Herkese merhaba,
Bu yazı bir kişisel hikaye olsa da dönemin sendikal anlayışını ve işleyişi anlatması açısından bütün işçileri ve sendikal alanı ilgilendirdiği için bir açık mektup niteliği taşıyor.
1984 yılında bilfiil sınıf çalışmaları içine girdim. Dönemin muhteşem özelliklerinden biri sayımızın çok az olmasına rağmen devrimcilerin çok yönlü gelişmesiydi. İşçi sınıfı içinde çalışma benim için Marksizmin yeniden okunması ve yeni idrak kapılarının aralanması anlamına geldi. O günden bugüne sınıf çalışmalarından hiç kopmadım, siyasal kimliğim ve aynı anlama gelen mana dünyam sınıf içinde oluştu. Her zaman Marksizm ve işçi sınıfının iyi bir öğrencisi olmaya çalıştım ve halen de bu ödevi yerine getiriyorum.
Bu 40 yıllık süreçte onbinlerce işçinin sınıf ve sendikal eğitimi, binlercesinin fiili örgütlenmesi yönünde çalışmalarda bulundum. Bu dönemde 25 yıla yakın DİSK ve Türk-İş Tez Koop İş Sendikasında profesyonel görevlerim oldu. İşçi sınıfının hocalığını yaptım. Tabii ki bu süreçte başka birçok sendikada seminerler gerçekleştirdim. Örgütlenme çalışmaları yürüttüm. Ve sınıfın farklı katmanlarında inatla ve sabırla siyasal ve sendikal faaliyetler içinde oldum. Binlerce yoldaşım ve mücadele arkadaşım oldu. Ben bildiklerimi paylaştım, onlar sınıf mücadelesinin içinde beni eğittiler. Beslediler ve şekillendirdiler.
2017 yılında, önce işlevsizleştirme daha sonra dolayımlı istifaya zorlama süreçlerinin ardından 2019 Ekim ayında işten atıldım. İşe iade davası açtım ve sonuçlanması 4 yıl sürdü. Davayı kazandım. Yeniden işe başladım ve sendikanın beni ikinci kez işten atması sadece 10 gün sürdü. Bu hikayedeki asıl çarpıcı nokta, bütün bu süreçte sendikanın ve özellikle Tez Koop İş Genel Başkanı Haydar Özdemiroğlu’nun manevraları, taktikleri ve yapılan usulsüzlüklerin herhangi bir işverene taş çıkaracak nitelik taşımasıydı. Trajik olan ise işçinin kazanılmış haklarını yok sayanın, bizatihi bir işçi örgütü olmasıydı. Bu tavır ve çürüme süreci karşısında, Tez Koop İş örneğinde sendikal yapılar üzerine bazı gözlemlerimi sizlerle paylaşmak zaruri bir hal aldı. Bu gözlem ve eleştirilerin bugüne ait olmadığını, özellikle 2008 küresel krizi sonrası farklı boyutlarda hemen hemen her platformda dile getirdiğimi sendikal alandaki herkes ve siyasal çevrelerden arkadaşlar bilir.
