Türkiye kapitalizmi daha fazla artı değer için daha fazla artık nüfusa ihtiyaç duyuyor artık. Bu artık nüfus da hızla toplumun orta katmanlarından devşiriliyor.
Derler ya hani, “böylesi ancak savaşlarda olur” diye. Prof. Erinç Yeldan tam da bunu anlatan bir resim koydu önümüze. BirGün gazetesinde 3 Mayıs günü yayınlanan Havva Gümüşkaya’nın röportajında sunduğu veriler, istatistiki birer sonuç olmaktan ziyade, bir ‘iç savaş’ tasviri gibiydi. Muharebenin taraflarını, ortadaki ganimeti, mağlubu-galibi açık seçik ortaya koyan bir büyük resimdi.
Prof. Yeldan’ın hazırladığı grafiği tekrar hatırlayalım.
2019 yılından sonra ülkede üretilen değerin bir avuç sermayedarla milyonlarca emekçi arasında nasıl paylaşıldığını görüyoruz. Daha doğrusu paylaşım demek hafif kalır. Zira emekçilerin aldığı pay yüzde 31,2’den yüzde 26’ya inerken, sermayenin payı yüzde 56,2’den yüzde 64’e fırlamış. Bu kadar kısa zamanda, bu denli büyük bir gelir transferinin ancak, “emeğin hiper sömürüsü ve spekülatif rantlara dayalı servet transferi” sayesinde gerçekleşebildiğini belirtiyor, Yeldan.
Bir süredir Prof. Korkut Boratav da benzer şeye dikkat çekiyordu zaten. Emekçiler aleyhine, “Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş bir bölüşüm şoku” yaşandığını söylüyordu.
Bölüşüm manzarasını tamamlayabilecek bir grafiği de aktaralım şimdi. Borsa İstanbul’a açık şirketlerin bilançolarından yapılan hesaplama, cephenin karşı tarafının durumu hakkında bir fikir veriyor:
Türkiye’de en alt sınıflara yapışık olmaktan çıkıp, toplumun orta katmanlarını da içine çeken yoksullaşmanın sebeplerini buralarda aramak lazım. Nitekim yoksulluk gelirin adil paylaşılmamasının değil, gelirin adil paylaşılmamasını garantiye alan emek rejiminin bir parçasıdır. Esnek, güvencesiz bir emek rejiminin işlemesi, ancak ve ancak toplumun geniş kesimleri yoksullaştırılarak sağlanabiliyor çünkü. Türkiye kapitalizminde son 20 yılda yaşanan en önemli kabuk değişimlerinden birisi bu. Ve AKP’nin de hakkıyla yerine getirdiği başarılı bir politika.
Sermayenin aldığı payı büyüten hiper sömürü yaygın bir yoksullaştırmayla beraber gerçekleşiyor çünkü. Türkiye kapitalizmi daha fazla artı değer için daha fazla artık nüfusa ihtiyaç duyuyor artık. Bu artık nüfus da hızla toplumun orta katmanlarından devşiriliyor. Orta sınıfların ani çöküşüne, liyakatsizliğe, diplomaların geçerliliğini yitirmesine ya da yaşam tarzının yok edilmesine dair isyanlar, tahripkar dönüşümün gündelik yaşamdaki tezahürleri. Lakin bölüşüm şokunu ıskalayan, sebebini sermayenin artık nüfus ihtiyacında görmeyen; meseleyi iktidarın kötü tercihleri, torpil vs. ile sınırlayan bir siyasetin de kederli bir isyan olmaktan öteye geçemeyeceği muhakkak. Siyasal İslamcı zorbalıkla irili ufaklı bütün sermaye kesimlerinin ihtiyacının etle tırnak olduğu en önemli yer burası. İkisini birbirinden ayırarak bir çözüm üretilemez.
Peki nedir artık nüfus?
Hakim iktisat düşüncesine yabancı bir kavram. Marx’ın ekonomi politik eleştirisinin artı değerle beraber hayati bir yapı taşı. Genel geçer iktisatta nüfus ile ekonomik büyüme arasında da bir bağ kuruluyor kuşkusuz. Düşük nüfus hızının problem olduğundan veya genç, eğitimli, vasıflı nüfusun öneminden filan bahsediliyor. Oysa artık nüfusun artmasıyla, nüfusun artması apayrı şeyler. Yani normal nüfus artmasa da artık nüfustaki artış büyük boyutlarda olur.
Marx, Kapital’de “Artık nüfus, sermayenin değişen değerlenme ihtiyaçları için gerçek nüfus artışının sınırlarından bağımsız olarak, her an sömürülmeye hazır insan malzemesi yaratır” der. Tüm zamanlara ait değil, kapitalizme özgü bir nüfus yasasıdır. Emek piyasasının bir nevi balans ayarıdır. Kriz dönemlerinde çalışanlar üzerinde baskı kurar, üretimin hızlandığı zamanlarda ise emekçilerin fazla pay taleplerini dizginler.
Marx artık nüfusu alt gruplara ayırır: Akıcı, saklı, durgun gibi. Akıcı nüfus; teknolojik vb. gelişmelerin sonucu işsiz kalır veya yeniden işe dahil olur. Saklı nüfus; çoğunlukla ev içi emek, küçük aile işletmeleri ve tarımdadır. Durgun nüfus ise kötü şartlarda minimum ücretle çalışanları, uzun süre işsiz kalıp yılanları, umudunu kesenleri vs. kapsar. Sermaye için “bitip tükenmek bilmeyen kullanılabilir emek gücü kaynağı”dır. Sermaye birikim süreciyle ilişkili olarak çöken yeni alanlardaki fazla nüfusla da yakından ilişkilidir. Düzensiz, esnek, güvencesiz, eğretidir.
İşte AKP’nin özellikle faiz-kur-enflasyon politikalarıyla beraber artırdığı servet transferleri, aynı anda gerçekleşen paranın değersizleşmesi, durgun artık nüfus havuzuna yönelik korkunç bir emek tahkimatına dönüşmüş durumda.
Hizmet sektöründeki ucuz emek patlaması, 200’den fazla üniversite açıp mezunlarının buralara mecbur bırakılması, milyonlarca gencin ne işte ne eğitimde ne de herhangi bir kamusal faaliyette yer almaması, eğitimli-eğitimsiz emeğin vasıfsızlaştırılması, pek çok esnafın pandemide zora düşüp, kur şokunda kuryeliğe geçiş yapması, durgun artık nüfusu hızla büyütüyor. Orası büyüdükçe çalışanın da, çalışmak isteyenin de, “bu ücrete hayatta çalışmam” diyenin de emeği değersizleşiyor. Ortalama ücret, asgari ücrete yaklaşıyor böylece ve tek bir ücret rejimi, emek rejiminin mutlak dayanağı haline geliyor.
Geleceğe dair de bir şeyler anlatıyor gelişmeler bize. Türkiye daha önce hiç olmadığı kadar sınıfların keskinleştiği bir topluma dönüşüyor esasında. 6 milyona yakın kamu çalışanı ve tarımdaki istihdam hariç, 2009’da 7.5 milyon olan ücretli emekçi sayısı bugün 13.7 milyona ulaştı. Ücretli emeğin işgücüne oranı yüzde 32’den yüzde 41’e; istihdama oranı ise yüzde 37’den yüzde 47’ye yükseldi. Normal nüfus artışı hızıyla kıyaslandığı zaman, yoksullaşmanın ve sınıf değişiminin hızı dikkate değer bir inceleme konusu.
Haliyle sadece 20 yılın enkazına değil; siyaseti de düşünme biçimlerini de toplumsal davranış kalıplarını da değiştiren/değiştirecek bir geleceğe de bakıyoruz…