“Birini aldatan
ötekini de aldatır.”[1]
Latin Amerika’nın 1990’lı yıllarda yükselen “pembe dalga”sı geri çekileli epey oldu.
Teslim etmeli; Venezuela’nın Chávez’iyle (göreve başlayışı: 1999) birlikte sol/solumsu devlet başkanları ve partilerin [Şili’de Ricardo Lagos (2000) ve ardından Michelle Bachelet (2006), Arjantin’de Nestor Kirchner (2003), ardından Cristina Fernandez de Kirchner (2007), Brezilya’da Lula da Silva (2003), ardından Dilma Rousseff (2011), Bolivya’da Evo Morales (2006), Honduras’ta Manuel Zelaya (2006), Nikaragua’da Daniel Ortega (2007), Ekvador’da Rafael Correa (2007), Uruguay’da Tabaré Vazquez (2005, 2015) ve José Mujica (2010), Paraguay’da Fernando Lugo (2008), El Salvador’da Mauricio Funes (2009) ve ardından Salvador Sanchez Cerén (2014), Peru’da Ollanta Humala (2011)] iktidara gelişi, kapitalizm karşıtlarının neoliberalizmin “TINA” (“There Is No Alternative = Seçenek Yok”) dogmasının boğuntusundan sıyrılarak, sosyal hareketlerin “Başka Bir Dünya Mümkün” şiarının hayata geçirilebileceği umuduna yönelmesinde işlevsel olmuştu.
Dahası var: “Pembe Dalga”, aynı zamanda, sömürgecilik çağından bu yana kesintisiz bir kolonyalist/emperyalist talanın hedefi olan, 20. yüzyılın büyük bölümünü ABD destekli askerî rejimlerin çizmeleri altında geçiren, neoliberalizmin deneme tahtası kılınmış bu dünyanın en eşitsiz coğrafyasında, en alttakilerin, yoksulların bir nebze soluk almasını sağlamıştı. “Pembe dalga” boyunca bölge ülkelerinde açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfus oranları düştü, okur-yazarlık oranları arttı, sağlık göstergelerinde belirgin bir düzelme yaşandı, kadın, yerli ve LGBTİ+ haklarında kayda değer ilerlemeler sağlandı. “Pembe dalga” iktidarları bu düzelmeleri sosyal harcamaları arttırarak, asgarî ücretleri yükselterek, en kırılgan kesimlere (yaşlılar, tek ebeveynli haneler, işsizler, enformel sektör çalışanları, bedensel engelliler…) nakit yardımlarda bulunarak sağladı.
Böylelikle, örneğin Arjantin’de Kirchner’lerin yönetimi boyunca sendikalaşma oranı yüzde 20’lerden yüzde 30’lara çıkarken, ortalama işçi ücretleri katlanacak, geliri asgarî ücretin altında olan, formel istihdam dışındaki ailelere çocuklarını okula göndermeleri, aşılanmasını sağlamaları ve düzenli sağlık kontrolünden geçirmeleri koşuluyla nakit destek sağlanacak ve ülkede günde 3 doların altında bir gelirle geçinenlerin oranı yüzde 20 azalacaktı.[2] Brezilya’da Lula yönetiminde “Sıfır Açlık” gibi programlar sayesinde açlık sınırı altında yaşayan nüfusta büyük düşüşler yaşanırken nüfusun sağlık ve eğitim koşullarında ciddi iyileşme kaydedildi.[3] Venezuela’da yoksullara sağlık ve eğitim alanlarında ücretsiz destek sağlayan Bolivarcı Misyonlar programı sayesinde bu alanlarda hızlı bir gelişme sağlanırken Chávez barınma, yerel altyapılar ve gıda sübvansiyonlarıyla en yoksulların yaşam koşullarında köklü bir düzelmeyi gerçekleştirdi. Uruguay’da düşük gelirliler için konut yapımına hız verilmesi, kamu hastanelerinin ücretsiz olması, en yoksullara nakdî yardımlar ve yerli haklarında iyileştirmelerle[4] en kırılgan kesimler soluk alabildi vb.
İktisatçılar bu “yeniden dağıtım” politikalarını, 2000’li yıllardan itibaren kıtanın ihraç ürünlerinin fiyatlarındaki patlamanın mümkün kıldığı konusunda görüş birliği içerisindeler. “Yükselen ekonomiler”, özellikle kıta ülkelerinin ABD ile gerilimli ilişkilerini fırsata çeviren Çin’in kıtanın petrol, kömür, çeşitli madenler, soya, kereste vb. ihraç ürünlerine olan talebi, sol yönelimli Latin Amerika ülkelerinin sosyal bütçelerine cömertçe harcayabilecekleri bir gelir sağlamaktaydı.
