Herkes yazıp çiziyor. Kanala laf edince başlarına gelmedik kalmayan emekli amiraller, ihaleye hazırlan Çinli firma haberleri, Sosyal Etki Değerlendirmesi raporundan detaylar derken bir hayli bilgilendik. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi de bir itiraz dilekçesi örgütlüyor. (Linki burada, 24 Nisan’a kadar itiraz edebilirsiniz, kaçırmayın. Ayrıca şikâyetinizi CİMER’den de iletebilirsiniz).
Ayrıyeten İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, “İstanbul’a ne yazık ki büyük bir ihanet projesiyle alakalı ısrara devam ediliyor. Gayri millî bir projedir. Bir beton kanalıdır. Başka hiçbir şey ifade etmemektedir. Bu gayri millî projenin yapılmaması için de sonuna kadar mücadelemizi kararlılıkla devam ettireceğiz” şeklinde bir açıklama da yaptı. Burada gayri millîlik, beton, ihanet ve mücadele anahtar kelimeler ama mevcut durum bunlara karşılık gelmiyor.
Şöyle ki;
Birincisi, bu bir millî proje. İkincisi, ortada bir ihanet varsa neden kimse adını tam olarak koymuyor? Üçüncüsü, evet Kanal İstanbul bir beton projesi ama herkes de betona çalışıyor. Dördüncüsü, ortada sadece göstermelik bir mücadele var. Son olarak, ortaya çıkan resim bize yalnızca bir kez daha nasıl muhalefet edilmeyeceğini gösteriyor. Bu şekilde yapılan muhalefetin sonuç getirmeyeceğini ise artık hepimiz biliyoruz.
Muhalefetin bu hali topluma alıştıra alıştıra kabul ettirme politikasına çok benziyor. Kamuoyunu ‘buzdağının görünen kısmı ile oyalama’ taktiği hissi veriyor. Bu muhalefet dilinde, içme suyu kapasitesinin azalması, kuraklık riski, tarım alanlarının yok edilmesi ve yok olacak ormanlar anlamsız detaylara indirgeniyor.
Gerçek resim ortaya konsa bu projenin yaşama şansı yok. Ama böyle taksit taksit, adeta toplumu sonuçlara alıştırarak yapılan muhalefetin, projeye katkı sağlamaktan başka bir işe yaramadığını kesinlikle söyleyebiliriz. Bunu Atatürk Orman Çiftliği’ne saray, Çanakkale Boğazı’na köprü, Kaz Dağı’na altın madeni, Kuzey Ormanları’na havaalanı ve köprü yapılırken de görmüştük. Ancak o zamanlara göre şimdi daha büyük bir prodüksiyon var ve bu muhalefet biçimi ile yönetmen bizleri eksiksiz bir şekilde kumar masasına sürüyor. Kimse de bunu konuşmuyor.
Muhalefet ne yapmamalı?
Öncelikle bu proje ile Arap vurgusu üstünden milliyetçilik yaparak iktidara kıyak çekmeyin. 2014-2018 yılları arasında 476 tapu işlemi ile 4 bin 800 dönüm arazinin el değiştirdiği söyleniyor. Mevcut verileri topladığımızda bunun üçte ikisini listeleyebiliyoruz. Tespit edebildiğim 3 bin 445 dönümlük kısımda ilk 5 kim biliyor musunuz? Buyurun:
İkincisi, işin içinde tabii ki yabancı sermaye ve yabancı ülkeler var. Ama bunun yerine topu topu 352 dönüm civarında arazi kapatan birkaç isimle, mevzunun aslını insanların gözünden kaçırıyorsunuz.