KISA BİR TEZ KOOP İŞ HİKAYESİ
Görevimi 20 yıl sürdürdüğüm Tez Koop İş Sendikası’na 1999 yılının son aylarında Eğitim Danışmanı olarak girdim. Sendika için son derece önemli bir kişilik olan Sadık Özben o dönemde genel başkanlık yapıyordu. Genel sekreterliği Faruk Üstün üstlenmişti. İkisinin de sosyalist gelenekten gelmesi, Sadık Özben’in Behice Boran’ın öğrencisi olması aslında ben ve benim gibi sosyalist kimlikli arkadaşların sendikada görev almalarının önünü açtı. Kendisi aynı zamanda deri işçisi ve eski yönetici olan, 12 Eylül sonrası en önemli grevlerden biri olan Kazlıçeşme Grevi’nden tanıdığım Sinan Kahraman, Zekeriya Al, Hazal Şahinkaya, yine eski yönetici olan Muhlis Karslı’yla birlikte kolektif bir çalışmanın içine girdik. Sendika aslında kabuk değiştiriyordu. Ben ağırlıkta eğitimde uzun dönem Zekeriya Al’la birlikte sınıf eksenli son derece manalı ve kapsamlı işler yürüttüm. Diğer arkadaşlar örgütlenmede olağanüstü başarı gösterdiler. Eğitim ve örgütlenme süreçlerini içiçe geçirdik. Özellikle genel başkanın son derece demokratik yaklaşımı, kadrolarla kolektif çalışma yeteneği ve kendini yenileme özellikleri ayrıca komün rezervlerinden gelen saygı ve özeni, bizlerin muazzam bir kararlıkla ve gerçek manada bir devrimci faaliyet gibi çalışma yürütmemizi sağladı. Ben dahil arkadaşlar aylarca alanda kalarak günün her saatinde faaliyet yürüttük. Sendika birkaç yıl içinde, bir sınıf sendikası olmasa da emekten yana bir sendika olduğunu hızla ortaya koydu. Tam anlamıyla yeniden yapılandı. Sendikanın içinde bulunduğu korporatist kuşatma kırıldı. Yeni ve önder kadrolar çıktı. İleride bu arkadaşların birçoğu sendika hatta genel merkez yönetimine taşındı. Bu dönemde Carrefour, Media Markt ve Kipa örgütlenmeleri gibi muazzam başarılar sağlandı. Başta Sadık Özben’in, Sinan, Muhlis ve Hazal arkadaşın büyük gayretleri ve emekleriyle böylesi bir başarının önü açıldı. Eğitim çalışmaları net bir şekilde sınıf eksenli yürütüldü. Ve hiçbir taviz verilmedi. Kaleme aldığım 20 el kitabı ve Sendikalı İşçinin Ders Notları adlı çalışma, içerik belirleme ve işlenen dersler hakkında herkese fikir verebilir. Aynı çalışmalar daha sonra sınıfa mal oldu. Birçok sınıf ve sendika çalışmasında çoğaltıldı, pdf olarak basıldı, bazı broşürler fanzinleştirildi ve bütün bu çabalar bizi gururlandırdı.
Çalışmalarımız hem örgütlenme, hem eğitim olarak sendikal alanda bir eşik olan DİSK/Maden-İş’in performansını geçti (Örgütlenme ve eğitim programlarını ve faaliyetlerimizi 2000 ve 2010’lu yıllarda çıkan tüm çalışma raporlarında detaylı bir şekilde görmek olanaklıdır). Bu arada Osman Gürsu, Mustafa Barın, Hüseyin Hamurcu, Fikret Omak gibi önemli ve alanda çalışmayı hedefleyen yöneticilerin varlığı sendikanın şekillenmesinde önemli rol oynadı. Aslında şu vurgu daha doğru olabilir. Dönemin hemen her yöneticisi samimiyeti ve sınıfla kurduğu bağ anlamında güçlü roller üstlendi. Örneğin birlikte 12 yıl görev yaptığımız eğitim sekreteri Hakan Topaloğlu politik görüşüne aykırı olmasına rağmen, yapılan ısrarlı sınıf eksenli yüzlerce eğitime bir kez bile müdahale etmemiş, her zaman saygılı ve özenli yaklaşmıştır. Ve aramızda en ufak uyumsuzluk yaşanmamıştır. Bu ve benzeri yaklaşımların belki farklı saflaşmalara rağmen dönemin tüm kadroları ve yöneticilerinde henüz kaybolmamış sınıf terbiyesiyle bağlantılı bir tutum olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sendikal yapının o dönemde hala karakterini koruduğunu, şirketleşmediğini ortaya koymaktadır.
