3 C
İstanbul
25 Kasım Pazartesi, 2024
spot_img

Utanmazlık fıtrattan mı gelir? Utanmazlık ustalık işi midir? Yoksa çürüme ve tükeniş dile mi vurur? – Aysun Sadıkoğlu

Erdoğan, çakma sultan, Sultan Abdülhamid rolünde, uluslararası sermayenin ve onların uzantıları olan TÜSİAD, MÜSİAD, beşli çeteler gibi tekellerin vücut bulmuş temsilcisidir. Dini ve milliyetçilik dozu sürekli ayarlanan Saray Rejimi’nin başında “görevli”dir. Yağma-rant ve savaş ekonomisinin üzerinde yükselen Saray Rejimi’nin en zavallı-en muktedir temsilcisidir.

Projedir. ABD çıkarlarının projesidir. Ve projeler sonuna yaklaşırken, kendi karakterlerine uygun ruh hâllerini ortaya koymak zorundadırlar.

Erdoğan’ın hâllerine bugünlerde damgasını vuran şey, çakma Sultan Hamid rolünün pespayeliğidir. Buradan başka bir sonuç çıkmaz.

Saray Rejimi, uluslararası sermayenin kolaylıkla yönetme isteği, ülkemiz tekellerinin tüm isteklerini bir çırpıda gerçekleştirme isteği, sürmekte olan uluslararası paylaşım savaşımı, ABD’nin çözülen hegemonyasını durdurmak için tetikçi ülke organize etme projeleri, savaş ekonomisi, yağma ve rant ekonomisi üzerine dayanmaktadır. TC devleti, ABD tetikçiliğinin verdiği avantajlarla, olağanüstü Saray Rejimi olanakları ile, içeride ve dışarıda bir savaş kundaklamaktadır. Kürtlere karşı katliam politikalarını devreye sokmaktadır. Bu savaş, ABD ve AB dâhil, tüm Batı’nın açık-gizli desteği ile yürütülmektedir.

İşte tüm bu organizasyonun ifadesi olan Saray Rejimi, çürümektedir.

Hem dünya kapitalist sistemi bir krizin içindedir ve bu kriz artık tükenişin işaretlerini vermektedir hem de ülkemizdeki burjuva egemenlik artık çürümüş ve tükenmiş olma hâlinin işaretlerini vermektedir. Uluslararası durumu, kapitalizmin derinleşen krizini, henüz yükselen işçi eylemlerinde görmüyoruz. Ama savaş politikalarında, NATO uygulamalarında tüm yönleri ile görüyoruz. Ukrayna, bunun tüm işaretlerini vermektedir. Ukrayna’da yalana ve karartmaya dayalı Batı propagandası, artık istenilen sonucu vermekten uzaktır. Tüm bağımsız haber kanalları ve Rus medyası engellendiği hâlde, Ukrayna’da Neonazi gerçeği, ABD-İngiltere-AB ve Kanada boyutları ile ortaya çıkmaktadır.

Biz, bütündeki bu kriz hâlinin de etkilerinin yansıdığı ülkemizdeki çürüme ve tükeniş üzerinde durmak istiyoruz.

Saray Rejimi’nin çürüme ve tükenişi, yanlış algılanmasın, kendi kendine yıkılacağı anlamına gelmiyor. Ülkemizin kendine “aydın” diye, kendini zeki ve ayrıcalıklı hisseden, bizim okuryazar takımı (OYT) diyerek farklı uçlarını da bir araya alıp isimlendirdiğimiz kesimin sola eğilimli olanları, hemen, sistemin kendi kendine yıkılacağını, bu nedenle, daha şimdiden bunu kutlamak üzere içkiye sarılıp kutlama yapmak gerektiğini bile dile getirebilir. Hayır, bunu asla kastetmiyoruz. Tersine, bu topraklarda, kolay zafer yoktur, olmayacaktır. Zafer, büyük çatışmalara hazır olanların ellerinde, büyük bedeller ödeyerek gerçekleşecektir.

