9.3 C
İstanbul
30 Mart Pazar, 2025
spot_img

Genel grev, genel direniş şimdi I Mehmet Kızılok

İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan protestolar devam ederken, bir aydan uzun süredir tutuklu olan Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Başkanı Mehmet Türkmen serbest bırakıldı. Türkmen ilk açıklamasında mücadeleci hattıyla sendikacılığın siyasi ve toplumsal niteliğinin altını çizdi. Ayrıca, bütün sendikalara ve işçilere irade gasplarına ve hukuksuzluklara karşı işçi sınıfı ve emek güçleri olarak savaşma çağrısı yaptı. Türkmen konuşmasında meselenin artık “ne İmamoğlu ne sendika” olduğunu söylese de, sendikalara yaptığı çağrı ve sınıf bakışıyla işçi sınıfını sadece işyerinde değil toplumun bütününde temsil edebilecek bir sendikacılığı gösteriyor. Buna göre, sermaye sınıfına ve temsilcilerine karşı mücadelede sendikaların yeri sadece işyeri, amaçları sadece maaş ve zam mücadeleleri olmamalıdır. Toplumun bütün emekçi kesimlerini birleştirebilecek özgürlük mücadelesi siyasi ve toplumsal alanda büyürken üretenlerin en büyük silahı yine üretici gücünden, genel grevden gelmektedir.

Neden genel grev? Genel grevin önemi nedir? Genel grev çağrısı, sendikacılığın içine sıkıştığı dar ufku önemli bir şekilde aşar ve bir siyasi grev çağrısı olarak, amaçları işyerine kısıtlı grevlerden ayrılır. İşte tam da bu yüzden, Türkiye dâhil birçok yerde kısıtlama veya yasak altındadır. Grev hakkı normal koşullarda da olabildiğince kısıtlanmakta, grevlere işyerinde bile ancak belirli durumlarda izin verilmektedir; bunlar kapitalizmin ve işverenlerin işçileri en büyük silahlarından mahrum bırakma politikasının öncü metodudur. Dayanışma grevleri ve siyasi grevlerin tamamen yasaklanması bunun bir parçasıdır ama daha ileri bir önem taşır. Bu yasaklarla, işçilerin işçi olarak, bir sınıf olarak siyasi mücadele vermesinin önü kapatılır ve işçilerin başka işyerlerini destekleme vs. gibi dayanışma eylemlerinde bulunmaları engellenmek istenir. Böylece, işverenin ve Saray Rejimi gibi işveren temsilcisi siyasi güçlerin istediği sendika türü; işyerine kısıtlanmış, amaçları dar ekonomik kazanımları aşamayan, toplumsal ve siyasi bir güç olarak kamu sahnesine çıkamayan sendikalardır.

İşçilerin kaderi hükümet ve devlet politikalarıyla her gün belirlenirken bu kısıtlamalarla işçilerin özgün örgütlenmelerinin parçalanmış, kısıtlı, ehlîleştirilmiş kalması hedeflenmektedir. Bu nedenle, Türkmen’in açıklaması ve antidemokratik uygulamalara, baskılara, hukuksuzluklara karşı 25 Mart günü iş bırakma kararı alan Eğitim Sen’in eylemleri değerlidir. Bu tutumlar bize işçilerin işyerinde ayrı, siyasi alanda ayrı; veya bir işyerinde ayrı diğerinde ayrı çıkarları olmadığını hatırlatır. İşveren egemenliğinin sadece işyerine sınırlı olmadığını anlatır, sokakla işyeri arasındaki siyasi özdeşliği ortaya koyar.

Genel grev böylece siyasi “özgürlük,” “demokrasi” taleplerini açlığa, yoksulluğa, sömürüye karşı mücadeleyle, dünyayı yaratan emek eyleminden alınan güçte birleştirir. Bu nedenle genel grev sağlık işçilerini, eğitim işçilerini, fabrika işçilerini, hizmet işçilerini, tarım işçilerini, her türlü beyaz yakalı işçileri; kısacası, emeğini satarak geçinen herkesi kapsayacak bir hareket olarak alınmalıdır. Genel grev, işçi sınıfını sadece mavi yakalı işçiler ve onların sendikaları kapsamında alan, dar bir işçi sınıfı algısına kısıtlanamaz.

