Dış ilişkilerin tarihini yazdıran anlar vardır. Dönemin ABD Başkanı Donald Trump, Fırat’ın doğusuna askeri harekât hazırlıkları sürerken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı tehdit etmişti. Erdoğan’a 9 Ekim 2019’da yazdığı mektupta “Türk ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemem ama bunu yaparım da… İyi şeyler yaşanmazsa tarih seni bir şeytan olarak hatırlar. Sert adam olma! Aptal olma!” demişti. Erdoğan muhatabına hak ettiği yanıtı veremedi. Sert adam olamadı! Dik duramadı! Diplomatik teamülün gereğini yapamadı.
Trump’un halefi Joe Biden, 2018’de İstanbul’da Suudi Başkonsolosluğu’nda işlenen Cemal Kaşıkçı cinayeti nedeniyle Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı (MbS) “parya yapma” sözü vermişti. Başkan seçilince MbS’nin cinayetle bağlantısını işaret eden CIA raporunu açıkladı. Bu rapora giren bilgiler MİT’ten gelmişti. Erdoğan, Kaşıkçı cinayetini uluslararası bir meseleye dönüştürerek MbS’nin taht hesaplarını bozmak niyetindeydi. Trump ise damadı Jared Kushner’in de yönlendirmesiyle MbS’yi kayırmıştı. “Ye kürküm ye” kuralı işliyordu. MbS 10 yılda 110 milyar dolarlık silah anlaşmasıyla Trump’ı mutlu-mesut eden adamdı. Kushner’in MbS ile arası o kadar iyiydi ki Beyaz Saray’dan ayrıldıktan altı ay sonra kendi yatırım şirketi Affinity Partners’a Suudi Kamu Yatırım Fonu’ndan 2 milyar dolar aktarılmasını sağladı.
Biden ceza kabilinden Suudi Arabistan’a hassas cephane satışını durdurdu; Yemen savaşına desteği kesti. İran’la nükleer müzakerelere dönmek de Suudilerin canını sıktı. Ama MbS’yi tecrit planı tutmadı. Suudiler Rusya ve Çin’le ilişkilere ağırlık vererek “Başka ittifaklar mümkün” dedi. Dahası Ukrayna savaşı sırasında Riyad, ABD’nin petrol üretiminin artırılması baskısına direndi. “Çölün intikamı karanlık çöktüğünde gelir” dedirten bir tutumdu. Buna karşın Biden yönetimi OPEC+’da Rusya’nın işine yarayacak şekilde petrol üretimini düşürme kararının sonuçları olacağı tehdidinde bulundu. Washington Post’un incelediği gizli istihbarat belgelerinden öğreniyoruz ki MbS de “ABD ile bağları keseriz ve bunun Washington için ciddi ekonomik sonuçları olur” yanıtını verdi. Tehdide karşı tehdit! (Bu arada belgeleri sızdırmakla suçlanan eski Hava Ulusal Muhafızları çalışanı Jack Teixeira 13 Nisan’da FBI tarafından tutuklandı.) MbS’nin resti riskliydi ama sonuç verdi. Amerikan finans kurumlarındaki Suudi fonlarının azıcık yerinden oynaması yeterliydi.
Aynı merkezden gelen yaptırımcı ve buyurgan siyasete karşı iki farklı tutumun ürettiği sonuçları müşahede ediyoruz. Biri biteviye “stratejik özerklik” diye kafa ütülüyor. Diğerinin sesi yok ama sözünün etkisi “stratejik özerklik” etkisi yapıyor. Biri güya “parya”, diğeri “dünya lideri”.
***
Aralıkta sızan bir diğer istihbarat bilgisine bakılırsa Suudilerin Pekin’den SİHA, balistik füze, seyir füzesi ve izleme sistemleri alması da Amerikalılara epey dert olmuş. Çin’le ilişkileri genişletmemeleri yönünde uyarmışlar ama bu dürtme de ters tepmiş.