Üçüncüsü, hem betona karşı çıkıp hem de beton politikaları uygulamayın. Geçen haftalarda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 980 imar kararı alırken, bunun karşılığında sıfır kadın sığınma evi ve sıfır yayalaştırma kararı aldığını söylemiştik. Peki İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2021’in ilk üç ayında ne yaptı? Sıkı durun, içinde imar geçen tam 261 karar aldı. Yani ortada AKP’nin bir Beton İstanbul projesi var ama CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin elinde de alternatif bir “Beton İstanbul” projesinden başka hiçbir şey yok. Daha çok beton atanın kazanacağı öngörüsüne dayanan böylesi bir rekabet sadece Kanal İstanbul’a yarar.
‘İSTBUR Mega Bölgesi’
Dördüncüsü, projenin adı Kanal İstanbul olabilir ama politikanın adı bu değil. Bunca yıldır Ankara’daki pek çok kurumun İstanbul’a taşınmasının, bütün yatırımların Marmara Denizi’nin doğusuna yığılmasının, Çanakkale üstünden bir ring sistemi kurulmasının anlamını hiç düşündünüz mü? AKP küresel kapitalistlerle “nefis” bir oyun oynuyor ve dünyanın 29 büyük mega bölgesi içine İstanbul-Bursa hattını koyuyor. İst-Bur mega bölgesi diyebileceğimiz bu alan, 14,8 milyon nüfus ve 626 milyar dolar gelir ile dünyanın 17’nci büyük (ekonomik) bölgesi. İşte ülkenin bütün kaynaklarını buraya aktararak 21’inci yüzyılın yeni rejimini kurguluyor.
Beşincisi ve asıl önemlisi, yeni rejimin göstergelerinde gizli. Mesela kanal sadece bir kanal değil, bir hendek. Tıpkı Ortaçağ’dakiler gibi, ama moderni. Mesela doğudan üç köprü ile insanları para karşılığı şehre sokanlar, şimdi kanal üzerine yapılacak 7 köprü ile batıdan da şehre para karşılığı girilmesini sağlamayacak mı? Yani İstanbul haraç ödenen bir şehir olacak. Yani insanlar o mega bölgenin köleleri olacak. Bu da sözgelimi kuraklık hasıl olduğunda -ki olacak- suya daha çok para vermek, para yoksa köle olmayı kabul etmek demek.
Kanal İstanbul bir proje değil, küresel bir kapitalist model. Bunu anlamak için betonu anlamak lazım. Ama betonu kararak anlamak ve durdurmak mümkün değil.
Şu an hızlı çekimde “Kanal İstanbul ile nasıl mücadele edilemez” adlı bir filmi izliyoruz. İşte AKP’nin cür’eti de buradan geliyor. Bir taraftan Montrö diyor, bir taraftan çeşitli ülkelerle pazarlıklar yapıyor, diğer taraftan çeşitli anlaşmalar karşılığında belli imtiyazlar dahilinde krediler veriyor ve bu yeni ekonomik modeli, yani züccaciye dükkânına giren fili konuşmak yerine farenin derdine düşüyor muhalefet.
Buzdağının görünmeyen yüzünü kafamızı kaldırdığımızda fark edeceğiz ve bu ilüzyon yıkılacak. Ama nedense herkes oyalanmayı tercih ediyor. Acaba muhalefet projeyi durdurmayı istemiyor mu? Yoksa “iktidar gidici, kaymağını sonra ben yerim” gibi bir hayal mi kuruyor?
Beton İstanbul’a paralel bir beton belediyeciliği, Arap düşmanlığı ile kafa karıştırma, kuraklık, susuzluk diyerek iktidarın istediklerini sorun diye etiketleyerek sunmak muhalefet yapılmaz. Kanal İstanbul’un ekonomi politiğini ortaya koyarsanız zaten sıradan bir proje değil, bir rejim modeli olduğunu görürsünüz. Çünkü Kanal İstanbul bir proje değil, geleceğin Türkiye’sinin bir modeli. Paranın olduğu ve bizim olmadığımız millî bir Türkiye’nin modeli. Dünyaya sunulan alternatif bir rejim.
Bu model size göre kötü olabilir ama emin olun çok müşterisi var!
Kaynaklar: