Türkiye’de işverenler, işçilerin sendika haklarının var olduğu gerçeğini içselleştirememişlerdir. Her işveren işçilerin sendika üyesi olmalarını engellemeyi kendisinde bir hak olarak görür. Eğer işveren işyerinde işçilerin sendikalı olmasına engel olamamışsa bu kez sendikasızlaştırma operasyonlarına başlar.
Sendika, ancak toplu iş sözleşme (TİS) yetkisi kesinleştiğinde hukuken işverenin muhatabı haline gelir. İşveren bu aşamaya gelmeden sendikasızlaştırma operasyonlarını tamamlamak ister. Çünkü işyerinde örgütlenmiş bir sendikayı tasfiye etmek için işverenin zamana ihtiyacı vardır.
İşveren ihtiyaç duyduğu bu zamanı, toplu iş sözleşmesi yetki sürecini düzenleyen mevzuat sayesinde elde eder. Bu mevzuata göre, toplu iş sözleşmesi yetkisine mahkemede yapılan itiraz, “karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur”. (6356 s. STK/md. 43/5)
Sendikanın toplu iş sözleşmesi yapma yetkisine ilişkin bakanlık tespitine itiraz eden bir işveren bu yolla zaman içerisinde önce sendikalaşmaya öncülük eden işçileri işten atar. İşten atma, işyerindeki sendika üyelerine verilmiş bir gözdağıdır. Bu gözdağı verildikten sonra işçilere doğrudan veya dolaylı baskılarla sendikadan istifa ettirme süreçleri başlatılır. Yetki tespit davası sonuçlandığında, yetkili ama üyesi kalmamış sendikalar ortaya çıkar.
Özünde yetki tespit davası açılması çok istisnai birkaç vakanın dışında işverene zaman kazandırmak için dava hakkını kötüye kullanılmasının tipik örneğidir. Bu kötüye kullanma artık kabul edilebilir olmaktan çıkmış, bu kadar da olmaz denilecek boyutlara ulaşmıştır.
Yetki tespit davasına hangi mahkemede itiraz edileceği yasada (kanunda) açıkça belirtilmiş olmasına karşın sırf zaman kazanmak için işveren avukatları sık sık davayı yetkili olmayan mahkemede açmaya başlamışlardır. Üstelik büyük bir pişkinlikle, yetkisiz olduğunu bilerek davayı açtıkları mahkemenin yetkisiz olduğunu ileri sürüp “yetkili mahkemede yargılama yürütmek hakkımızdır” diyebilmektedirler.
Bu işveren vekilleri yetkili olmayan mahkemede dava açarak kazandıkları süreyle de yetinmezler, işveren tarafından hazırlanıp ilgili mercilere verilen belgeleri, sanki o belgeleri o mercilere işveren vermemiş gibi kendi verdikleri belgeleri mahkemece o mercilerden istetirler. İşveren avukatları tarafından işletme kapsamında olan her işyerinin bulunduğu yerlerin tamamında ayrı ayrı davalar açarak, işkolu itirazı ileri sürerek, işyeri düzeyinde yetkiye işletme, işletme düzeyinde yetkiye işyeri diye itiraz ederek vb onlarca yöntemle davayı açmaza sürüklemeyi işveren avukatı olmanın gereği olarak gören bir avukatlık pratiği geliştirmişlerdir.
Kuşkusuz, dava açma hakkı temel bir haktır.
Kuşkusuz, dava açma hakkı tüm hakların güvencesi niteliğinde bir haktır.
Kuşkusuz, savunma hakkı sınırlandırılamaz.
Dolayısıyla işverenlerin de her türlü dava açma hakları bulunduğu gibi, yetki tespitine dava yoluyla itiraz etmeleri de yasadan doğan bir haktır.
Kuşkusuz dava açma hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesinin kendisi yargılamayı gerektirir. Ne var ki bu temel doğrular, işveren avukatlarınca geliştirilen ve sırf zaman kazanarak sendikasızlaştırmayı en az maliyetle gerçekleştirmeye dönük bu avukatlık pratiği avukatlık mesleği ile bağdaşmayan boyutlara ulaşmıştır.
Sırf işverene zaman kazandırmak için, bile bile yetkisiz mahkemelerde dava açmak, bile bile işkolu/işyeri işletme itirazlarında bulunmak öncelikle Avukatlık Kanunu’na aykırıdır. Aykırıdır çünkü, Avukatlık Kanunu daha 1. maddesinde “Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir” der.
Avukatlığın kamu hizmeti olmasının ilk koşulu avukatın muvazaalı ilişkiler içerisinde yer almayı, hakkın kötüye kullanılmasının aracısı olmayı reddetmesini zorunlu kılar.
İşyerini sendikasızlaştırmak amacıyla işverenin ihtiyaç duyduğu zamanı dava açma hakkını kötüye kullanarak elde etmeye dönük avukatlık pratiği, avukatlık mesleğinin amacıyla bağdaşmaz. Çünkü, Avukatlık Kanunu’nun 2. maddesine göre avukat; “hukuki ilişkilerin düzenlenmesini, hukuki uyuşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde” sağlamayı amaç edenmiş kişidir.
Maddenin açık anlatımından anlaşıldığı gibi avukat, bilgi ve becerisini işverene sendikasızlaştırma için zaman kazandırma doğrultusunda değil, yasanın çerçevesini çizdiği amaca ulaşmak için “hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder”.
İşyerini sendikasızlaştırmak amacıyla işverenin ihtiyaç duyduğu zamanı dava açma hakkını kötüye kullanarak elde etmeye dönük avukatlık pratiği avukatlık mesleğinin inkarıdır. Çünkü avukatlık mesleğinin nasıl yapılması gerektiği Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesinde temel ilkeler ortaya konularak belirlenmiştir. Avukatlık Kanunu 34. maddesine göre de “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.”
Avukatların mesleki rekabeti, iş bulmanın zorluğu, piyasanın avukatlık mesleğini şekillendiriyor olması, avukattan hizmet isteyen iş sahiplerinin hukukun dokunamadığı bir alan yaratmayı talep etmeleri vb onlarca gerekçe üzerinden konu tartışılabilir. Ancak hiçbir gerekçe Avukatlık Kanunu yürürlükte olduğu sürece avukatın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Avukatlık Kanunu, ahlaki yükümlülükleri sıralayan bir metin değildir. Adı üzerinde kanundur. Bu yasa avukatları bağlar. Ahlaken değil hukuken bağlar. Avukatlık Kanunu’na aykırı bir avukatlık pratiği avukatlık mesleğinin kendisini sorgulanır hale getirir. Mesleğin itibarını ve onurunu zedelemekle kalmaz, meşruiyetini sorgulatır hale getirir.
Herkesin her avukattan Avukatlık Kanunu’na uygun bir hizmet üretmesini isteme hakkı vardır. Sendikasızlaştırma operasyonları için işverene zaman kazandırmak amacıyla usul oyunlarına başvuran avukat, sadece işçileri temel bir hak olan sendika hakkından yoksun bırakmaz aynı zamanda avukatlık mesleğinin meşruiyetini de sorgulatır.
Bu sürece müdahale etmek, mesleğin meşruluğunu tartıştırmamak, bu doğrultuda etkili önlem alıp, yaptırım uygulamak da öncelikle baroların görevidir.