Suudiler Çin’in arabuluculuğunda İran’la ilişkileri normalleştirerek ABD’nin felaket senaryoları ve koruma taahhütleriyle daha fazla vakit geçirmek istemediklerini gösterdi. Gerilim ve husumetle ulaşamadıkları sonuçlara bu kez diyalogla varmayı umuyorlar.
Riyad-Tahran diyaloğuna paralel olarak geçen ay Suudi yönetimi, Suriye lideri Beşşar el Esad’ı Arap Birliği zirvesine davet etti. Biden yönetimi bunu da alttan almak zorunda kaldı. Arap Birliği Temas Grubu’nun 1 Mayıs’taki Amman toplantısında kabul edilen ve 19 Mayıs’taki liderler zirvesinde benimsenen “adıma karşı adım” yaklaşımıyla Şam’la ilişkileri normalleştirme çabasına kafadan karşı durmak yerine şunu tekrarlayıp durdular: “Esad’ın samimiyetine inanmıyoruz, normalleşmeye karşıyız, biz bunu yapmayacağız.”
Biden yönetiminin yeni dinamikler karşısında sopasını arkasına saklayıp ilişkileri yeniden yoğurmayı tercih ettiği anlaşılıyor. Kongre’den 4 milyar dolarlık silah satışına onay çıkarken Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, CIA Direktörü William J. Burns, Biden’ın Orta Doğu danışmanı Brett McGurk ve başkanlık koordinatörü Amos Hochstein sırasıyla Suudi sarayının eşiklerini aşındırdı. Son olarak Dışişleri Bakanı Antony Blinken 6 Haziran’dan itibaren Riyad’da üç gün geçirdi.
Suudiler Blinken’dan bir gün önce ABD’nin devirmek için darbeler tezgâhladığı Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’yı da ağırladı. Eğer Carakas-Washington hattında yeni bir şey pişirilmiyorsa bu davet de Suudi-Amerikan soğukluğunun üzerine tüy dikme gösterisi sayılabilir.
Tesadüf ya İran’ın Riyad Büyükelçiliği’nin açılışı da Blinken’ın ziyaretine denk getirildi.
***
Peki Blinken’ın temaslarından ne çıktı? Suudiler Çin ve Rusya’dan İran ve Suriye’ye kadar geniş yelpazede Amerikan yönlendirmelerine ne kadar prim verdi?
Peşinen Suudilerin istedikleri dengeyi kurmaya yaklaştıkları söylenebilir. Riyad, Amerikalılar istiyor diye belli ülkelere daha fazla husumet beslemeye niyetli olmadıklarını hissettirdi. Coğrafyanın pek çok köşesinde çatışmacı stratejiler elde patlamışken ve normalleşme dalgası yükselmişken Suudiler bunun üzerinde sörf yapmaktan neden geri kalsın! Herkes kendi çıkarlarının takipçisi. Blinken geldi diye bu hafta Çinli yatırımcıları Araplarla buluşturma planını çöpe atacak değiller ya!
Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, konuğu Blinken’la ortak basın toplantısında gelen sorular üzerine şu mesajı verdi:
“Çin bizim en büyük ticaret ortağımız. Doğal olarak Çin’le çok fazla kesişme var. Çin’in bölgedeki ekonomik etkisi arttığı için bu işbirliğinin büyümesi muhtemel. Ancak ABD ile hala güçlü bir güvenlik ortaklığımız var ve bu ortaklık neredeyse her gün yenileniyor. Bence hepimiz birden çok ortaklığa sahip olabiliriz.”
Yeterince açık. Bu söz, Blinken’a “Hiç kimseden ABD ile Çin arasında seçim yapmasını istemiyoruz” demekten başka bir şans bırakmadı. 18 Haziran’da Blinken’ı ağırlayacak olan Çin Dışişleri de haklı olarak bu taahhüde uygun politikalar beklediklerini açıkladı.
Petrol ithalatının yüzde 53’ünü Orta Doğu’dan sağlayan Çin rotaların güvenliğini dert edinse de ABD gibi askeri üs için kimseyi sık boğaz etmiyor. ABD’nin Orta Doğu’daki askeri harcamaları 70 milyar doları bulurken Çin’in 2023’teki toplam askeri bütçesi 224 milyar doları geçmiyor. Washington merkezli Stimson Center’ın Doğu Asya direktörü Yun Sun’un ifadesiyle “Yine de Çin askeri birlikleri hiçbir zaman Orta Doğu’ya çok sayıda konuşlanmasa bile ülkenin siyasi, ekonomik ve diplomatik varlığı hesaba katılması gereken bir güç.”
Kuşkusuz Suudilerin ABD’den kopmak gibi bir niyetleri yok. Orta Doğu’da devrim falan olmuyor. Sadece dengeyi farklı bir yerde kurmaya yarayacak araçlara sahip olduklarını gösteriyorlar. Bu ekonomiyi batırıp da SWAP diplomasisine mahkum olanların harcı değil! Suudilerin ABD’den beklentileri var: İran’la el sıkışsalar da askeri kapasiteyi artırmak için Amerikan silahlarına bakıyorlar. Körfez İşbirliği Konseyi, İran’la yer yer gerilimlerin yaşandığı Hürmüz Boğazı’nda seyrüsefer güvenliği için ABD’nin yanlarında olmasını önemsiyor. Ayrıca Suudiler barışçıl nükleer program konusunda ABD’den işbirliği bekliyor. Amerikan yönetimi İsrail’in çevresinde nükleer bir kuşak istemiyor. Fakat nihayetinde bu alana Çin’in girecek olmasını da tehlikeli buluyorlar.
***
Blinken neyle döndü diye bakıldığında sepette terörle mücadele ve istikrarın temini gibi lafların ötesinde somut bir şey yok. ABD’liler İsrail’i normalleştiren Abraham Anlaşmaları’na Suudileri de katma hedefinin hala uzağındalar. Halbuki bu konuyu fazla önemsiyorlar. Riyad, Filistin devleti kuruluncaya kadar bu adımı atmaya niyetli değil.
Biden yönetimi Ukrayna konusunda da Araplardan kakofoniye eşlik etmemelerini bekliyordu. Rusya ile ilişkileri korurken Ukrayna lideri Volodimir Zelenski’yi Arap Birliği Zirvesi’ne davet eden bir siyasi akılla baş etmek kolay değil. Hatta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Rusya’dan ucuz petrol alıp batıya satıyor.
Suriye konusunda ise dayatmalardan yeni yolları denemeye evrilen bir esneklik dikkat çekiyor. Ortak basın toplantısında Faysal, Esad’la ilgili ne düşünülürse düşünülsün Suriye krizinin yol açtığı sorunları çözmek, siyasi çözüm bulmak, sığınmacıları evlerine döndürmek ve uyuşturucu ile mücadele etmek için Şam’la diyalog kurmaktan başka yol olmadığını söyledi. Şimdiye kadar izlenen yolun başarılı olamadığını hatırlatırken Esad’dan alınan sözlerin peşinde olacaklarını vurguladı. Blinken ise Esad yönetiminin tanınmayı hak etmediğini, gerekli adımları atacakları konusunda şüpheli olduklarını ama Arap girişiminin başarısını görmek için bekleyeceklerini söyledi. Yani “Şansınız yok ama yine de deneyin” diyen bir tutum. Suriye başta olmak üzere bölge ülkelerinde İran etkisinin azalması konusunda iki ülke aynı hedefleri paylaşıyor. “Şans tanıyalım” demeleri bundan. Yalandan da olsa Riyad-Tahran barışına verilen destekten beklenen de kolları kesilemeyen İran’ın biraz “makulleşmesi”.
Özetle Riyad’ın İran’ın önlenemeyen nüfuzuyla başa çıkmak için yeni bir yaklaşıma ihtiyacı vardı. Çin’in bölgedeki artan etkisi iki yakanın buluşmasına yaradı. Bu yakınlaşma Orta Doğu’da iki farklı güç ve fikir kutbunu temsil eden İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkinin tabiatını değiştirmiyor. Çin’in Orta Doğu’daki ilişkilerine yeni enstrümanlar katması ise bölgedeki aktörleri denge arayışlarında daha cesur kılıyor.