Sınıf ayrımlarının durmadan daha da netleştiği, asgarî ücretin ve emekli maaşlarının açlık ve yoksulluk sınırlarının altında belirlendiği koşullarda işçi düşmanı pratiklerin işyerine sınırlı olmadığı da belirginleşmektedir. Öyle ki 2023 verilerine göre, Türkiye’de nüfusun en yoksul %50’sinin, yani 42 milyon insanın toplam serveti, ülkedeki bütün servetin toplamının sadece %0,5’ine denk gelmektedir. En zengin %1 ise servetin %42’sine sahiptir. İşyeri ve dar ekonomik mücadelelere sınırlı sendikacılık, bu yoksulluk koşullarının ardındaki siyasi kararlara ve politikalara mahkûm kalacaktır. İBB’de en son örneğini gördüğümüz irade gasbının ardındaki güç, bu yoksulluk koşullarını yaratanla aynı güçtür, bunlara karşı mücadeleler aynı mücadeledir.

Bu şekilde, genel ve siyasi grev çağrıları ve pratikleri, boykotlardan da çok daha ileri bir önem taşımaktadır. Özgür Özel, iktidara yakın bazı markalara boykot çağrısını yükseltirken bu ayrımı anlamak esastır. Grev, boykottan neden daha önemlidir?

Boykot tüketim gücüne dayanırken, grev üretim gücüne dayanır. Birinde tüketici olarak siyasi bir eylemde bulunulurken, diğerinde üretici olarak siyasi özne olarak hareket edilir. İlk olarak, üretilen şey satılmadıkça değer ve kârın gerçekleşmesi mümkün olmasa da, üretim tüketimden daha temel olan eylemdir. Değerin yaratıldığı an üretimdedir ve bu nedenle üretimi hedef alan kolektif eylemler her zaman sistemin bütününü daha keskin bir şekilde kalbinden vurur. Üretim ve tüketim bir bütün olsa da, üretimin temel niteliğinden burada bir kesinti her zaman daha efektif bir araçtır.

Ayrıca, grevler hayatta boykotlardan daha sarsıcı ve etkin bir siyasi durum yaratırlar çünkü daha görünür ve hayatı durdurucu bir etkiye sahiptirler. Boykotun etkisi medyadan, haberlerden vs. takip edilebilir ama bireylerin gündelik yaşamında bir araya getirici ve dönüştürücü gücü sınırlıdır. Çünkü zaten günün çoğunluğu tüketimde değil üretimde geçer. Bu nedenle, gündelik hayatın dönüşümünde tüketim anında bir değişimin etkisi azdır. Üretim eyleminin durması ise kişilerin gündelik pratiğinin tamamının dönüşümünü gerektirir. Ayrıca, genel greve destek veren esnafın kepenk kapatması, durdurulan fabrikalar, okullar vs. herkesin sokağa adım attığında tecrübe edebileceği bir olağanüstü toplumsal tepki ve durumun görünürlüğünü sağlar. Kısaca, boykot genel olarak hayat aynı şekilde devam ederken gerçekleşebilirken hayatın asıl dönüşümü üretime dayalı eylemin durmasında yatar. Üretimin yukarıda bahsedilen daha esas ve yönlendirici gücü burada da yatar.

