Bugünü anlamadan ona karşı mücadele etmek mümkün değildir. Doğru.
Fakat bugünü, sadece içinde bulunulan anı değerlendirerek anlayamayız. Bunun için tarihimize ve geleceğe bir arada bakmaya ihtiyacımız vardır. Bunlarla birlikte bir de ne istediğiniz sorusu vardır. Tüm bunların birleşimi bize bugün ne yapmamız gerektiğini söyleyecektir. Bu neyi, ne kadar yapabileceğimizi, sınırlarımızı da gösterecektir. Tarih, gelecek ve ne istediğimiz burada bir kez daha devreye girecek ve bu sınırları kabul mü edeceğiz yoksa aşacak mıyız bize gösterecektir. Elbette artık burada “karar” da devreye girecektir.
Bugün ekonomik kriz her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır. Geleceksizlik ve sömürü her geçen gün daha da artmaktadır. Cinayetler ve intiharlar üst üste gelmektedir. Savaşlar dünyanın her yerinde daha fazla ölüm getirmektedir. Tüm bunlara karşı çıkmak ise yine dünyanın tüm topraklarında daha büyük bir baskı ve zorla durdurulmaya çalışılmaktadır. İşçiler, emekçiler, kadınlar, öğrenciler, halklar için yani aslında egemenler dışında hepimiz için yaşamak daha da zorlaşmaktadır.
Sınıflı toplumların tarihinde bu tablo kendini sürekli zaten tekrar etmektedir. Ama “görünen gerçek olsa bilime gerek kalmazdı.” Bugünün diğer tarafında ise pek görünmese de direnenler vardır. Emeklerine sahip çıkan işçilerin yaptığı grevler, yaşamlarına ve haklarına sahip çıkan kadınlar, gelecekleri üzerinde söz sahibi olmak için sokaklara çıkan öğrenciler, emperyalizmin yaratıp büyüttüğü savaşlara karşı direnen halklar vardır.
Tarih, gelecek ve ne istediğimizi burada tekrar düşünelim.
Gezi Direnişi bizim tarihimizdir hem de yakın tarihimiz. “Günde 7 kere İstiklal Caddesi’nden Galatasaray Meydanı’na yürüyorsunuz da ne oluyor” denildiği bir anda yasaklanan bir meydandan vazgeçmeyenlerin mücadelesidir. O günün sınırlarını kabul edemeyip bir adım daha atanların mücadelesidir. Kayıplar, yaralılar, tutuklular veren ama herkesin acısıyla birlikte onurunu taşıdığı bir direniştir. Yanında hiç tanımadığı insanlardan korkmadan ya da bir çıkar beklemeden birlikte bir barikatı savunmaktır. O barikat her birimizin geriye atamayacağı bir adımdır.
Bugün Gezi Direnişi’ni “önemli günler ve haftalar” kapsamında ele almak kendi tarihimizin inkârıdır. Biz direnenler ellerimizle, canlarımızla Berkin’le, Abdullah’la Ethem’le, Ahmet’le, Medeni’yle, Hasan Ferit’le, Mehmet’le, Ali İsmail’le, yarattığımız direnişin bugün tüm eylemlerde yaşamaya devam ettiğini görelim. Biz yarattık bunu, bu güce sahip çıkalım. “Sayısı az, etkisi büyük değil, talepleri geri” diyerek direnişleri görmezden gelen, içlerine girip büyütmeye çalışmayan, diğer direnişlerle birleştirmeye çalışmayan, “yok bir daha öylesi olmaz” diye düşünen akıl, çürüyerek tarihin dibine doğru yola çıkmıştır.
Hatırla gücünü nereden aldığını!
Sen gücünü yakılan çadırlara sahip çıkanlardan, ağaçlara sarılanlardan, özgürlüğü için TOMA’ya karşı duranlardan aldın. Seçimlermiş, sandıkmış, CHP’ymiş, liyakatmiş, belediyelerin verdiği market çekleriymiş, yumuşamaymış… Şimdi bunlar mı güç versin bize? Kendi yaptıklarımızdan değil de başkalarının ve hem de egemen olan, bizi buna mahkûm eden, sömüren, özgürlüğümüzü elimizden almaya çalışan, tarihi tekrar yazmaya çalışan başkalarından mı umut edelim özgür bir yaşamı?
Kusura bakmayın…
Ufak bir umudu da çok gördük, “en devrimci” biziz ya sanki siz bilmiyorsunuz bunun seçimlerle olmayacağını, mücadele etmeden hakların alınamayacağını ama en azından bir nefes almaya ihtiyaç vardı diye düşündüğünüzden böyle yaptınız.
Yok, bizimki, ne kibir, ne öfke, ne “en devrimcilik”.
Bu sadece Gezi’yi yaratan, yaşayan ve özgür bir yarını kurabileceklerin kendi emeklerine sahip çıkması ve gücümüzü her zaman aldığımız gibi yine birbirimizden alma isteği.
Hepimiz aslında biliyoruz, bilelim, bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır. Bu da bizim kendi kollarımızı mücadeleyi büyütmeye çağrımızdır.
Kendi tarihini bilenler, geleceğini özgür günlerde görenler, bugünün sınırlarını kabul etmeyenler gözlerini, akıllarını ve kalplerini direnişlere çevirmelidir. 2024 1 Mayısı’nda Taksim için adım atanlara bakmalıdır. Barikatlara yüklendiği için tutuklananların direnişini büyütmelidir.
Geriye atabilecek bir adımınız daha olduğunu düşünüyorsanız, yok. Önce ayağınız ve sonrasında kendiniz boşluğa doğru düşmeye başlayacaksınız. Hep birlikte bir adımımızı ileriye atalım. Gerçeği kabul edelim. Bize kararlı, ısrarcı ve cüretli bir biz olmak gerek. Yardımlaşmak değil dayanışmak gerek. Beklememek yapmak gerek. Bu mücadeleyi sürekli kılmak, kazanmak için de örgütlenmek gerek.
Örgütlenin.
Örgütlenmek, var olabilmek ve bu varoluş için mücadele edebilmektir. Gücünün ve güçsüzlüğünün ne demek olduğunu anlayabilmektir. Anlayabilmenin açtığı yolla gücünü eline alabilmektir, söylemek ve yapmaktır. Güç buradadır, örgüttedir.
Güç “muhalefet”te değil sendedir, aklın ve eylemindedir. Bir sendikadan, bir partiden, bir kişiden beklemek değil, yaptıkların, yapamadıkların ve yapmakta ısrarcı olduklarındadır.
Gezi’yi yaratan akıl ve adımlara, grevleri büyüten iradeye, 8 Martlarda büyüyen kararlılığa, üniversiteleri özgürleştirmek için verilen mücadeleye, “1 Mayıs alanı Taksim’dir” diyerek mücadeleyi yükseltenlere bak, yerin onların, bizim yanımız.
Bizim tarihimiz 15-16 Haziran’dır, Tekel Direnişi’dir, Gezi’dir. Geleceğimiz özgür ve sömürünün olmadığı bir dünyadır.
Ne istediğimiz ise açıktır.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz ya dünyamıza inecek ölüm.