Ancak, bu kaynak akışı ebedî değildi. 2010’ların ortalarında, özellikle ağırlık merkezini imalat sektöründen hizmetler sektörüne kaydırmaya yönelen Çin’de yaşanan borsaların çöküşü, Latin Amerika’nın “pembe dalga” iktidarlarını zora sokacaktı.
Zora sokacaktı, çünkü Webber’in de belirttiği gibi, Latin Amerika’nın orta-sol/sol hükümetleri alternatif ekonomik model arayışına ilişkin söylemlerine karşın, üretim ilişkileri yapısına dokunmaksızın, kapitalist işleyiş çerçevesinde elde ettikleri kârları sosyal harcamalara yönelterek, yani yeniden dağıtım politikalarıyla en kırılgan kesimleri kalkındırma yoluna gitmişlerdi. Sermayeye meydan okumak bir yana, onun neoliberal hatlarda işleyişinin önünü açtılar. Ve bu çabaları IMF, Dünya Bankası gibi finans kurumlarının övgülerine mazhar oldu.[5] Venezuela, Bolivya gibi daha radikal iddialardan yola çıkan hükümetler ise, [Bolivya’da eski gerilla lideri, Evo Morales’in yakın mesai arkadaşı, devlet başkan yardımcısı Álvaro García Linera’nın “And-Amazon kapitalizmi” “tez”(?)inde öngörüldüğü gibi], “yandaş bir kapitalist fraksiyon”un biçimlenmesinde etkin oldular. (Bir parantez: Linera’nın “And-Amazon kapitalizmi” tezi, 1960-70’li yıllarda Türkiye’de de gündemde olan, sosyalist devrimi “üretici güçler, özellikle de sınaî proletaryanın gelişmesine erteleyen ve bu amaçla bir çeşit “yerel/millî bir kapitalizmin desteklenmesini savunan “Millî Demokratik Devrim” görüşüne koşuttur. Morales Bolivyası’nın “yerli” girişimcileri destekleme yönelimi, özellikle ülkenin batı kesiminde Morales iktidarının toplumsal tabanını oluşturan Aymara ve Quechua cemaatlerde dikkate değer bir zenginleşmeye yol açarken ülkenin doğusunda (Oriente) küçük, içe kapalı kırsal cemaatler hâlinde yaşayan diğer gruplarla belirgin bir farklılaşma, hatta zaman zaman -çoğunlukla yönetim tarafından zor kullanılarak bastırılan- protesto gösterilerinde vücut bulan tepkilere yol açtı.)
Yorumcuların, “orta-sol” olarak nitelendirdikleri Şili, Brezilya, Arjantin’le tezat olarak “aşırı sol” buldukları Bolivya örneği temelinde açımlayayım: “Yükselen ekonomiler”in (BRICS: Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika Cumhuriyeti) enerji ve diğer girdilere artan ihtiyacı, tedarikçi Latin Amerika ülkelerini 2000’li yılların krizinin etkilerinden korumuş ve büyümelerini sağlamıştı. Bu durum, bu coğrafyada madencilik, doğalgaz ve petrol çıkarma ve sınaî tarım faaliyetlerinin yoğunlaşması anlamına geliyordu. Dev çokuluslu şirketler bölgenin her köşesinde arama, çıkarma, işleme faaliyetlerini sürdürüyordu. “Pembe dalga” iktidarlarının yaptığı ise, kurdukları devlet şirketleri eliyle bu şirketlerle ortaklıklar oluşturmak ve/fakat onları daha yüksek imtiyaz ücretleri ve vergilendirmeye tabi kılmaktı.
Böylelikle Evo Morales hükümeti, 2009 sonlarında Bolivya’nın neoliberal başkanı Sanchez Losada’nın (1993-97) yerli ayaklanmalarıyla püskürtülen, 13 milyon hektarlık alanı doğalgaz arama ve işletmesine açma planını devralarak, 12 milyon hektarlık alanı arama ve işletmeye açtı. Bu alanın yaklaşık yarısı, çokuluslulara tahsis edilmişti. Dahası, hükümet sözcüleri, sömürgecilik yıllarından beri maden arama-çıkarma faaliyetlerinin yürütüldüğü ülkenin batı kesimlerinin (altiplano) yanısıra, o güne dek dokunulmamış Amazonlar bölgesini de işletmeye açmaktan söz ediyor, bunun halkın refahı açısından vazgeçilmez olduğunu öne sürüyordu. Tarım alanlarının sınaî ürünlerin (özellikle biyoyakıt imalinde kullanılan soya) monokültürüne tahsisi, dolayısıyla geçimlik tarım yapan cemaatlerin topraksızlaştırılmasına yönelik girişimlerle birlikte bu ısrar, Bolivya’nın farklı yerli halkları arasında gerilimlere ve Doğu (Oriente) yerlilerinin protesto ve ayaklanmalarına neden olurken, MAS yerli protestolarını “emperyalist provokasyon” olarak kriminalize ediyordu…[6] (Geçerken belirtilmeli, benzer bir durum, Rafael Correa’nın Ekvador’unda da geçerliydi: yoksullukla mücadele programı ülkedeki madencilik faaliyetlerinin yoğunlaştırılmasına dayanan Correa iktidarı, Cumhuriyet Savcılığının açıklamasına göre 2009 yılından itibaren madencilik faaliyetlerine yönelik protestolara, “devlet güvenliğine karşı faaliyet” suçlamasıyla her yıl 300-400 dava açmıştı).[7]
Yerli cemaatlerin hoşnutsuzluğu, işçi ücretlerinin düşüklüğünün yarattığı mayalanmaya eklemlendiğinde, MAS hükümetinin toplumsal destek tabanı hızla aşınacaktı. 2019 yılı sonlarında Santa Cruz oligarşisinin gerçekleştirdiği (ABD destekli) darbenin zemini hazırdı…[8]
Son yıllarda sağın “sivil darbeler” aracılığıyla iktidarı “pembe dalga”nın elinden aldığı tek ülke, Bolivya değil. Lula da Silva’nın halefi, Brezilya devlet başkanı Dilma Roussef yolsuzluk suçlamasıyla görevden alınırken Lula aynı suçlamadan mahkûm edilerek cezaevine gönderildi – “yolsuzlukla mücadele” vaatleriyle seçimleri kazanan “Tropikal Trump”[9] Bolsonaro, Lula’yı mahkûm eden yargıcı adalet bakanlığıyla ödüllendirecekti.[10] Honduras’ta Manuel Zelaya, Anayasa değişikliği için bir referandum düzenleme konusunda ısrarlı olunca, Anayasa Mahkemesi’nin çağrısıyla müdahale eden ordu tarafından Kosta Rika’ya sürgüne gönderilirken (2009), Paraguay’da Fernando Lugo, güvenlik güçleriyle toprak işgalcisi çiftçiler arasında çıkan silahlı çatışma bahane edilerek, 2012’de bir “kongre darbesi”yle görevden alındı.
Diğer ülkelerde ise, sol hükümetler seçimleri kaybederek iktidardan uzaklaştılar (Şili, Arjantin, El Salvador, Uruguay…) Ekvador’da ise, Rafael Correa’nın üç dönem başkanlığının ardından Correa’nın desteğiyle seçimleri kazanan yardımcısı Lenin Moreno’nun (2017-21) neoliberal politikalara yönelmesi (kamu harcamalarının kısıtlanması, serbest ticaret rejimi, çalışma yasalarının esnekleştirilmesi, ALBA’dan ayrılma, şirketlerin vergilerinin düşürülmesi ve vergi borçlarının affı, dahası Venezuela ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi, ABD ile ilişkilerin güçlendirilmesi…) ile “Pembe Dalga” “içeriden” ihanete uğrayacaktı… Moreno’nun kemer sıkma politikalarına yönelik yoğun protestoların ardından, 2021 Nisanı’nda gerçekleşen seçimlerde muhafazakâr bir eski banker, Guillermo Lasso oyların yüzde 52.4’ünü alarak başkanlık koltuğuna oturdu…