Bizdeki çürüme ve tükenişi, bunalım anlamında, bunalımın derinleşirken bir yeni hâli anlamında kullanıyoruz. Çürüme ve tükeniş, sistemin kendiliğinden yıkılması ya da Saray Rejimi’nin seçimle yok olması anlamında değildir.

Tükeniş ve çürüme, kendini her ortamda, her toplumsal kesim içinde farklı biçimde hissettirir, kendini farklı biçimde ortaya koyar. Örnek olsun, açlık ve yoksulluk, eğer işçi ve emekçilerde, yoksul kesimlerde bir örgütlülük ve direniş yok ise, kendini gününü idare edecek para bulma yollarında, yozlaşma hâlinde, intiharlar biçiminde, kendi çevresine şiddeti kullanma şeklinde ortaya çıkar. Aslında sistemin bunalımının, örgütsüz, bilinçsiz, eylemsiz yoksullardaki yansımasıdır bu. Örgütlü ve direniş sürecindeki işçi ve emekçilerde, bu krizler, daha şiddetli sınıf savaşımının örgütlenmesi biçiminde bir eğilimi besler. Elbette her kriz, her bunalım, egemen sınıfta da farklı biçimlerde yansımasını bulur.

İşte biz, bununla ilgiliyiz bu yazı kapsamında.

Erdoğan, yani Saray Rejimi’nin zavallı-muktediri, artık kapı arkalarında, Bakanlar Kurulu toplantılarında, aile toplantılarında, başdanışmanları ile yemekli toplantılarında ettiği ağza alınmaz, lümpen karakterli küfürlerini, doğrudan kürsülerden yapmaya başlamıştır. Arkasının geleceğini sanıyoruz. Bu nedenle, ele alınması gereken bir göstergedir, tükeniş hâli göstergesi.

Zavallı-muktedir vurgusu ilginizi çekmiştir. Zavallıdır, çünkü artık onun hiçbir hükmünün kalmadığını bilmek olanaklıdır. Çeşitli yerlerde açıklamalar yapmak üzere, bir çuval misali taşınmaktadır. Ama yine de görüntüde muktedir olan odur. Ağzından kaçırdıkları, itirafname olsa, Saray Rejimi’ne ilave bir eleştiriye bile gerek kalmaz. ABD ile, her fırsatta, ailesi ve kendisi için pazarlık yapmaktadır. Tüm devlet çarkı onu yüceltmekte, bunun için Bahçeli destek nutukları atmakta, Diyanet İşleri ve “âlimler” her türlü ruhsal ritüel ile yüceltme sürecini desteklemektedir. Ama gelin görün ki, büyük sarayın her odasında korku onu takip etmekte, hiçbir şeyi yalnız yapamamaktadır. Salonda kendisine yüceltici sözler söyleyenlerin, yan odada çok farklı şeyler düşündüklerini bildiği için, hepsini ve hepsinin gölgesini izletmektedir. Ama en çok kendi gölgesinden korkmaktadır. Ve tüm bunlara rağmen, muktedirdir. Onsuz hiçbir süreç ilerlemez görünmektedir. Özellikle ihaleler, paralı ve akçeli işler, onsuz işleyemez. Onsuz rüşvet alınamaz, alınan her rüşvetin gerçek miktarını bilir ve kendi payını büyük bir “adalet” duygusu ile takip eder. Çünkü muktedirdir ve tüm süreçlerden haberdardır. Bir açıklama mı yapılacak, sahne kurulur, çuval misali kendisi hazırlanıp taşınır ve ilgili sahneye uygun konuşma yapılır: Bugün, “başkomutan” olarak konuşun efendim, siz başkomutansınız. Bugün bir İslam âlimi olarak konuşun efendim sizden daha iyi bilen bir İslam âlimi yoktur. Bugün bir ekonomist olarak konuşun efendim, diplomanız olmamasını kafanıza takmayın, sanki diploması olanlar ekonomist mi ki? Bugün bir askerî uzman olarak konuşun, kim sizden daha iyi bilir askerî konuları? Bugün artık şu hekimlere hadlerini bildirecek bir konuşma gereklidir ve halk sizi sever, bunu ancak siz açıklayabilirsiniz, onlara lütfen giderseniz gidin deyin. Bugün, şu Gezi belası hakkında konuşmanız gerekir, biz davaları planlandığı gibi sonuçlandırıyoruz ama yine de bir konuşma gereklidir, bize etmekte sakınca görmediğiniz küfürleri, halk da sevecektir, sizin ağzınızdan duyalım efendim.

