Emperyalistler arası paylaşım savaşı, yeni boyutlar kazanarak sürüyor. NATO’nun Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında paylaşım hedefine koyduğu topraklara yönelik saldırgan tutumu, emperyalistler eliyle Neo-Nazilerin iktidara taşındığı Ukrayna’nın NATO’nun koç başına çevrilmek istenmesi ile yeni bir aşamaya evrildi.
Bir savaş örgütü olan NATO’nun sınırlarına dayanmasını kendisi için tehdit gören Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi ‘Üçüncü Dünya Savaşı mı başlıyor’ tartışmalarını gündeme taşırken, Neo-Nazi çetelerce 6 yıldır yangın yerine çevrilen, bir iç savaş yaşayan Ukrayna dünya gündemine girdi. Halklara karşı işledikleri suçlar saymakla bitmeyecek NATO ülkeleri hep bir ağızdan savaş karşıtlığından, demokrasiden dem vurmaya başladılar. 2014’ten bu yana 14 bin Ukraynalıyı katletmiş çetelere övgülerle, Rusya’ya dönük yaptırımlar at başı gitti. Demokrasinin anavatanı denilen Avrupa ülkelerinde insanlar Rus avına çıkmaya başladı.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından bu yana emperyalistler arası paylaşım kavgası hız kazandı. ABD, Ukrayna üzerinden, “beyin ölümü gerçekleşti” denilen NATO’yu diriltme, rakibi AB’yi kontrolü altına alma, Rusya ve Çin’e karşı daha açık bir savaş yürütme peşindedir. Avrupalı emperyalist güçler ise bu durumu ülkelerinde savaş ekonomisinin ve ırkçılığın geliştirilmesi için fırsata çeviriyor. “Büyük Batı Medeniyeti” halklara karşı bir suç makinası olan NATO eliyle gerçek yüzünü ortaya koyuyor.
Dünyada yaşanan bütün savaşların, bitmez tükenmez iç savaşların sorumlusu, buralara “adalet”, “barış”, “demokrasi” götürdüğünü iddia ederek yağmaya girişen; başta ABD olmak üzere emperyalist merkezler ve onların eli kanlı örgütü NATO’dur. Rusya ise kapitalist, fakat sömürge olmak istemeyen bir ülkedir. Emperyalistlerce paylaşım masasına konmuş bir ülkedir. Batının, Donbas bölgesinde işlenen suçlara yıllarca destek verip sessiz kalmaları iki yüzlülükten başka bir şey değildir.
Saray Rejimi işçi ve emekçilerin düşmanıdır!
Saray rejimi, özel bir organizasyon olarak gündeme gelen, rant – yağma – savaş ekonomisine dayanan bir rejimdir. Yaşayarak görüyoruz. Aksini düşünmek, her şeyin bir grup kötü adam tarafından yapıldığı anlamına gelir. Saray rejimi, işçi ve emekçilerin, halkın düşmanıdır.
Tekrardan zarar gelmez. Emperyalist merkezler arasında yaşanan paylaşım savaşı, bir türlü iradesi kırılamayan Kürt halkının mücadelesi ve Gezi direnişiyle başlayan ve devam eden ‘batıdaki’ direniş saray rejiminin kurulmasına neden oldu. Amaç, yönetememe durumuna çözüm olmaktı ama bu mümkün olmadı. Saray rejimi, gösterişli bir biçimde çözülmeye devam ediyor. Evet güçlüler; eğer güç, hakkını isteyen işçiye bir kişi bile olsa ters kelepçe takmaksa güçlüler. İşçi, genç, kadın, direnen herkese azgınca saldırmak, fabrikalara TOMA ile girmek güç ise işte o kadar güçlüler.
Bütün sistem, işçi ve emekçilerin cebinden patronların cebine kaynak aktarmak üzerine kurulu. Bütün bir halk, sanki sadece faturaları ödemek, savaş ekonomisinin çarklarını döndürmek için yaşıyor gibidir. Bu yüzden itiraz eden karşısında bütün kurumları ile devleti buluyor.