Böylelikle 2010’lu yılların ortalarında, Latin Amerika’nın “Pembe Dalga”sı bir-iki istisna dışında (Meksika’da 2018’den beri devlet başkanlığı görevini yürüten Andres Manuel Lopez Obrador – AMLO, Nikaragua’da 2007’den beri devlet başkanı olan Sandinist lider Daniel Ortega Saavedra, Venezuela’da Chávez’in ölümünden sonra koltuğu devralan Nicolas Maduro…) hemen tümüyle çekilmiş, meydan “ılımlı”sından “aşırı”sına, sağcı iktidarlara bırakmıştı: Brezilya’da Bolsonaro, Kolombiya’da Duque, Arjantin’de Mauricio Macri, Şili’de Sebastian Pinera…
Ama yerkürenin bu “en düşük büyüme hızına sahip, en şiddete belenmiş, en eşitsiz bölgesi”nde[11] sağ yoksullar için ne vaad edebilirdi ki? Bogota merkezli “Kolombiya Risk Analiz Merkezi’nden Sergio Guzman, “Sağ kırsal eğitim, altyapı, eşitlik, su ve arıtma vaat ediyordu ama bunların hiçbirine sahip değiliz,” diyor. “Dolayısıyla bundan sonraki adım iş insanları sınıfı ve mevcut iktisadî modelin reddi…”[12]
Kırsal mülksüzleştirme, talan, baskı, sömürünün yoğunlaşması, ırkçılık, kadın ve LGBTİ düşmanlığı, sosyal bütçelerin daha da budanması, yolsuzluklar, sokak şiddeti… “Pembe Dalga”nın yerini alan sağ iktidarların hamaseti, hele ki pandemi koşullarında, hızlı sönümlendi… Covid-19 Latin Amerika’yı büyük bir şiddetle vurmuştu. Bölgede 25 milyonu aşkın kişi enfekte olurken, 1 milyonun üzerinde can kaybı yaşandı. Sağlık sistemleri birbiri ardı sıra çöktü, başta informel çalışanlar olmak üzere en yoksullar hem sağlık hem de ekonomik açıdan darbe üzerine darbe alırken yalnızca bankada hesabı olanlar hükümet yardımlarına erişebiliyordu. Aşıya erişim ise neredeyse imkânsızdı: zenginler ve siyasal gücü olanlar aşı olmak için Miami ve San Diego’ya giderken öfke daha da kabarıyordu.[13]
Aslında protestolar pandemiden önce sokağı zapt etmişti: Şili’de toplu ulaşım ücretlerine yapılan zam, öğrenciler başta olmak üzere yüz binleri sokağa dökmüş, halk muhalefetinin basıncı, Şili siyasal elitlerini Pinochet yadigârı Anayasa’yı çöpe atarak yeni bir Anayasa için Kurucu Meclis oluşturulmasını kabullenmek zorunda bırakmıştı… Kolombiya’da ise yüz binler Başkan Duque’nin pandemi sürecindeki destekleri karşılama gerekçesiyle vergilerin arttırılması ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi girişimine karşı sokağa çıktı… 2021 1 Mayısı Kolombiya tarihinin en görkemli kalabalığına tanık olacaktı…
* * *
Latin Amerika 2020’lerde yeni bir “Pembe Dalga”ya sahne oluyor. 2018’de Meksika’da başkan seçilen Lopez Obrador’u, 2019’da Arjantin’de ılımlı-sol Peronist lider Alberto Fernandez izledi. Bolivya’da 2020’de yapılan ve seçmenlerin yüzde 90’a yakın bir katılım gösterdiği seçimlerde MAS yüzde 55’in üzerinde oy alarak başkan seçilen Luis Arce ile birlikte iktidara döndü. Arce’nin ilk icraatlarından biri, darbe yönetiminin aldığı 351 milyon dolarlık krediyi, “ülkenin bağımsızlığını korumak ve kredi koşullarının uygunsuzluğu” gerekçesiyle IMF’ye iade etmek oldu.
