tam tarifi olabilir mi emin değilim gerçi; ama küçük prens çöplüğü bir ülke diyebiliriz buraya… çöplüğün bir organikliği, bir işlerliği, döngüsel bir tarafı yine vardır. o yüzden şüpheliyim. çöplüğün üstünde daha taze, yeni çöpler; toplayıcılar, martılar, şu bu… bir canlılığı, bir akarı, gideri vardır.
ama ne yapmalı diye soran adamın “çamurlu suyu” misali bir küçük prens ülkesi bu. gideri yok. kanalı yok. terk edilmiş. çöplükler bile terk edildiklerinde daha kötü bir şey olabilir. çürür. çürümüş olana martı gelmez; aç insanlar bile gelmez…
girizgâh uzun oldu. küçük prens’i bilmeyen yoktur. muhtemelen okurların yarısı ya hediye etmiş ya da almıştır. hah, işte ben, bu kitabın çürütülmüşlüğünden biraz bahsedeceğim.
şahsen hikâyeden çok da zevk aldığım söylenemez. sanırım pek çocukken okumadığım için olabilir. ne de olsa büyümek böyle bir şey değil mi?
kısa zaman önce bir yayınevi emekçisi arkadaşımla sohbetim üzerine ilgimi çekti yeniden kitap. daha önce bir kez okumuş, dört beş sene önce nadide bir insandan naif bir hediye olarak almış, onun heyecanıyla da bir daha okumuştum. ama yayınevimsi yerde çalışan arkadaşın bahsettikleri, kitabın ülkede ne hale geldiği hakkında olunca bir başka meraklandım.
kitap telif süresini doldurduktan sonra ülkede basmayan yayınevi kalmadı. prens küçük; ama sakal büyüktü malum. ekmek gibi giderdi. oh ne güzel, milli eğitimin 100 temel eser listesinde de var. basalım hemen! okullara kaktıralım gitsin! bu ticari mantıkla basılan kitabın çevirisinden, kalitesinden ne çıkardı… zaten ülkede klasiklerin/telifsizlerin çevirisinde yüzde 70-80 oranında intihal var. bolca çalıntı. e, arada kaynasın işte, bunu da öyle yapalım gitsin. uğraşmayalım bir daha çeviriyle, dizgiyle, redaksiyonla falan. bas gitsin, taktik maktik yok!
şimdi bu oldum olası kokuşmuş yayıncılığın üzerine daha da ilginç olanı, başka ‘hassasiyetler’ devreye girmesi olmuş belli ki. yerli, milli ve dinî cümle hassasiyet küçük prens’te iyice tavan olmuş. bu anla(ma)yışla birlikte küçük prens’in ‘primo türk çocuğu’na evrimini çeşitli ara türlerden yola çıkarak izlemek mümkün hale geliyor. okuyanlar (ama kim bilir hangi çeviriden!) bilir; kitabın biz ‘turcisized’lar için alamet-i farikası kitapta atatürk dönemi türkiyesinden bahsetmesi ya da öyle olduğu iddiası. öyle olunca da binbir türlü çarpıtma, kendine göre eğip bükme gırla gitmiş. atatürkçüler bir kolundan, dinciler bir bacağından çekiştirmiş prensimizi… çocuk dilinden yazılmış naif bir metnin çevirisinin bile bu kadar iğdiş edilmesi, ilgilisine bulunmaz bir tahrif külliyatı bırakmış gerçekten. aşağıdaki numuneleri görünce hakkımı teslim edersin okur.
buraya eserin söz konusu kısmının fransızcasını bırakıyorum, fransızca bilenler de ingilizcesi ile olan farklılıklarını rahatlıkla göreceklerdir. En azından ben biraz google translate yardımı ile görebildim. ne google translate’i yahu dediğini duyuyorum. öyle deme. türkçe cümle yapısı, dizimi falan google için işi zorlaştırıyor, yoksa fransızca-ingilizce bunlar mecmua işler bilgisayar çevirisinde. orjinalin ardından ingilizcesini, ardından da kendi çevirimi koydum. sadece söz konusu edilen, dönem dönem infial yaratan o bir iki cümlelik kısmın çeşitli yayınevlerince icat ettikleri küçük prenslerindeki çevirilerini de devamında “sergiliyorum” ve mutlu sonla bitiriyorum merak etmeyin.
fransızca metin:
‘ai de sérieuses raisons de croire que la planète d’ou venait le petit prince est l’astéroide B 612.
Cet astéroide n’a été aperçu qu’une fois au télescope, en 1909, par un astronome turc.
Il avait fait alors une grande démonstration de sa découverte à un Congrès International d’Astronomie.
Mais personne ne l’avait cru à cause de son costume. Les grandes personnes sont comme ça.
Heureusement, pour la réputation de l’astéroide B 612 un dictateur turc imposa à son peuple, sous peine de mort, de s’habiller à l’Européenne. L’astronome refit se démonstration en 1920, dans un habit très élégant. Et cette fois-ci tout le monde fut de son avis.
Si je vous ai raconté ces détails sur l’astéroide B 612 et si je vous ai confié son numéro, c’est à cause des grandes personnes. Les grandes personnes aiment les chiffres. Quand vous leur parlez d’un nouvel ami, elles ne vous questionnent jamais sur l’essentiel. Elles ne vous disent jamais: “Quel est le son de sa voix? Quels sont les jeux qu’il préfère? Est-ce qu’il collectionne les papillons?” Elles vous demandent: “Quel âge a-t-il? Combien a-t-il de frères? Combien pèse-t-il? Combien gagne son père?” Alors seulement elles croient le connaître. Si vous dites aux grandes personnes: “J’ai vu une belle maison en briques roses, avec des géraniums aux fenêtres et des colombes sur le toit…” elles ne parviennent pas à s’imaginer cette maison. Il faut leur dire: “J’ai vu une maison de cent mille francs.” Alors elles s’écrient: “Comme c’est joli!”
ingilizce çevirisi:
I have serious reason to believe that the planet from which the little prince came is the asteroid known as B-612.
This asteroid has only once been seen through the telescope. That was by a Turkish astronomer, in 1909.
On making his discovery, the astronomer had presented it to the International Astronomical Congress, in a great demonstration. But he was in Turkish costume, and so nobody would believe what he said.
Grown-ups are like that…
Fortunately, however, for the reputation of Asteroid B-612, a Turkish dictator made a law that his subjects, under pain of death, should change to European costume. So in 1920 the astronomer gave his demonstration all over again, dressed with impressive style and elegance. And this time everybody accepted his report.
If I have told you these details about the asteroid, and made a note of its number for you, it is on account of the grown-ups and their ways. When you tell them that you have made a new friend, they never ask you any questions about essential matters. They never say to you, “What does his voice sound like? What games does he love best? Does he collect butterflies?” Instead, they demand: “How old is he? How many brothers has he? How much does he weigh? How much money does his father make?” Only from these figures do they think they have learned anything about him.
If you were to say to the grown-ups: “I saw a beautiful house made of rosy brick, with geraniums in the windows and doves on the roof,” they would not be able to get any idea of that house at all. You would have to say to them: “I saw a house that cost $20,000.” Then they would exclaim: “Oh, what a pretty house that is!”
benim yaptığım çeviri:
Küçük prensin geldiği gezegenin B-612 diye bilinen asteroid olduğuna inanmak için güçlü bir nedenim var.
Bu asteroid yalnızca bir keresinde teleskopla görülmüş. Bu da 1909 yılında bir Türk gökbilimci tarafından gerçekleştirilmiş.
Buluşunu gerçekleştirmesinin ardından, gökbilimci Uluslararası Gökbilimi Toplantısı’nda büyük bir ispatla sunmuş, ama bir Türk kıyafeti giymekteymiş, bu yüzden hiç kimse söylediklerine inanmamış.