O muktedirdir. Benim bakanım derken, benim oğlumdan daha ileri bir vurgu yapmaktadır, Çünkü Bilal Oğlan’ın tokatlanmasını Emine Hanım’ın anne yüreği engellemektedir. O anne yüreği, bir işkadını olduğu andan itibaren zaten taş hâline gelmiş, uzman bir yönetici, muktedirden daha muktedir kişinin yüreği olmuştur. Ve Emine Hanım’ın yüreğinin taş bölümü, en çok Erdoğan’a karşı işlemektedir.

O muktedirdir ve benim ülkem derken, hiç şüpheniz olmasın, kasalardaki paralarını, evlerini, yazlıklarını, arazilerini düşünmektedir. Bunun ötesinde bir ülke kavramı yoktur.

Muktedirdir ve benim dinim dediğinde, gerçekten, sadece ve sadece kendi dinini, başka kimsenin haberdar olmadığı, sadece kendine has olan bir dini söylemektedir. Ona yaradan, her şeyi hak, haramı kutsal olarak sunmuştur ve seçilmiş biri olarak, hiçbir vahye gerek kalmadan, her durumu, “insanî hâl” içinde izinli kılmıştır.

Hâl böyle olunca, ülkedeki kriz ve bunalım, çürüme ve tükeniş, kendini siyasal iktidarda, Saray Rejimi’nde göstereceği zaman, elbette, öncelik Erdoğan’a düşmektedir. Seçilmiş dünya ve İslam âleminin lideri, her şeyde ilk olmayı hak ettiği gibi, tükeniş ve çürüme göstergelerinde de ilk olmayı hak etmektedir.

Bu gayet anlaşılır bir durumdur.

Örnek mi istersiniz; olur, bulalım.

Kıbrıs’ta Falyalı öldürüldü. Falyalı, son derece muteber bir işadamı, devletine, vatanına, dinine ve milletine bağlı bir faydalı insan olmalıdır. Öyleydi. Yıllarca onu o “görev”de tutanlar, bugün zaten iktidarın zirvesinde olanlardır.

Ama vatan, millet, devlet ve din için yapılan işler, elbette bir para ve ayrıcalık ile ödüllendirilir. Nasıl ki, İslam’ın “gaza savaşları”nda ele geçirilen ganimet bölüştürülecektir, bu da öyle, devlet-vatan-millet ve din için yapılan işlerde para ve ayrıcalık elde edilmelidir. Falyalı da bunu yapmıştır, bundan emin olabilirsiniz. Ama gün gelmiştir, bardakta durduğu gibi durmayan şey hâli sadece rakıda geçerli olmadığı, bu işlerde de de geçerli olduğu için, değişik olanaklar elde etmiş ve kendi payını ve gücünü, ayrıcalığını artırmak istemiştir. Hep böyledir zaten. Vatan, millet, devlet ve din sevgisi azaldığından değil, tersine para ve ayrıcalık konusunda daha az danışması gerektiğini düşündüğünden oluyor bunlar. Böylece gün oldu, Falyalı öldürüldü.

Anlaşılan, Ağar-Soylu-Atasagun takımı bu işi yapmış olmalıdır. Elbette, biz bunu sadece akıl yürütme ile tahmin edebiliriz. Sonuçta, Çakıcı, Falyalı’nın işlerinin yeni “emir”i oldu. Artık, Çakıcı’nın, vatan, millet, devlet ve din için yapacağı şeyler biraz daha şekil değiştirdi ve biraz daha da kârlı gibi görünmektedir.

Şimdi, sizce, buradan çıkacak her koku, Erdoğan’a gidecek payın azalması ve Atasagun-Bahçeli-Ağar-Soylu ekibine gidecek payın artması demek olmayacak mıdır? Öyle olacaktır. Bu durumda da çürüme, bunların ağızlarına, dillerine vb. yansıyacaktır.

Mesele Erdoğan, şöyle bir söz etti, dedi ki; “sulu ve sigaraya o kadar zam yapıyoruz, hâlâ alıyorlar.” Aslında hayret içinde de değildi. Ama demek istiyor ki, “ben almazdım.” Çünkü bu zamların saçma olduğunu anlamaları lazım. İşte bunu söylüyor.

Ama bunu söylerken, artık ilgi noktaları çok farklı olduğundan, yanında da Sümeyye kızı olmadığından, kontrolsüz konuşuyor. “Sulu” diyor.

“Sulu”, kuru olmayan anlamındadır. Rakıya haram olduğu için “sulu” diyor. Bu takdire şayan hareketini, Diyanet İşleri Başkanı, methiyeler düzerek övmelidir, ki bir miktar daha gelir elde etsin. Ama, Erdoğan, “sulu” kavramını acaba ne zaman öğrenmiştir?

Erdoğan, her şeyin başı olduğu için, kaçak içkinin de başıdır. Falyalı’dan sonra, jargonuna “sulu” girmiştir ve ondan pay almaktadır. Çakıcı ağzına uygundur. Ama, sulu olmayan hangisidir? Akla bu soru geliyor. Kendisine gelen raporlarda, işlerin durumu özetlenirken, “sulu” satırının karşısında miktar yazmaktadır. Viskiden şu kadar diye değil, “sulu”dan şu kadar şeklinde olmalıdır. Ve elbette raporda, başka maddeler, başka satırlar da vardır. Demek, uyuşturucu işi, doğrudan Muktedir’e bağlanmıştır. Zaten, hakkıdır. Bu ülkede, bir baş çoban olarak, sürüdeki her durumdan haberi olması gerektiği gibi, her şeyden haberdar olmalıdır ki, “sulu” ve “kuru” bölümü oldukça akçeli bir bölümdür, göz ardı edilemez.

Gördünüz mü, bunalım, tükeniş, çürüme, kendini nasıl dışa vuruyor?

Demek ki, artık, bu yazıyı yazmamıza neden olan “çürük” ve “sürtük” bölümüne gelebiliriz.

Deniliyor ki, “bir cumhurbaşkanına bu sözler yakışmıyor.”

Hatalıdır, yanlıştır.

Son derece iyi yakışıyor.

Bir kere “söyleyene değil, söyletene bak” derler.

Gezi, Saray Rejimi ve TC devleti için bir kâbustur. Yeni bir dalga ile direnişlerin alacağı boyut, onların saray odalarında bile korkularından kurtulamama hâlini yaşamalarının nedenidir. Bu konuda çok uzman çalıştırmaktadırlar. Böyle bir korkuları olmamış olsa, Saray yönetimi ile CHP ve İYİ Parti arasında hiçbir bağ bile kurmayacaklar. Ama bu işçi sınıfı ve devrim korkusu, onları bu tip gizli bağlantılara mecbur ediyor.

Bu durumda, Erdoğan’ın, Gezi Direnişi’ne katılan, ona destek verenlere, “çürük” ve “sürtük” demesi, kendisine gayet yakışmaktadır. Zira, o zaten budur. Hile ile, yalan belgelerle, diplomasız vb. biçimde, “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözleri ile cumhurbaşkanı olmuş, gayrimeşru bir cumhurbaşkanlığını sürdürmekte olan birisine, hangi kötü hâl yakışmaz ki? Hepsi yakışır.

Öte yandan, Gezi Direnişi, egemenlerin bu saldırılarına maruz kalarak, egemenlerin gerçek yüzlerini görmeyenlere, görünür kılıyor. Yani, hem söyleyene yakışıyor hem de söyleten için son derece uygundur.