Üçüncü olarak, üretici özne olarak eylem, tüketici olarak eylemden daha ileri ve dönüştürücüdür çünkü tüketiciliğe dayalı eylem nihayetinde bireyseldir. Bu nedenle, tüketicilik üzerinden sürdürülebilir bir kolektif bir özne kurulması zor veya olanaksızdır çünkü tüketimin kendisi bireysel bir eylemdir. Üretimin kolektif karakteri ise çok daha işin özündedir ve görünürdür. Tüketici boykotu çok kişinin yapabileceği ama herkesin kendi yaptığı bir eylemdir. Grev ise kolektif olarak yapılır ve büyük bir birlik getirir; bir eylemi beraber yapıyor olmanın bilincini boykottan üstün şekilde aşılar. Bu nedenle, grev, tüketici boykotunun olamayacağı kadar birleştiricidir; bireyin çıkarının bütünle bir olduğunu gösterir. Greve çıkıldığında herkes çıkmalıdır, greve beraber devam edilir ve kimin grevde olduğu iş arkadaşlarının gözünde bellidir. Boykot yapan kişinin ise boykotta olduğunu göstermesi ancak ekstra bir çabayla olur, başkaları açısından bir fark olmadan boykota son verebilir. Grev ve özellikle genel grev bu şekilde kolektif olarak topluma apayrı bir şekilde bir şey gösteren ve örnek olan bir eylemdir. Bu nedenle cesareti yayar ve başka işçilerin de katılmasını sağlar.

Dördüncü nokta olarak; grev boykottan farklı olarak en yoksul kesimlere kadar hitap eder. Zira tüketici gücünü kullanabilmek için öncelikle tüketici gücünün olması gerekir. Kapitalizmin günümüzde dayattığı yoksulluk ve açlık koşullarında, büyük kesimler zaten Özel’in önerdiği boykot listesindeki markaların çoğundan alışveriş yapacak durumda değildir. Bu şekilde, tüketim gücü değil, üretim asıl bütünsel birleştirici güçtür.

Beşincisi, grev, boykottan farklı bir şekilde öğreticidir. Boykot eden kişi sadece önceden de zaten yaptığı bir eylemi farklı bir yöne yöneltir. Grev ise farklı bir bilinç yaratır, üretenin yöneten de olabileceğini gösterir. Çünkü, grevde hiç sayılanın her şey olduğu, bütün sistemi döndürenin yüzlerin, binlerin, milyonların her gün gerçekleştirdiği üretim eylemi olduğu görülür. Bu kitlesel üretim eylemini her gün gerçekleştirenler karşısında bir avuç “yöneten”in veya işverenin önemsiz olduğu görülür. Yani grev, dünyayı durdurarak dünyayı yaratanın ve mümkün kılanın kim olduğunu gösterir, yeni bir dünya bakışını ortaya çıkarabilir.

Sonuncu olarak, boykot sınıfsal bir eylem değilken, grevin net bir sınıfsal niteliği vardır. Ayrıştırıcı ve kimliğe dayalı siyasi müdahalelere bu temelde karşı gelmeye olanak tanır. Tüketicilik sınıfsal bir durum değildir, sermaye sahibi de açlık sınırının altında yaşayan işçi de tüketici olabilir. Üreticilik düzleminde birleşme ise kimin üretici kimin sömürücü olduğunu belirler ve gerçekten kimin üretenlerin, yoksulların, sömürülenlerin safında olduğunu gösterir. Halkın ve üretenin bütünleşik ittifakı ve iktidarı bazı tüketicilerin diğerlerine karşı değil, bütün üretenlerin üretim temelinde ittifakıyla bu şekilde kurulabilir.

Genel grevin bu dönüştürücü etkilerinin önemi, tarihî örneklerde de görülebilir. Birçok toplumsal hareket genel grevler sayesinde başarıya ulaşmış ve ilerleme kaydetmiştir. Mayıs 1968’de Fransa’yı sarsan efsanevî genel grev dalgası burada ilk akıllara gelecek olanlardandır. Fransa’da emek gücünün üçte ikisini temsil eden 10 milyon kişinin greve çıkması, başkan de Gaulle’nin ülkeden kaçmasına ve erken seçime neden olmuştu. Hindistan’da 2020’de gerçekleşen genel grev dalgası ise 250 milyon işçinin ve 10 sendikanın katılımıyla tarihin en büyük grev dalgası olarak kayıtlara geçmişti. Devam eden mücadeleyle, hedeflerden biri olan tarım politikalarından vazgeçildi. Sendikacılığın toplumsal hareketlerle bütünlüğünü savunan toplumsal hareket sendikacılığı için en önemli örneklerden biri, Güney Afrika’daki apartheid rejiminin yıkılmasında sendikaların toplumsal rolüdür. Daha bu yıl ise, Yunanistan’da 2023 yılında gerçekleşen tren kazasının ikinci yıldönümünde gerçekleşen grevler de ülkeyi durdurmuştur. Bizim tarihimizde ise elbette 15-16 Haziran direnişi işçi sınıfının coğrafyamızdaki en büyük ve siyasi alanda etkin mücadelelerinden biri olarak yol göstericidir. Bütün bunlar ve birçok başka örnek, işçi sınıfının sınıf olarak siyasi alana çıkabilmesinin büyük etkilerini göz önüne koyar.

Tabii ki işçi düşmanı kısıtlamaların ve sendika yönetimlerinin yaygın olduğu bir ortamda genel grevin önünde engeller de fazladır. Bu engellere karşı, işçilerin kendi özgün, kolektif ve ilerici iradeleri yol belirleyici olacaktır. Sendika yönetimleri sessiz kalan, grevden ve eylemden kaçınan sendikalarda mevcut işçiler kendi komiteleriyle, taban örgütlenmeleriyle bu eylemsizliği ve sarı sendikacılığı yenme gücüne sahiptir. İşçileri özgürleştirmek yerine esir alan sendikaların reddedilmesi ancak işçilerin özgün örgütlenmesinin iradesinin bu engeli cesurca aşabilmesiyle olacaktır.

Bu amaç doğrultusunda işyerlerinde atılacak her adım ve eylemin başka sendikalara örnek olma potansiyeli yüksektir. Eğitim Sen bu süreci başlatmıştır ve anında bir soruşturmayla karşı karşıya kalmıştır. Eğitim Sen’e yargının müdahalesi bütün sendikalara tehdittir, Eğitim Sen’in örnek alınmasına karşı göz dağıdır. Sendikal dayanışma buna karşı çıkmalı ve benzer eylemler geliştirilmelidir. Toplumsal ve siyasi sorumluluklarından kaçınan ve bunları görmezden gelen sendikaların işçileri gerçekten temsil etmediği, işyerlerinde, sendika toplantılarında, alanlarda dillendirilmelidir. İlerici işçiler sendika toplantıları talep etmeli, eğer sendika buna cevap vermiyorsa, kendi toplantılarını organize etmeli, kolektif bir süreci işyerlerinde başlatmalıdır. Sendikasız işyerlerinde başlayan kolektif siyasi bir mücadele ileride sendikalaşma sürecini de beraberinde getirebilir. Burada eylemlere beraber giden bir grup iş arkadaşı bile bu süreci başlatabilir ve ilerletme potansiyelini barındırır. Sokağın enerjisinin işyerinde de hakları bu şekilde ilerletmesi yukarıda bahsettiğimiz örneklerde de görülebilen sonuçlardan olmuştur. Alanlarda nasıl korku duvarları aşılıyorsa, işyerlerini de etkisiz kılan korku duvarlarına meydan okumak bütün üretenlerin elindedir.

Şu ana kadar gençlerin ve üniversitelerin dinamik enerji verdiği mücadele ancak bu şekilde toplumun bütün kesimleriyle ve sendikalarla kucaklaşarak dönüştürücü hâle gelebilir. Boykotu aşarak üretimden gelen güçle genel grev çağrısına katılmak bunun yolunu açacaktır, sokak ve işyerini birleştirecektir. Alanlarda polis tarafından saldırı ve şiddete maruz kalanların güvenliğini sağlayacak olan da ancak örgütlü bir şekilde bu mücadeleye sahip çıkıp onları koruyacak emek güçleridir. Çocukları, torunları sokakları dolduranlar, aynı cesaretle genel grev çağrısını sahiplenerek yeni Ali İsmailler, Abdullah Cömertlerin çıkmasını engelleyebilir.

Yoksulluk, sömürü, açlığa karşı mücadeleyle özgürlük için, zorbalığa ve irade gasbına karşı mücadele aynıdır; kurtuluş genel grevle ilerletilecek işçi iktidarındadır!

 

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN ŞUBAT SAYISI ÇIKTIspot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 222. SAYISI ÇIKTI!spot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,950AboneAbone Ol