Genel seçimlerden 31 Mart yerel seçimlerine uzanan süreçte hayat pahalılığı, yüksek enflasyon, sefalet ücretleri vb. birikmiş sorunların karşısında işçiler sandıkta AKP’nin kolonlarını sarsacak bir tepki ortaya koydu. Elbette bu sınıfsal tepki bir anda sandıkta açığa çıkıvermedi. Uzun süredir biriken bu tepkinin ve aynı zamanda değişim dalgasının emareleri ek zam, vergide adalet ve insanca yaşanacak ücret talebiyle harekete geçen işçilerin eylem ve grevlerine de yansımıştı. Ancak, fabrika içindeki huzursuzluk ve hoşnutsuzluğun henüz istenilen düzeyde bir tepkiye evrilmediği iş yerlerindeki birbirine güvensizlik ise bir süredir iktidar ve burjuva muhalefet etrafında kümelenmiş işçilerin arasındaki bir kutuplaşma biçiminde devam ediyordu. Dolayısıyla, bu kutuplaşma atmosferi içinde muhalefetin ezberlerinin etkisinde kalmış mücadeleci işçiler açısından da bu çözülme emareleri yeteri düzeyde fark edilemedi.
“Bunlardan bir şey olmaz”
İki seçimin ortasında bir tarihteyiz. 8 Ekim 2023. Eskişehir’de, çalıştığı fabrika ya da iş yerinin öncü işçileriyle beraberiz. AKP’li işçilere yönelik hezeyanlar devam ediyor. “İşçiler neden hâlâ AKP’ye oy veriyor?” diye soruyor bir işçi. Başka bir işçi şöyle yanıtlıyor: “Elim kırılsın der; ama başka seçenek yok deyip gider Erdoğan’a oy verir.”
İçinde bulunduğu ekonomik koşullara, enflasyon, hayat pahalılığı ve düşük ücretlere tepki gösteren işçiler, “ses çıkarmayan” diğerleri için başka ne diyor? “Bunlardan bir şey olmaz”, “Makarnacı bunların hepsi”, “korkaklar”. Bunu söyleyen mücadeleci işçiler ilk karşılaştığı sorunda hep kendisi harekete öncülük etmeye çalışmış. Onun galiba kanında var, ya da genetiğine yazılı bir cesaret ki; bütün çalışma hayatı boyunca hiç sözünü esirgememiş. Patronla konuşmaya 10 kişi gitmişler ama kendisi burun buruna kalmış. Bu yürekliliği ve cesareti göstermeyen diğerlerinden ise “Bir şey olmaz.”
Bu süreçte geride duran işçileri sabırla ikna etmek ve hareketin önünü, arkasını ve gelişim seyrini hesaplamak yerine diğerlerini öne doğru itecek, geriden geleni toparlayacak bir tutumdan taviz vermiş. Potansiyelini sadece kendini öne atarak gerçekleştiriyor, diğerlerinin fıtratında kendi gibi genetiğine “Ses çıkarmak” yazılı olmadığı için kızıyor ve nihayetinde yalnızlaşıyor. Böylece, kendisi aynı çizgide ısrar edip dururken, gelişmekte olanı, kaynayan huzursuzluğun aynı zamanda mücadelenin de bir aracı olabileceğini göz ardı ediyor.
Çok değil 5 ay sonra “durağan”, “değişmez” ve “statik” olarak konumlandırılan işçilerin ana gövdesi sandığa gitmeyerek ya da AKP’nin karşısındaki adaya vererek, tek tek ama kolektif bir duygu birliği içerisinde bir tepki koyuyor. Fabrikasında güvenilemeyecek kadar “tekinsiz” işçilerle aynı grev çadırında dayanışmanın şaşkınlığı, seçimden sonra da “Bu kadarını da beklemiyorduk” şeklinde vuku buluyor.
Mücadeleci işçiler değişeni neden göremiyor?
Bu yüzden, bu yazının konusu burjuva muhalefet partilerinin, anket şirketlerinin ya da siyaset bilimcilerin şaşkınlığı değil; aynı fabrikada çalışan, aynı sorunları yaşayan, akşam aynı boş poşetle eve giden ve aynı huzursuzluğu yaşayan işçilerin birbirilerinin değişen eğilimlerini anlayamamaları ve bunun yarattığı güvensizlik üzerine. Bugün, harekete geçmiş ya da geçmemiş birçok ileri işçi en çok kendi sınıf kardeşlerine kızıyor. Diğerleriyle yola çıkılmaz diye düşündüğü için kendi çalışma koşullarında da bir değişim olmazmış gibi umutsuzluğa kapılıyor. Değişeni ya da değişmiş olanı neden göremiyor? Ücret kavgalarının başını çeken ve sandığa da yansıyan değişimin ana aktörü bu “güvenilmez” işçilerse burada bir terslik yok mu?
Biraz kestirme gidelim. Buradaki terslik burjuva ideolojinin işçilere nakşettiği zehirli bir düşünme biçiminden kaynaklanıyor. Özellikle de bu ileri işçi kesiminin bilincini de burjuva muhalefetin ufku belirliyor. Kendisi ileride, diğerleri geride kaldığında, işçiler onunla aynı çizgi ve düzeyde birleşemezse “Bunlardan bir şey olmaz” diyor. Ana gövde ise fabrikada göze batmamak ama kendi çıkarlarını da korumak arasındaki çelişkili zeminde hareket ederken; geçim kaygısı üzerine kurulu sorunlarının bir an önce çözülmesi için “altın vuruş” arayabiliyor. En yaygınları kripto para ve halka arz edilen hisseleri takip etmek, araba al sat yapmak gibi bireysel yöntemlerle ve hatta sendikal bürokrasinin çarkında kendi çıkarlarını korumaya çalışmayı dahi içerebiliyor.
Bugün, harekete geçmiş ya da geçmemiş birçok işçi, kendisi gibi diğerlerinin de örtük/gizli ya da açık bir şekilde koşullarından rahatsız ve hoşnutsuz olduğuna ve bu hoşnutsuzluğun nasıl sabırla ilmek ilmek örülerek örgütlü bir tepkiye çevrileceğine odaklanmıyor. Yani soyutlamasını sömürü ilişkilerinin başlangıç noktası olan üretim ilişkileri içerisinden değil; burjuva ideolojinin ona öğrettiği dışsal unsurlardan yola çıkarak yapıyor. Maddi koşulların basıncı altındaki örgütsüz ve mücadele deneyimi, kazanım hafızası zayıf işçilerin; sınıf çelişkilerine dışsal dayanaklarla, burjuva muhalefet ve küçük burjuva dogmalar tarafından taşınmış ve sorunun özüne yabancı kategoriler ile birbirini sınayarak ayrışması da bundan kaynaklanıyor. Seçtiği eğilimler ileriye doğru bir tasarlamanın kalkış noktası haline gelebilecek değil; tam da durağan gibi görünenin umutsuzluk potasında eridiği burjuva ideolojinin çelişkileri olabiliyor.
Peki şimdi nereye?
Gelinen noktada, açlık sınırının altında kalan ücretlerle, ek iş yaparak da olsa ayın sonunu getiremeyen, kirasını ve faturasını ödemekte zorlanan işçiler açısından tüm bu baş etme yöntemlerinin “idare edememenin” sınırlarında eridiği ve son kertede kaynayan bir huzursuzluk ve öfkenin ilk parıltıları olduğunu görmek gerekiyor. Kendi sınıfsal çıkarlarını korumak için canhıraş her metodu deneyen, günü kurtarmaya çalışan işçilerin ana gövdesi ile onlardan bir şey olmayacağını düşünen işçilerin birleşeceği zemin tam da burasıdır.
***
31 Mart seçimleri ile gücünü tahkim etmek isteyen tek adam yönetimi büyük bir yenilgi yaşadı. Gittikçe yorulan, yitikleşen, çöküş sürecine giren ve emekçilere yönelik saldırı dozunu daha da yükseltecek bir iktidar var işçilerin karşısında. Bu yüzden, işçiler sadece kendi sınıfının eğilimlerini değil; burjuvazinin hamlelerinin, saldırılarının yönünü de bu sınıf kavgası içerisinden okumak zorunda. Özcesi; emek ve sermaye arasında dönemsel yenilgiler, tavizler, önlemler ve vaatler üzerine kurulu bu bilek güreşi gün geçtikçe daha da sertleşirken işçilerin bir aradalığı, güven ve dayanışması da yeniden ve yeniden sınanacak. Bu yüzden, mücadeleci işçiler açısından da umutsuz, karamsar ve “Bunlardan olmaz”cı tutumun da dün olduğu gibi devam edemeyeceği bir zorunluluk var artık. Bu zorunluluk, hem burjuvazinin gelecekte artacak saldırı hamlelerinden hem de işçi hareketinin yeni zemininden kök salıyor.