Gezi Direnişi’ne sadece bugün saldırmıyorlar. Olduğu andan itibaren saldırdılar, saldırıyorlar, saldıracaklar. Bu nedenle, o direnişe sahip çıkmayan, onu anlamayan, onu daha ileri götürmek için risk almayan, mücadele etmeyen, kendi kutsal günlük hayatına sarılıp seyirci konumundan çıkmayan, sınıf mücadelesinde saf tutmayan, daha ileri bir mücadele için kollarını sıvamayan, rakı masalarında konu tüketmeyi muhalif olma hâli sanan OYT için, elbette bu durum Cumhurbaşkanı’na yakışmayacaktır.

Peki soralım, kendisi bir ABD projesi olan, her türlü yolsuzluğun içinde yer alan, Gezi’de yüzlerce insanın yaralanmasından, Ethem’in, Berkin’in, Ali İsmail’in ve hepsinin kanını dökme emrini veren, hekimlere küfreden, kadınları aşağılayan, Kürtlere dönük saldırılar için “kadın çocuk fark etmez” diye ölüm emirleri yayınlayan, Suriye’de, Libya’da, Irak’ta savaş naraları atan, bugün 2 aya yakındır Kürtlere karşı soykırım uygulamalarını Barzani desteği ile ABD emri ile yapmakta olan Cumhurbaşkanı’na mı, bu sözler yakışmıyor?

Ya, Saray Rejimi’ni, Erdoğan’ı olumlayın ve bunlar yakışıksız olmuş deyin ya da bunlara karşı savaşın ve bu durumda “yakışıksız” gibi sözlerinizi bir yana bırakın. Bu sınıflar savaşıdır, burada centilmenler masasında sohbet edilmiyor. Her kadın cinayetinde devletin her kademesi, bir kere daha kadınları aşağılıyor. Emine’si de dahil, Erdoğan ailesi her kadın cinayetinde ellerindeki kanı gizlemek için şiddetli sözler sarf ediyor. Her kadın eyleminde tüm devlet, kadınlara saldırıyor ve her saldırıda cinsel taciz ve tehdit var. Centilmenler masası değil bu.

Erdoğan, sınıf savaşımında, uluslararası ve ulusal tekellerin, egemenlerin çıkarlarını korumak için konuşuyor. Ağzını bozuyor, çünkü tükeniştir, çaresizliktir bu. Bu nedenle, Saray Rejimi’ne karşı mücadele, daha büyük bir cesaretle, daha inatçı bir duruşla yürütülmelidir. Kendi kendini imha eden bir mesaj değildir Saray Rejimi. Filmleri artık aklınızdan çıkartın. Burada kan akmaktadır ve bu kanı akıtanlar, iktidardadır. Her gün Kürtlere karşı soykırım için planlar yapıp uygulamaktadırlar. Akan kan, film setlerindeki gibi boya değildir. Şimdi, saf tutmanın, mücadele etmenin, bu çürümüş, kokuşmuş sistemi alaşağı etmenin, işçi sınıfının iktidarını kurmanın, sosyalizm bayrağını yükseltmenin zamanıdır.

Demek artık, “yakışmıyor” bölümünü geçebiliriz.

Binlerce kadının, binlerce insanın dava açması, davayı teknik olarak AK Parti Genel Başkanı’na açması, doğrudur, gereklidir. Açıktır ki, Cumhurbaşkanı üzerinden dava açılamamaktadır. Bu nedenle, davanın böyle açılması yerindedir. Ama, şu vurguya gerek yoktur: “Cumhurbaşkanı’na dava açmıyoruz, çünkü cumhurbaşkanı sıfatına bu konuşmayı yakıştıramıyoruz.” Buna gerek yoktur. Bu naiflik artık bitmelidir. Cumhurbaşkanı’na dava açmıyoruz, çünkü açamıyoruz, ama AK Parti Başkanı Erdoğan’a dava açıyoruz. Hem de öyle 1 TL’lik değil, ne kadara gücümüz yetiyorsa o kadarlık.