Büyükler böyledir işte…
Neyse ki, B-612 asteroidinin itibarı için, bir Türk diktatör aksi halinde ölüm cezasıyla cezalandırmak üzere vatandaşlarının Avrupa kıyafeti giymelerini şart koşan bir yasa yapmış. Bu sayede, 1920 yılında gökbilimci ispatını etkileyici tarzı ve şıklığıyla tekrar sunmuş, ve bu sefer herkes onun tebliğini kabul etmiş.
Size bu asteroidle ilgili ayrıntıları anlatabiliyor, sizin için numarasını not edebiliyorsam, bu büyükler ve onların yöntemleri sayesindedir. Onlara yeni bir arkadaş edindiğinizi söylediğinizde, size hiçbir zaman esas konuları sormazlar. Size asla “Sesi nasıl bir ses? En çok hangi oyunları sever? Kelebek toplar mı?” demezler. Bunun yerine, “Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar para kazanıyor?”, bunları merak ederler. Ancak bu sayılarla arkadaşınızı tanıyabileceklerini sanırlar.
Eğer büyüklere, “kırmızı tuğlalı, pencerelerinden sardunyalar sarkan, çatısında kumrular olan güzel bir ev gördüm,” derseniz, o evden hiçbir şey anlayamazlar. Onlara, “Yüz milyonluk bir ev gördüm,” demeniz gerek. İşte o zaman size, “Oo, ne kadar güzel bir evmiş!” diye haykırırlar.
okuduğunuz yazı hazırlanırken bir ortağın tavsiyesi üzerine küçük prens çevirileri üzerinden çeviri yaklaşımlarını inceleyen ve eleştiren bir makale hazırlamış olan istanbul üniversitesi’nden necdet neydim hocanın tezini okuma şansım oldu. tez hem çevirmenin kaynak metne yaklaşımı bağlamında, hem de çevirmen ahlâkı bağlamında küçük prens çevirilerinin hiçbirinin kayda değer bir farkı olmadığını ortaya koydu. tezde geçen çevirilerin bir kısmı gerçekten edebiyatta önemli isimler: cemal süreya, tomris uyar, selim ileri gibi. bunlar da ne yazık ki resmî ideolojik duvarı aşamamış ya da aşmamış.
çevirilerin arasına “bu kadarı da olmaz” dedirten çok uç bir örneği de ekliyorum.
cemal süreya çevirisinde “diktatör” yerini “dediği dedik” bir öndere bırakıyor, tomris uyar’la birlikte çevirmişler, bu yüzden başka bir yayınevi -hangisi bilmiyorum- tomris uyar çevirisi olarak karşınıza çıkarmış olabilir:
Bereket versin, Asteroid B-612’nin onurunu kurtarmak için bir dediği dedik Türk önderi tutmuş bir yasa koymuş: Herkes bundan böyle Avrupalılar gibi giyinecek, uymayanlar ölüm cezasına çarptırılacak (Cemal Süreya, 1991, s. 21-22, Cem Yayınevi).
selim ileri çevirisi ne yazık ki tam bir harman. diktatör diyemiyor; ama diktatörün anlamını vermeye çalışıyor çaresizce:
Neyse ki, dediği dedik, sınırsız yetkili bir Türk başkanı çıkmış da, halkını ölüm cezasıyla korkutarak Avrupalılar gibi giyinmeye zorlamış, göktaşı B-612’nin ününü kurtarıvermiş bu yoldan (Everest, Selim İleri).
mavi bulut yayınevi’nin çevirisi kimden bilemiyorum; çevirmen “ölüm cezası” yerine “ölümle tehdit etmeyi” yeğlemiş:
Ama Asteroid B 612’nin şansına; dediği dedik bir Türk lider, karşı çıkanları ölüm cezasıyla tehdit ederek, halkının Avrupalılar gibi giyinmesini şart koştu (Mavi Bulut Yayınevi).
meltem özataç ve uğur kaynak da çevirilerinde “diktatör” yerine “otoriter lider” demeyi tercih etmişler:
Neyse ki tam o sıralar, otoriter bir Türk lideri çıkıp, halkını Avrupalılar gibi giyinmeye mecbur etti ve karşı gelenlerin ölüm cezasına çarptırılacağını duyurdu da B 612 Asteroidi sonunda hak ettiği şöhrete kavuştu (İmge Kitabevi, Fransızca aslından çeviren: Meltem Özataç).