“Sivil darbe” ile başkanlığını ilan eden Jeanine Añez ile Luis Arce’nin seçimlerdeki rakibi Carlos Mesa seçim yenilgisini kabullenerek Arce’yi kutlamış olsalar bile, Bolivya sağı, özellikle de ülkenin doğusundaki oligarklar MAS’ı iktidardan indirme niyetlerinden vazgeçmediklerini, Kasım 2020’de hükümetin çıkardığı “haksız kazançların soruşturulması”na ilişkin yasaya karşı başlattıkları grev ile gösterdiler. MAS’ın buna tepkisi ise, Bolivya’nın en büyük işçi konfederasyonu COB ve diğer kitle örgütlerinin desteklediği, başkent La Paz’a 200 kilometrelik “Demokrasi Yürüyüşü” başlatmak oldu…[14]
Bolivya’yı, bir çiftçi ailenin öğretmen/sendikacı oğlu olan Pedro Castillo’nun 2021’de, az bir farkla (44 bin oy civarında) devlet başkanı seçildiği Peru izledi. Seçim kampanyası boyunca maden şirketlerini Peru’yu yağmalamakla suçlayan ve çokuluslu şirketlerden alınan vergileri arttırarak sağlık ve eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesine harcayacağını vurgulayan Castillo, Lima’nın elitlerini ve Peru’nun finans piyasalarını şimdilik ürkütmüş gözükse de, 2010’ların “pembe dalgası”nın sınırlarını aşmayacağının, üretim ilişkilerinin temel yapısına ilişmeyeceğinin güvencesini vermiş oluyor böylelikle. Partisi Özgür Peru’nun Marksist kanadının ısrarıyla başlarda dile getirdiği maden ve hidrokarbon endüstrilerini millileştirme vaatlerini ise, çoktan bir yana bıraktı. Eşcinsel evliliği, kürtaj, ötenazi gibi konularda muhafazakâr kampta yer alan Castillo, idam cezasını geri getirebilmek için Amerikan İnsan Hakları Konvansiyonu’ndan çekilmeyi öneriyor…[15]
Peru’yu, solcu Özgürlük ve Yeniden Kuruluş Partisi’nin adayı, kongre darbesiyle görevden alınan Manuel Zelaya’nın (2006-2009) eşi Xiomara Castro’nun oyların yüzde 53’ünü alarak başkan seçildiği Honduras izleyecekti… Castro’nun programında kadın ve insan hakları konusunda iyileşme, daha yetkin bir sağlık ve eğitim sistemi için sosyal harcamaların arttırılması, tekel ve oligopollerin iptali, serbest ticaret bölgeleri (ZEDE) projesinin iptali ve yurttaşların krediye erişimini kolaylaştırmak için kredi faizlerinin düşürülmesi bulunuyor.[16]
Latin Amerika’nın yeni “pembe dalga”sının son halkası ise, şimdilik Şili oldu. Toplu taşıma ücretlerine yapılan zammın ardından patlak veren protestolar, uluslararası sermaye çevrelerinin “kıtanın istikrar ve zenginlik adası” olarak övgüler düzdüğü ülkede neoliberal sisteme karşı dev bir protestoya dönüşürken, önce eski Anayasa’yı, ardından da neoliberal Sebastián Piñera iktidarını süpürüp götürdü. 21 Kasım 2021’de yapılan Başkanlık seçimlerinin ikinci turunda 1999-2000’deki öğrenci hareketinin liderlerinden Gabriel Boric, faşist aday José Antonio Cast karşısında oyların yüzde 55.85’ini alarak Devlet Başkanı seçildi. Göreve Mart 2022’de başlayacak olan Boric’in kabinesinin 24 bakanından 14’ü kadın. Aynı zamanda Şili tarihinin ilk açık LGBTİ bakanı da kabinede yerini alıyor. Katledilen sosyalist devlet başkanı Salvatore Allende’nin torunu Maya Fernandéz Allende ile 1999 öğrenci ayaklanmasının simge isimlerinden Camila Valejo da kabine üyeleri arasında…
Bu “radikal görüntü” bir yana, Boric ve arkadaşlarının Şili kapitalizmi karşısında “ne” yapabileceğine gelince… Seçim kampanyaları sırasında yaptığı “Şili neoliberalizmin beşiği olduysa, mezarı da olacaktır”[17] çıkışını, Başkan seçildikten sonra, “(neoliberal politikaların -b.n.) başarıları da oldu, iyi gitmeyen şeyler de,”[18] sözleriyle “tashih edecekti.” Ekonomik programında ise, eğitimin kamusal niteliğine vurgu, kamusal bir sağlık sistemi, 40 saatlik iş haftası, şirketlerin yönetim kurullarında cinsiyet eşitliği ve işçilerin temsil edilmesi, lityum çıkarma ve işletmesinin bir devlet şirketi eliyle yapılması, maden işletme şirketlerinin imtiyaz ücretlerinin arttırılması ve çevrenin korunması bulunuyor…[19]
Kıtanın yeni “pembe dalga”sı, süreceğe benziyor. Kamuoyu yoklamaları Kolombiya ve Brezilya’da 2022 yılında gerçekleşecek seçimlerde sol güçlerin iktidara geleceğine işaret ediyor. Brezilya’da Bolsonaro kâbusunun ardından Lula da Silva’nın, Kolombiya’da ise solun adayı, eski M-19 gerillası, Bogota eski belediye başkanı Gustavo Petro’nun başkan seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor…
* * *
Evet, Latin Amerika’da sol, yeniden yükselişte… Sevinmek gerekir belki ama, sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş…
21. yüzyılın (neoliberal) vahşi kapitalizmi el koyduğu coğrafyaların iliğini, kemiğini sömürdükten sonra faturayı “sol”a ödettirme gibi bir huy edindi… Kronik krizlerinin talan ettiği halklarda uyandırdığı tepkileri yatıştırma görevini, sandıkla göreve gelip sandıkla gitmeyi, sistemin özüne, mülkiyet ilişkilerine dokunmamayı taahhüt etmiş “sol” parti ve/veya koalisyonlar üstleniyor. Bu oluşumlar yerel elitleri kısmen zarara uğratsalar da, çokuluslularla ve uluslararası finans kuruluşlarıyla ilişkilerini sürdürmek zorunda kalıyor, dolayısıyla kendi hareket alanlarını daraltıyorlar. Tepkiler yatıştıktan, sokağın ateşi dindikten sonra, durumun aslında pek de düzelmediğinin (üretim/mülkiyet ilişkileri köklü biçimde değişmedikçe, bir başka deyişle, kapitalizmden vazgeçilmediği sürece, mevcut sistemin emekçilere, sömürülenlere verebileceği hiçbir şey yok, artık…) ayırdına varan kitleler, bir sonraki seçimlerde yeniden yerel ve uluslararası oligarkların özgün siyasal temsilcilerine yöneliyorlar… “Syriza modeli”…
2000’lerin “pembe dalga”sı buna bir istisna olmadı. “Pembe Dalga hükümetleri doğal kaynakların çıkartılması ve ihracatına dayalı bir birikim modelini devralıp yoğunlaştırdılar,” diyor Thea Riofrancos. “Bu model kitleler açısından önemli sosyoekonomik destek biçimlerini olanaklı kılsa da, aynı zamanda daha radikal dönüşümlerin önünü kesti.”[20]
Yeni “pembe dalga” bu oyunu bozabilecek mi? Şimdilik işbaşına gelen sol yönetimlerden hiçbiri bu yönde sinyal vermiyor. Dahası, 2000’li yıllarda kıtadaki sol yükselişe ilişkin “kaygılarını” sık sık dile getiren, hatta Venezuela, Bolivya ve Honduras’taki “sivil darbe”leri ve darbe girişimlerini desteklediği açığa çıkmış ABD yönetiminin bu seferki “hayırhah” suskunluğu da bu olasılığın gündemde olmadığına işaret ediyor.[21] ABD’nin en önemli think-tank kuruluşlarından Wilson Center’ın Latin Amerika uzmanlarından Andres Beal’in Şili’nin seçimi konusundaki şu sözleri, bu “hayırhah suskunluk”u biçimlendiren motifleri net bir biçimde gözler önüne seriyor:
“Şili Latin Amerika ve Karayibler’de piyasalarla sosyal politikaların birlikte işlemesine dayanan güçlü demokratik yönetişim ve kurumların gerçekten de sonuç alıcı olduğunu gösteren ilk ülke olabilir. Sosyalist denilen anti-demokratik Venezuela, Nikaragua ve Küba hükümetlerinin bölge için izlenecek bir model olmadığını göstermekle Şili, genç sosyal demokratlar kuşağı için küresel bir model olarak Brezilya’dan Belarusya’ya yeni liderler için esin kaynağı işlevini üstlenebilir.”[22]
11 Şubat 2022, İstanbul
N O T L A R
[1] Stefan Zweig.
[2] René Rojas (2018). The Latin American Left’s Shifting Tides, Catalyst 2 (2): 6-71.
[3] NACLA, “Introduction: Lula’s Legacy in Brazil”, 12 Mayıs 2011, https://nacla.org/article/introduction-lula%E2%80%99s-legacy-brazil.
[4] Natalia Ruiz Diaz (2008), “Mixed Results for Lugo’s First 100 Days”, http://www.ipsnews.net/ news.asp? idnews =44857.
[5] Jeffery R. Webber, “Managing Bolivian Capitalism”, Jacobin, 01.12.2014, https://jacobinmag.com/2014/01/managing-bolivian-capitalism
[6] Webber, a.y.
[7] Pablo Ospina Peralta, “Ecuador’s Dilemma”, Dissent Magazine, Kış 2019, https://www.dissentmagazine.org/article/ecuadors-dilemma. Ancak Correa yalnız muhaliflerine karşı dava açmakla yetinmemişti. 14 Aralık 2016’da Shuar yerlilerinin yıllardır topraklarındaki madencilik faaliyetlerine karşı mücadele yürüttükleri Morono Santiago bölgesinde olağanüstü hal ilan ederek orduyu yerli protestolarını bastırmakla görevlendirdi. 2009-15 yılları arasında Shuar yerlilerinin bölgedeki bakır çıkarma faaliyetlerine yönelik protestoları devlet güçleriyle yerlileri sık sık karşı karşıya getirmiş, protestocular arasında yaşamını yitirenler olmuştu (Thea Riofrancos, “What Comes After Extractivism?” Dissent Magazine, Kış 2019. https://www.dissentmagazine.org/article/what-comes-after-extractivism).
[8] Bkz. S. Özbudun, “ ‘İsa Bolivya’ya Dönüyor’ mu? Ya da Bolivya Dersleri”, Kaldıraç, Ocak 2019, sayı 222, ss. 73-82
[9] “Protest politics and the ‘crisis of the Left’ in Latin America, Bath, https://www.bath.ac.uk/case-studies/protest-politics-and-the-crisis-of-the-left-in-latin-america/
[10] Patrick Iber, “After the Pink Tide”, Dissent Magazine, Kış 2019, https://www.dissentmagazine.org /article/after-the-pink-tide
[11] Ethan Bronner, “Peru Signals Leftist Revival will Spread Across Latin America”, https://www.bloomberg.com/news/articles/2021-06-10/latin-american-politics-poised-to-shift-left-after-peru-elections
[12] Ethan Bronner, a.y.
[13] Ethan Bronner, a.y.
[14] “Bolivianos se mobilizan en rechazo al paro y en apoyo al Gobierno”, https://www.telesurtv.net/news/bolivia-rechazo-paro-oposicion-apoyo-gobierno-luis-arce-20211117-0019.html
[15] Peru: Pedro Castillo sworn in as president”, Deutsche Wellat, https://www.dw.com/en/peru-pedro-castillo-sworn-in-as-president/a-58672989
[16] “Conozca las metas del Gobierno de Xiomara Castro en Honduras”, Telesur, https://www.telesurtv.net/news/principales-objetivos-gobierno-xiomara-castro-honduras-20220125-0034.html
[17] “Gabriel Boric: From student protest leader to Chile’s president”, BBC, 20 Aralık 2021.
[18] “Una muy buena conversacion: Gabriel Boric confirmó que se reunió con Michelle Bachelet y Ricardo Lagos”, ADN, 13.12.2021. https://www.adnradio.cl/politica/2021/12/13/una-muy-buena-conversacion-gabriel-boric-confirmo-que-se-reunio-con-michelle-bachelet-y-ricardo-lagos.html
[19] Nestor Restivo, “Cual es el programa econonico de Gabriel Boric para el nuevo Chile”, Pagina 12, 10 Şubat 2022, https://www.pagina12.com.ar/391329-cual-es-el-programa-economico-de-gabriel-boric-para-el-nuevo
[20] Thea Riofrancos, “What Comes After Extractivism?” Dissent Magazine, Kış 2019. https://www.dissentmagazine.org/article/what-comes-after-extractivism
[21] ABD Başkanı Joe Biden’ın Aralık 2021’de düzenlenen “Demokrasi Zirvesi”nin açılış konuşmasında “toplumsal bölünme ve siyasal kutuplaşma yangınına körükle giden ve halklarda demokratik hükümetlerin ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldiği kanısını güçlendiren sesler”e dikkat çekmesi, yönetimi için şimdilerde “sağ popülizm” (“Trumpizm” mi demeli?)tehdidinin öncelikli olduğuna işaret ediyor. (Bkz. Anders Beal, “Social Democracy in Chile and Latin America’s New Millenial Left”, Global Americans, 4 Ocak 2022, https://theglobalamericans.org/2022/01/social-democracy-in-chile-and-latin-americas-new-millennial-left/
[22] Anders Beal, a.y.