Bu edep ve kültür Osman Gürsu’nun genel başkanlığı döneminde de sürdü. Sendika önemli merhaleler katetti. Kendisi 12 Eylül döneminin en önemli çıkışlarından biri olan siyasal öznenin etkili müdahalesinin olduğu ve o zaman öğrenci olmama rağmen benim de aktif destekte bulunduğum görkemli 1987 Migros Grevcilerinden biriydi. Bu yönün, Osman Gürsu’yu kendini tanıtırken “ben kasap Osman” dedirtecek kadar mütevazı ve işçiye inanan bir kişilik olarak öne çıkartacak alt yapıyı oluşturduğunu düşünüyorum. Grevin ve siyasal bağlamın grevci her işçiyi eğittiğini ve şekillendirdiği fiilen Migros başta olmak üzere birçok grevde yaşamış biriyim. Sınıftan kopmayan onun bir ferdi olmaktan gurur duyan Osman Gürsu başkanlığı döneminde de Tez Koop İş Sendikası önemli işler yaptı. Kipa toplu sözleşmesi bunların başında gelir. Örgütlenme ve eğitim faaliyetleri aynı hızla devam etti. Gürsu’nun 2016’nın son ayında kalp krizinden yaşamını yitirmesi, Tez Koop İş için bir moment kırılması oldu.
Birçok iç faktör, sınıfın kolektif iradesini yaratacak işyeri komitelerinin oluşmaması, özellikle perakende sektöründe işçi sirkülasyonunun yoğunluğu gibi nedenler sendikanın emek yanlısı görünümüne karşın önemli zaaflarını yaratıyordu. Maalesef yukarıda saydığım kadroyla bu zaafları aşma çabalarımız sadece örgütlenme dönemlerinde realize olabildi, süreklilik kazanamadı. Sendikayı ve yönetimi denetleyecek komiteleri kurma niyetlerimiz olmasına karşın bu konuda başarılı olamadık. Daha net bir ifadeyle gücümüz yetmedi. Belki bu noktada Mustafa Barın’la Ankara II. No’lu Şube’de gerçekleştirdiğimiz çalışmaları ve farklı komiteleşme adımlarını ayrı tutabiliriz. Moment kırılması genel çerçevesini çizdiğim bu zemin üzerinde gelişti.
Osman Gürsu’nun erken kaybı, hiç şansı olmamasına rağmen Haydar Özdemiroğlu’nun genel başkanlığının önünü açtı ve sendikadaki dengeler değişti. Osman Gürsu yaşasaydı belki de sendika yöneticiliğinde son dönemi olacak Haydar Özdemiroğlu, bir geçiş dönemi sonrası hızla sendikanın aksının kaymasına neden oldu. Özellikle işçi inisiyatifini ortaya koyacak işyeri komitelerinin kurulamaması Özdemiroğlu’na rahat hareket etme olanağı sağladı. Sınıf bilincinin yokluğu, bir sınıfsal perspektifinin olmaması, sendikacılık konumunu şirket yöneticiliğiyle karıştırmasına yol açtı.
Bir iki yıl içinde Tez Koop İş geleneğinde görülmemiş uygulamalar başladı. Birincisi sendikanın bugüne kadar taşıyıcı kadroları olan kimliklerden teker teker kurtulma adımları atıldı. Sinan Kahraman bir anlamda ayrılmaya zorlandı, benim üzerimde bir işten atma stratejisi uygulandı, ne yazık ki bu süreçte Muhlis Karslı ve Hazal Şahinkaya da yaşamını yitirdi. Türkiye sendikal hareketinde önemli misyonlar yüklenecek Mustafa Barın ve şube sekreteri Salih Memiş sudan gerekçelerle disiplin kuruluna verilip, üyelikten atıldı. Muhalif duruşu olan şubeler tasfiye edildi. İstanbul I. Nolu Şube başkanı Nejla Önder gibi… En önemlisi 2 yıl gibi kısa sürede sendika hızla işverene ve politikalarına angaje oldu. Bunu net bir şekilde, işverenlerin yetkili unsurlarının dahil olduğu 2017 yılından sonra yapılmaya başlanan ve halen devam eden eğitim, temsilci toplantıları adı verilen onlarca faaliyette görebiliriz. Tez Koop İş tarihinde görülmemiş bu adımlarla sendika hızla bir İK’ya- İnsan