Neyse ki otoriter bir Türk lider çıkıp kendisine karşı çıkanları ölüm cezasına çarptıracağını söyleyerek halkının Avrupalı gibi giyinmesini şart koştu da B 612 asteroidi de bu sayede tanınmış oldu (Yazılama, Çeviren: Uğur Kayrak).
remzi kitabevi’nden çıkan küçük prens’te türk lidere uygun bir kelime bulunamamış, nedir acaba sebebi? “en iyisi hiç bulaşmayalım” mı demek istiyorlar acaba:
Neyse ki, B 612 numaralı gök cismi itibarını yerli yerine oturtacak bir olay oldu: Bir Türk lider zorunlu bir kıyafet devrimi yaparak halkına Avrupalılar gibi giyinmelerini dayattı (Remzi Kitabevi).
hamdi tuncer kendi bakış açısına uygun biçimde eseri çevirebilmek amacıyla dipnotu bile es geçmemiş, bu arada “buyurgan” güzel buluş olmuş:
Göktaşı B 612’nin tanınması açısından mutlu bir rastlantı sonucu, bir Türk buyurgan, ölüm cezası bile öngörerek ulusunun Avrupalılar gibi giyinmesini sağladı (Yitik Ülke Yayınları, Fransızcadan çeviren: Hamdi Tuncer). Bu kitapta ilgili bölüme ilişkin çeviren notu da şöyle: “Türkiye’de giyimle ilgili ilk yasa 1925 yılında çıktı. Yasada değil ölüm, ağırca bir ceza bile söz konusu değildi.”
cesur ama yetersiz çaba olarak agora ve ithaki çevirileri; “diktatör” demişler eyvallah, zaten agora, ne olabilirdi ki; ancak cümlelerin içi geçmiş sanki, böyle zor okunur olmuşlar:
Asteroid B 612’nin şansı varmış ki bir Türk diktatör, halkını hayatları pahasına Avrupalılar gibi giyinmeye zorlamış (Agora, Çeviren: Erhan Kayaalp).
Bereket versin ki, B-612 asteroitinin ünü için de önemliydi bu, bir Türk diktatör halkına, idam cezası zoruyla Avrupalılar gibi giyinmeyi dayattı (İthaki, Çeviren: S. İpek Ortaer Montanari).
doğan egmont yayınevi bu kısma kitapta yer vermemiş. “şiirsel metin” şeklinde basılan eserin kapağında çevirmen yerine “Mavisel Yener’in özgün dizeleriyle” ifadesi geçiyor. eğer içinden “belli” kısımların çıkarılabileceği kadar özgünse adı küçük prens yerine başka bir şey olmalıydı.
emel tanver çevirisi, klasik bir örnek olması açısından önemli. o kadar bizden, o kadar samimi bir çeviri olmuş ki (!) göğsümüzü kabartıyor, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan şu günlerde bizlere ümit veriyor:
Her ne ise çok iyi bir rastlantı olarak büyük ve değerli kumandan Atatürk bütün Türklerin Avrupalılar gibi giyinmelerini sağladı. Böylelikle, daha sonraları Türk Astronomu Avrupalılar gibi giyindi ve düşüncesini tekrarladı ve B 612 asteroidinin gerçek olduğu kabul edildi (Düşünen Adam Yayınları, Çeviren: Emel Tanver).
ölüm cezası? diktatör? bunlara karşılık ya da benzer olabilecek herhangi bir kullanım? hiçbiri yok. üstüne atatürk var! allahtan bizi giydirdi de avrupalılar bize inandı! emel tanver çevirisi bence 100 temel eserde zorunlu okutulmalı.
sırada çok nadide bir çalışma var. prensler ve asteriodler emel tanverin ari ırk gezegeninden en yeşil, en mübarek, en müslüman küçük prense uzanmasa konu bu kadar ilginç olamazdı:
Astığı astık, kestiği kestik korkunç bir önder geçmiş Türklerin başına. Halkı yasa zoruyla Batılılar (Avrupalı ve Amerikalı) gibi giyinmeye mecbur etmiş. Buna karşı çıkanları öldürtmüş. Fötr şapka giymeyenlere işkence ettirmiş. Kravat takmayan öğrencileri okuldan, memurları dairelerden attırmış. Sokağa başını örterek çıkan kadınların örtülerini, genç ihtiyar demeden polis ve jandarma eliyle açtırmış. Bütün bunlardan sonra B-612’ciğin Türkler tarafından keşfedildiği kabul edilmiş. Türk gökbilimcinin 1920 yılında, ayağında pantolonu, sırtında smokini, sadece kulaklarının üst kısmında kalmış briyantinli saçları ve boynunda papyonuyla bir Batılı gibi giyinmiş olarak yaptığı aynı konuşma ve kendinin değil, Batılıların harfleriyle hazırladığı belgeler, alkışlarla karşılanmış… İşte (Batılı ve onlara benzemeye çalışan) büyükler böyledir (Nehir Yayınları, Çeviren: Muharrem Ekisçeli, 1995).
nehir yayınları’ndan çıkan ‘mücahit prens’ bu kısımlar sebebiyle 1996’da toplatılmış. en azından çeviri bölümlerinde ders olarak okutulmalı ama. muharrem, alternatif tarih dersi vermek isterken eş zamanlı küçük prens çevirisine başlamış olabilir.
sonuçta exupery bu metni yazarken çocuk okurun içinde yaşadığı ‘o çok modern’ avrupa’daki egemen ideolojiyi, şekilciliği, üstünlük iddiasını taşlamış. o toplumdan ideolojik olarak beslenenlere de eleştiri yapmayı da ihmal etmemiş. asıl odaklandığı nokta, “büyüklerin böyle olması”, “avrupalılık” denen şeyin böyle sakat bir temelinin olması. yani aslında çuvaldızı kendi toplumuna batırmış. kaldı ki bu öyle örtülü bir tarih ki exupery’nin kendisi bile amacı şapka devrimini eleştirmek bile olsa bunu ancak bir masalın içinde son derece üstü kapalı, kronolojik olarak belirsiz biçimde veriyor. gel gör ki islamcısı, kemalisti kitabı yeniden yazmaktan geri durmamış.
ve güzel final. evet iyi çeviriler de var şaşırmayın. gizem şakar artık yürek mi yemiş nedir (!) başarılı, metne sadık, anlama anlam yüklemeyen bir çeviri yapmayı ve listemizin tek yalın ve dürüst çevirisi olmayı başarıyor:
Neyse ki bir Türk diktatör Asteroit B-612’nin şerefine, halkını ölüm cezası zoruyla Avrupalılar gibi giyinmeye mecbur bırakmış (Mephisto Çocuk, Çeviren: Gizem Şakar).
son olarak okur, sonuçta küçük prens ne ki diyenleriniz var, duydum. biliyorum işler pek yolunda değil, iğneyle kuyu kazıyor gibi hissediyorsunuz; ama yine de siz siz olun, az çok demeden, ‘sabahları kendinize çekidüzen verdikten sonra, gezegeninize de çekidüzen vermeyi’ sakın unutmayın.
(Özgür Bir Dünya İçin Kaldıraç, Nisan 2018, Sayı 201)