Ekonomik kriz, halkın üzerine bir kâbus gibi çökmüş haldedir. Çocukların dilinde bile bu var. Ekonomik kriz, bedelini işçi ve emekçilerin ödeyeceği bir şey olamaz. Krizin bedelini ödemesi gereken, krizin nedeni olan, krizden olağanüstü kârlar elde eden sermayedir. Bunun yolu, örgütlü işçi sınıfının toplumun bütün kesimlerine öncülük edeceği bir Birleşik Emek Cephesi’nin örülüp büyütülmesinden geçiyor.
Sarayın stepnesi, toplumsal mücadelenin freni; burjuva muhalefet!
Başta ‘Millet İttifakı’ olmak üzere burjuva muhalefetin birinci hedefi devletin bekası, bu yağma ve sömürü düzeninin devamıdır. Onca şey söylüyorlar. Ağızlarından işçi sınıfının adını duyan var mı? Bir savaş örgütü olan NATO’dan çıkılması gerektiğini söyleyen var mı? Tartıştıkları konu, Saray Rejiminin devam mı edeceği yoksa güçlendirilmiş parlamenter sistem eliyle düzenin yeniden revize mi edileceği üzerinedir. Tartışmanın hiçbir yerinde halk, işçi ve emekçiler yoktur. Bize biçtikleri rol, eğer bir sandık kurulursa oyumuzu verip yeni düzenin çarkına su taşımaktan ibarettir.
Muhalefet esas olarak, sarayın baskısının yetmediği yerde emekçi kitlelere fren olmak, geri çekmek için devrededir. Saray rejiminin birinci hedefi, bütün dinamikleri ile süren direnişlerin bastırılması, sermaye için dikensiz gül bahçesi yaratmaktır. Muhalefet, giderek düzenden kopan işçileri yeniden düzene bağlamakla görevlendirilmiştir. İçi boş ‘helalleşme’ çağrıları bunun içindir. Helalleşmek değil, bu sömürü ve yağma düzeniyle hesaplaşmaktır ihtiyaç.
Kamulaştırma işçilerin acil talebi olmalıdır!
Bir işçi ailesinin gelirinin hemen hemen tamamı kira, gıda ve faturalara gitmektedir. Durum öyle bir hale gelmiştir ki, bunları ödemek için kredi çekmek zorunda kalan insanlar vardır. Ülkenin dört bir yanında, yüksek faturalar ve fahiş zamlara karşı eylemler gelişiyor. Muhalefetin en sert tepkisi Kılıçdaroğlu’nun faturasını ödemeyeceğini açıklaması oldu. Neyse ki, Kılıçdaroğlu bu tavrının kişisel olduğunu söyledi de sarayı rahatlattı! İyi Parti’den gelen açıklama ise faturaların ödeneceği yönünde oldu. Böyle saraya böyle muhalefet!
Enerji, eğitim, sağlık, ulaşım hem pahalı hem de ulaşılamaz hizmetler haline gelmiştir. Ortalama bir işçinin yaşamı evi ile çalıştığı iş yeri arasına sıkışmış kalmıştır. İktidar sözcüleri soğan-ekmek edebiyatı yaparken, medyada çöp artıkları ile yemek yapma dersleri veriliyor. Bunu yapanların hiçbiri ‘fiyakalı’, ‘havalı’ hayatlarından bir milim taviz vermeden hayatlarına devam ediyorlar.
İşçilere düşen, bu koşullarda hayatta kalmaya çabalamak oluyor. Bu fahiş faturaları ödememek bir yoldur. Yasal olmayabilir ama meşrudur. Zira zamlar, gelen faturalar yasaldır yasal olmasına, ama akla mantığa sığmayacak düzeylerde ve gayri meşrudur. İşçiler elektriği, suyu, doğalgazı bedavaya getirmenin yollarını bulabilecek kabiliyete sahiptir ve daha şimdiden başlamışlardır da. Kılıçdaroğlu’nun zamlar geri alınmalı çağrısı, indirim çağrıları bu yüzden eksik ve düzenin razı olabileceği çözüm yollarıdır. Çözüm, temel hizmetlerin kamulaştırılması ve ücretsiz olmasıdır.