Kaynaklarına dönüştü. Ve bu toplantılar hiç utanılmadan sendikanın internet sitesinde, dergilerinde bir övünç kaynağı olarak yayınlandı. Bu sendikacılık pratikleri, ‘uzlaşma’ ve ‘diyalog’ adı altında meşrulaştırılmaya çalışıldı. İşveren bu ikna toplantılarıyla toplu sözleşme sürecini ördü. Verimlilik ve kaliteyi nasıl artıracağını belirledi. Sendikaya yol ve yöntem öğretti. Sendikanın iskeleti olan temsilciler aracılığıyla işveren politikalarını dikta etti. Bu yorumumuz için haberlere bakmak ve fotoğrafları “okumak” yeterlidir. Kısaca sınıf eksenli eğitimler yerini angaje politikalara ve organizasyonlara bıraktı. Aslında yaşanan tam bir metamorfoz süreciydi. Bir işçi örgütü giderek şirketleşen aynı mantık ve refleksle hareket eden bir yapıya dönüşüyordu. Ve Tez Koop İş yönetimi bu konuda manidar bir çalışma yürütmekteydi. Ve sendikal hareketin özellikle yeni dönemde girdiği dönüşümün tipik bir örneği olarak dikkat çekiyordu. Çıkan yeni yasayla özellikle kamuda çalışan taşeron işçilerin yönlendirilmesi ve üye yapılmasıyla üye sayısını, yanlış anlaşılmasın örgütlü üye sayısı değil, artıran sendika neo-korporatist özellikli bir şirkete dönüştürülmek isteniyordu.
NE YAPMALI?
Tez Koop İş’in yaşadığı metamorfoz süreci, sendikal hareketin içine girdiği çürüme sürecinden ayrı ele alınamaz. Kapitalist devletin ve finans kapitalin direkt devreye girerek sendikal alanı yeniden dizayn ettiği bir konjonktürün içindeyiz. Sosyal partner vurgularıyla ya da yönetişim denilen açılımlarla sermaye sendikaların hatta konfederasyonların genel kurullarını belirleyen adımlar atıyor. Alanı bütünüyle kontrol etmeyi amaçlıyor. Ayrıca sendikalarla birlikte gerçekleştirilen eğitimlerde ve farklı toplantılarda kadın işçilerin çalışma yaşamında rolleri ve sorunları, iklim sorunu ve krizi, yeşil ekonomi, çalışma yaşamı ve sorunlarımız, TİS çalışmaları, sosyal uzlaşma gibi görüntüde sosyal eksenli başlıklarla hem ideolojik olarak sendikaları yönlendirip şekillendiriyor, hem de direkt politikalarını belirleyerek sınıftan gelebilecek tepkiler nötrleştirmeye çalışılıyor. Sendikalar bir anlamda şirketlerin organik parçasına dönüşerek, işçiyi disipline eden ve sömürünün sürekliliğini sağlayan organlar haline geliyor. Şimdi karşımızda şirketleşen sendikal yapılar ve lümpenleşen bir sendikacılık var.
İşçi sınıfı bu kuşatılmışlığa ve çürümeye karşı kendi otonomisine dayanarak ve her alanda komiteleşerek yanıt verebilir. Bu abluka ancak sınıfın kolektif inisiyatifinin açığa çıkmasıyla dağıtılabilir. Sendikal bürokrasinin gücünü bizim örgütsüzlüğümüzden aldığı bilinmelidir. Ve örgütlenmeden, işçinin inisiyatif almasından işverenden çok sendikal bürokrasinin korktuğu unutulmamalıdır. Çünkü her türlü ayrıcalıkları birden ortadan kalkabilir. Bu yaman bir korkudur. Kof birinin kendini dev aynasında görmesidir. O aynayı kırmak, kuşatmayı ve ablukayı dağıtmak gerekir. İşçileri sendikalarda iktidara taşımak gerekir. Ve Kemal Türkler, Rıza Kuas, Yalınayak İsmet- İsmet Demir, Kenan Budak, Necmettin Giritlioğlu, Murtaza Yıldırım, Sadık Özben ve Tahir Çetin gibi önderler yaratmak gerekir. İşçi sınıfının bunu yapmaya her zaman gücü vardır. Hem Tez Koop İş’te, hem de kuşatılmış bütün sendikalarda… Çünkü “çelik aldığı suyu unutmaz.”
Bütün işçi arkadaşlarıma, yoldaşlarıma dostlukla…