Üstelik bu sadece kadınların işi de değildir.

Neden mi?

Efendinin kölesi Çoban Erdoğan, “çürük” ve “sürtük” sözlerini birlikte kullanıyor. Bazı gazeteciler, haklı olarak, bu sözlerin prompter’da kayıtlı olup olmadığını merak etmişler. Cumhurbaşkanı’na yakıştıramadıklarından mı, gazetecilik yönü ağır bastığından mı, fark etmez. Sonuçta, bu sözler prompter’da varmış.

Öyle olunca, Erdoğan’ın aklî gelip gitmelerinin ürünü olmadığı ortaya çıkıyor. Yani, hukukta söylendiği hâli ile “taammüden” bir eylem. Planlayarak yapılmış.

Peki, madem planlı, bu eylemi planlayanlar, neden “sürtük” demekle yetinmemiş de, “çürük” ifadesini de eklemişler? İlgiye değer olmalıdır ve gazeteciler, bu konuda meraklarını devreye sokmalıdır.

“Çürük” erkekler için söyleniyor.

Askerlik görevini yapamayanlara eskiden “çürük” denirdi. Bu çürük raporu, mesela Erdoğan’ın oğulları için vardır. Onlar, askerliklerini yapmamışlar, bu duruma uydurmuşlardır. Bu çürük raporu, bir askerî doktor heyeti ile verilir ve ciddi bir torpil yoksa, ciddi bir fiziksel ve ruhsal engeliniz olmalıdır.

Ama Erdoğan, Gezi’deki erkekler için asker kaçağı demiyor elbette.

Çürük, günlük dilde de, işe yaramaz, iş göremez anlamındadır. Biz zaten Saray Rejimi için, çürümüş ve tükenmiş demiyor muyuz?

Ama, askerlikteki “çürük” sözünün bir tarihi var. Bugün, artık “çürük raporu” denmiyor. Askerlik yapamaz gibi bir şey olmalıdır o rapor. Bugün, nasıl çürükten başka şeye dönüşmüş ise, dün de bu çürük, başka anlamlar taşıyordu.

Osmanlıcı, Sultan Abdülhamid özentisi Saray için, bu “çürük” eğlenceli olmuştur. Bu sözü bulana, kesinlikle Erdoğan, muktedir olarak ödül vermiştir.

Osmanlı döneminde kadınlar asker olamıyorlardı.

“Çürük”, Osmanlı döneminde, erkeklerin farklı cinsel yönelimleri olanlar için kullanılıyordu. Gün geldi, insanlar askerden kaçmak için bu yolu oldukça fazla kullanmaya başladılar. Ve işin içine doktor raporları falan girdi.

LGBTİ+ insanlar için, Erdoğan, pek çok kere küfürlü ve aşağılayıcı sözler söylemiştir. TC devletinin her uygulamasında aşağılanma, herkes için vardır ve elbette LGBTİ+ insanlar için de vardır. Erdoğan ve TC devletinin tüm yetkilileri, Gezi Direnişi’ne saldırırken, her zaman LGBTİ+ konusunu gündeme getirmiştir.

İşte “çürük” vurgusu, tam da bunu anlatmak için kullanılmıştır. Öyle ya, Erdoğan’ın metnini yazan, kendi zekâsını işin içine sokmuştur. Zekâya bak, ben bunu açıktan söyleyemiyorum, ama böyle söylerim, ne de olsa padişahımız Abdülhamid Han’ın kopyası çakma sultana bunu anlatırsam, bir ödül kopartırım, bir arsa, bir araba, bir ev, birkaç bin dolar, artık padişahımızın eli nereye yatarsa. İşte “zekâ” Saray’da böyle filizleniyor. O “zekâ”ya göre, kadın “sürtük”, erkek de “çürük”tür. Emin olun, her öldürülen kadına da böyle bakıyorlar. Bu “hastalıklı zekâ”, aslında bireysel bir tedavi ile düzelecek bir durumu işaret etmez. Tersine, iktidar, TC devleti, Saray Rejimi, aşağılanma ve sömürü çarkı, kriz vb. kavramları ile çok yakın ilişkilidir. Bu nedenle, bu “hastalıklı zekâ” ancak ve ancak, siyasal iktidarı işçi sınıfının alması ile “tedavi” edilebilir.