Direniş daha geniş kesimleri kapsayarak derinleşiyor!
Ocak-Şubat aylarında, son yılların en geniş çaplı işçi eylemlerine tanık olduk. 2022 yılının ilk iki ayında tam 108 adet grev gerçekleşti. Büyük bölümü örgütsüz ve kendiliğinden gelişen eylemlerde patronların dayattığı ortalama yüzde 10’luk zamlara karşı işçiler taleplerini büyük ölçüde kabul ettirdi. Küçük ve orta ölçekli işletmelerde yaşanan direnişlerin ortak noktaları üretimden gelen gücünü kullanarak hızla sonuca ulaşmak oldu.
İşçiler bir süredir Mitsuba’da, Farplas’ta, Migros Depo işçilerinin direnişinde yaşandığı üzere fabrika işgalleri gibi, direnişi patronun evinin önüne taşımak gibi ileri mücadele yöntemleri geliştiriyor. Özellikle geleneksel konfederasyonların denetimi dışındaki sendikaların işçi sendikacılığı tavrı, sendikaların nasıl bir yapıya kavuşturulması gerektiğini ortaya koyuyor.
Ülkede süren ve gelişen eylemler bununla sınırlı değil… Tüm baskı, gözaltı, tutuklamalara karşın iradesine daha fazla sahip çıkan Kürt halkı, şimdi büyük bir coşkuyla Newroz alanlarını doldurmaya hazırlanıyor. Zamlara ve hayat pahalılığına karşı gelişen ‘geçinemiyoruz’ eylemleri direnişin bir başka boyutu olarak sürüyor. Kadınlar, 8 Mart’ta ortaya koydukları militan mücadele pratiğiyle bir kez daha direniş bayrağını yükseltiyor. Doğanın ve yaşam alanlarının korunması için sürdürülen direnişlere yenileri ekleniyor. Öğrenci eylemleri yeni taleplerle sürüyor. Özetle; Gezi Direnişi’nden bu yana çeşitli biçimlerde varlığını sürdüren direniş, giderek yaygınlaşıyor, derinleşmeye devam ediyor.
Çare örgütlü direnişte, işçi sınıfının devrimcileşmesindedir!
Direnişi pencereden alkışlamak da bir katılım biçimidir ancak gelinen koşullarda ne alkışlayanın ne alkışlananın yarasına merhem değildir. Tek çare örgütlü direniştir. Sokağa inme, kavgaya omuz verme zamanıdır şimdi. Saldıran, bir avuç egemendir. Hayatımızı cehenneme çevirirken kendileri zevk-ü safa süren Saray rejimidir. Bu rejime karşı her yol ve araçla mücadeleye girişmek hem zorunludur hem de son derece meşrudur.
Bugün ihtiyacı hissedilen şey, direnişlerin ortak bir potada birleştirilmesi, başta işçi sınıfı olmak üzere, direnenlerin devrimci örgütlenmeye olan uzaklığının kırılmasıdır. Bu, her bir direnişin yerel kalmasının, yalıtılmış olmasının önüne geçmenin de yoludur.
İşçi sınıfı, varlığını başka bir sınıfın sömürülmesine borçlu olmayan yegâne sınıf olarak toplumsal mücadelenin öncüsüdür. Bu rolünü yerine getirmek için ihtiyacı olan, devrimci saflarda yerini almasıdır. Bugün öncü işçilerin görevi, işçilerin devrimcileşmesine katkı sağlayacak yol-yöntemlerin geliştirmektir. Küçük büyük demeden, gelişen her direniş, her bir işyeri komitesi, her bir direniş komitesi bu yolda atılmış önemli birer adım olacaktır.
İşçileri, geniş halk yığınlarını, burjuva partilerin kuyruğuna takılmaktan kurtaracak olan tumturaklı söylevler değil, örgütlenmede atılan küçük ama kararlı adımlardır.