işletme sahiplerinin kârlarının düşmesine neden olur. Uzun yıllardan beri alışmış oldukları kâr marjının altında bir oranda üretime devam etmek işletme sahiplerinin sızlanmasına yol açar.
Bundan bize ne, diye sorabilirsiniz. Kuşkusuz haklısınız. İşin bu yanı bizi hiç ilgilendirmez ancak iktidar partisini yakından ilgilendirir. Şöyle ki:
Suriyeli işçi istihdam etmekte olan işetme sahiplerinin nerede ise tamamı iktidar partisinin taşra teşkilâtının omurgasını oluşturmakta. Bu kişiler düşen kâr marjları nedeni ile sızlanmaya başladıklarında partinin taşra teşkilâtlarında yaşanacak huzursuzluk merkezi de tedirgin eder. Özellikle iktidar partisinin oy deposu olarak görülen illerde parti teşkilâtının zayıflamasına ve taraftar kaybına neden olabilir. İktidar partisi bu durumu önlemek ve huzursuz olan kesimleri biraz rahatlatmak için yeni teşvikler devreye sokacak bu durumda. Yeni teşviklerin oluşturulması ise ülke yönetimine yeni maliyetler getirir. Oluşacak yeni maliyetler Suriye’de gerçekleşecek inşaat işlerinden gelmesi beklenen para ile karşılanmaya çalışılırsa iktidar partisinin programında aksamalar olur. Bunların boyutunu tahmin etmek bugün için çok güç. Ancak aksamalar büyük boyutta olursa iktidar partisinin hedeflerine ulaşabilmesi önünde zorluklar ortaya çıkar. Yeni teşviklerin ortaya çıkaracağı maliyetleri karşılamanın bir yolu da bu maliyetleri halka yüklemek. Bunun da yöntemi belli. Yeni vergiler ya da mevcut vergilerin oranlarının arttırılması veya kamu hizmetlerine yeni zamlar yapılması. Ancak halk öyle bir durumda ki, böylesi bir uygulama büyük tepki yaratır. Yine de böyle bir uygulamayı tercih edip gerçekleştirecekleri teşviklerin maliyetini halka yükleme yoluna gideceklerini düşünmekteyim. Halkın tepkisini göğüsleyebileceklerini düşünecekler büyük olasılıkla
Meydana gelebilecek tepkileri yönlendirmek ve direnişe dönüştürmek ise sosyalistlerin görevi.
Hazırlıklı olalım.
Not: Bu yazı sadece Türkiye’de iş kuramayıp düzenli bir işe de yerleşememiş Suriyeliler dikkate alınarak hazırlanmıştır. Türkiye’de iş kurmuş hattâ istihdama katkı vermeye başlamış Suriyeliler bu yazının ilgi alanı dışındadırlar. Zaten onların da geri dönme olasılıkları nerede ise yok seviyesinde.