Kadın olmayanların, Gezi Direnişi’ne katılıp da kadın olmayanların, “çürük” üzerinden bir dava açması, sanırım çok zor olsa gerek. Hukukçular, buna bir yol bulmalıdır. Ama Gezi Direnişi’nde olup da kadın olmayanların, hatta tüm işçi ve emekçilerin, tüm kadınların ve gençlerin, Gezi Direnişi döneminde 10 yaşında olanların vb. de dava açarken, her ikisi üzerinden dava açması gerekir. Tabii konu sadece dava açmak değil elbette, ama dava açma kapsamında, bu yapılmalıdır. Zira, bu sadece kadınlara, sadece LGBTİ+ insanlara dönük bir saldırı değildir. Burada hakaret, tüm topluma, tüm insanlara yapılmaktadır. Dün Gezi Direnişi’ne katılmamış olanlara da saldırı söz konusudur.

Bize deli diyenler oluyor. Onlara diyoruz ki, akıllı olmak, kokuşmuş karanlığınızdan kurtulmamak, korkudan it gibi titremek, hastalıklar içinde ölmek, itilmek ve aşağılanmaya razı olmak ise, biz deli olmayı tercih ederiz.

Bize diyorlar ki, siz teröristsiniz. Onlara yanıt verirken diyoruz; eğer devlet terörüne, eğer sömürüye, eğer Kürt halkının katledilmesine, eğer sokaklarda insanların linç edilmesine, eğer kadınların öldürülmesine, eğer özgürlüklerin yok edilmesine, eğer insanın ve doğanın yağmalanmasına karşı çıkmak ise teröristlik, biz teröristiz.

Şimdi bize diyorlar ki, siz çürüksünüz, siz sürtüksünüz.

Diyoruz ki, eğer isyan etmek, eğer savaşa, sömürüye ve katliamlara karşı çıkmak, eğer yalanlarınıza ve TOMA’larınıza boyun eğmemek çürük ve sürtük olmak ise, bu unvanları gururla taşıyacağız.

Siz, katilsiniz.

Siz, korkudan sarayların içinde saklananlarsınız.

Siz, sömürü ve aşağılanma üzerine kurulu bir düzenin temsilcileri ve insan soyunun en utanılası varlıklarısınız.

Siz, din taciri, duygu sömürücüsüsünüz. Siz, vatan diye kasalarını dolduranlarsınız.

Siz, hırsız ve yağmacısınız.

Siz, tekellerin, burjuvaların, sermayenin temsilcilerisiniz.

Siz, efendilerine hizmet eden, emperyalist efendilerinizin görevli tetikçilerisiniz.

Ve ağzınızdan akan bu salyalar, bu şiddet, bu kan, bu saldırganlık, bu aşağılama, sizin korkularınızın ürünüdür.

Yolun sonu görünüyor.

Yolun sonunda, özgürlük, eşitlik var.

Yolun sonunda aydınlık, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya var.

Biz deliler, biz teröristler, biz çürükler, biz sürtükler, bu yeni dünyanın kurucularıyız. Biz, işçi ve emekçileriz. Biz, kadın ve gençleriz. Biz dünyanın tüm yoksulları ve aşağılananlarıyız. Bugün, bize her türlü hakareti yapma hakkınız ve gücünüz var. Vaktiniz varken, eksik kalmasın, başkalarını da ekleyin, hakaretlerinizin ardı arkası kesilmesin, saldırılarınız hiç durmasın, TOMA’larınız, gazınız, silahlarınız hiç ara vermeden çalışsın.

Çünkü, bir kere yollara çıktık mı, size hiç vakit bırakmayacağız.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol