9.3 C
İstanbul
28 Kasım Perşembe, 2024
spot_img

Bunalım, siyaseti sardı ya da ne kadar “yüksek” ise o kadar “alçak”tır – Aysun Sadıkoğlu

Yani, Saray Rejimi’nde işler paylaşılmıştır. Birisinin işi iktidar, devlet vb. Diğerinin işi belediye. Kendilerini buna göre ayarlıyorlar. Mesela, bundan sonra CHP, zaten önemi kalmamış olan parlamento seçimlerine katılmasın, hele hele cumhurbaşkanlığı seçimlerine hiç katılmasın. (Acaba Erdoğan, bu nedenle mi, bakın bundan sonra cumhurbaşkanlığı seçimi olmayacak, benim dediğimi yapın da bir kere daha kazanmış olayım mı demek istemiş?) Böylece, cumhurbaşkanı, sultan niyetine ABD tarafından açık olarak atansın. Ama belediye işleri CHP’nin işi olarak kalsın.

Siz bu satırları okuyacağınız zaman, yerel seçimler bitmiş, sonuçlar açıklanmış, peş peşe zamlar ortaya çıkmaya başlamış, muhtemelen dolar 38 TL’yi aşmış, yeni vergi paketleri açıklanmış vb. olacak.

Bu nedenle, belki de burada konu edineceğimiz hâl ve durumlara ilişkin örnekler, az ya da çok eskimiş olacak.

Bir yerel seçim süreci yaşanıyor. Daha sonuna gelmedik. Belki daha farklı “inciler” de dinleyeceğiz. Ama hepsi hepsi bir yerel seçim de olmuş olsa, seçim sürecinde Saray Rejimi’nin bunalımının siyaset sahnesine yansımalarına tanık olduk, oluyoruz.

Belki siz, bizim burada konu edineceğimiz örneklerden çok daha farklı örneklere dikkat etmiş, belki de boş ver demiş olabilirsiniz. Biz de birkaçını seçtik. Mesela Murat Kurum’un örneklerini konu bile edinmiyoruz. Sanki tüm kapitalist ülkelerde ya da çoğunda, NATO ülkelerinin hemen hepsinde, tekelci sermaye, egemenler, kendi çürümüş hâllerini yansıtmak üzere “özel tip”ler ile siyasal sahneyi dolduruyorlar. Biden hava ile el sıkışıyor. Diyelim ki alzheimer olsun, demek ki yerine aday yok. Ya da rakibi Trump, bizim Erdoğan’ın umudu, her açıklaması bir itiraf. Macron için ne diyebiliriz? Hegel, tarihte büyük olaylar ve kişiler iki kere oynar demişti. Marx buna ekleme yaptı, “ilkinde trajedi, ikincisinde komedi” diye. Napolyon Bonapart trajedi idi, Louis Bonaparte bir komedi oldu. Öyle anlaşılıyor Macron trajikomiktir. Demek, tarihte büyük kişiler üçüncü kere oynayacakları zaman, trajikomik oluyorlar. Peki Almanya’nın mimiksiz şansölyesi için ne diyeceğiz; her açıklaması, öncekini yalanlar niteliktedir. Sanki Neonazilere teslim olmuş Almanya, Hitler’in komiğini bulamamış da, öne Scholz’u sürmüş arkasına Nazi kıtalarını, böylece iki beyinli bir yaratık ortaya çıkmış ve bir o kafa konuşuyor bir diğeri.

Hepsi, tüm Batı siyasal yaşamının önünde bulunan liderler, yükseldikçe alçalan bir durumu yansıtıyorlar.

Kimisi katildir, kimisi narkotik, kimisi alzheimerdir, kimisi tarikatçıdır ve istisnası yok hepsi hırsızdır. Sermayenin gözdesi olmanın yolu, en başından “hırsızlık”tan geçer. Zira üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ya da sermaye, gerçekte büyük çaplı hırsızlığa dayanır. Bu nedenle hırsızlık, anormalite değildir.

Mesela İsrail’in Filistin’deki soykırım saldırıları karşısındaki Batı ve NATO ülkelerinin tutumunu ele alın, dediğimizi anlamakta zorluk çekmeyeceksiniz. Bunun “normal” bir hâl olmadığını biliyoruz, anormaldir ve siyasal alanda anormal, olağanüstü döneme denk gelir. Bir farkla ki, bu olağanüstü dönemde ortaya çıkan liderler, cahiliye devrinin numuneleri gibidirler. Sanki tekeller, kendi yarattıkları karanlıkta, ellerine ilk gelen “moloz”u, kendi iktidarlarının yapı taşı hâline getiriyorlar.

Bu nedenle Murat Kurum bir örnek teşkil eder mi, bilemiyoruz. Korkudan mı bilinmez, protesto edilirken alkışlandığını sanıyor. Karşı tarafa kötü bir şey söylemek isterken, kendini kötü hâllere sokuyor.

1

İlki, Erdoğan’ın ağzından döküldü. “Bu benim son seçimim” dedi. İsa’nın son akşam yemeği meşhurdur ve sanatçıların fırçalarından ünlü tablolara aktarılmıştır. Hele Rembrandt’ınki. Ama İsa’nın, hiçbir yerde “bu benim son akşam yemeğim” dediği kayıt altına alınmamıştır.

Ama Sultan Abdülhamid’in üçüncü derece kopyası, çakma padişah Erdoğan, bunun kendisinin son seçimi olduğunu söylemiştir. Eğer Abdülhamid trajedi ise, Erdoğan’ın onun komiği olduğu söylenebilir. O nedenle sözlerinde bu “komik” hâlin yansıması vardır.

Acaba ne demek istemiştir? Ya da Bahçeli’nin konuşma tarzına uygun olarak söylersek, “böyle söyleyerek ne demek istemiştir”?

Şıklar şöyle: (a) bundan sonra zaten seçim olmayacak, bu da son seçimdir mi demek istemiştir (b) ben siyaseti bırakacağım mı demek istemiştir (c) yoksa benim istediklerimi seçmezseniz, küserim mi demek istemiştir. (d) efendileri olan ABD ve NATO yetkililerine “tamam bunu da bana verin, başka istemeyeceğim” mi demek istemiştir?

Henüz bilmiyoruz.

Öncelikle, Erdoğan seçimlere girmiyor. Çünkü o bir belediye başkanı adayı değil. Zaten kendisi başkan-çoban ya da cumhurbaşkanı. Ama diyeceksiniz ki, aynı zaman da AK Parti başkanıdır ve bu durumda “benim son seçimim” derken, AK Parti’nin son seçimi demek istemiş olabilir. Hatta bir görüşe göre, artık bu seçimden sonra AK Parti başkanlığını bırakacaktır, bu nedenle son seçimim demek istemiştir. Doğru mu?

Henüz bilmiyoruz.

Belki de kendini İstanbul belediye başkan adayı olarak görüyor olabilir. Öyle ya, hava ile tokalaşmak mümkün ise, kendini belediye başkan adayı sanmak çok daha mümkündür, hiç değilse kendini hava sanmıyor.

İyi ama, Erdoğan eklemiş: “en azından yasal olarak böyle.” Yasal olarak böyle denildi mi, demek ki, cumhurbaşkanlığı seçiminden söz ediyor. Aslında 14-28 Mayıs seçimlerinde de durum yasal olarak öyle idi, Erdoğan aday olamıyordu. Ama Kılıçdaroğlu’nun gönlü buna razı değildi ve yasal olsun olmasın, onu sandıkta yenmek “dürüst” siyaset gereği idi. Hani babasının çiftliği ya burası, öyle ise, Erdoğan’ı mı incitecekti? İncitmedi. Böylece yasal olmasa da Erdoğan aday olabildi. Bununla kalmadı, elbette Kılıçdaroğlu’nun omuzları üstünden “seçilmiştir”. Ve CHP dâhil tüm burjuva partiler, seçimi meşru ilan etmiştir.

Demek Erdoğan, bir sonraki, 2028’deki seçim için hazırlık yapıyor diyebilir misiniz?

Henüz bilmiyoruz.

Ama hemen eski ve yeni Adalet Bakanları, bir sonraki sefer de, seçim bir ay erken yapılırsa mesela, aday olabileceğini söylemeye başladılar. Demek, onlar, şöyle anlamışlar: Erdoğan, bir daha cumhurbaşkanı adayı olmayacak. Bu durumda, “son akşam yemeği” gibi bir durumdan söz ediyor olabilir.

Peki Erdoğan, yerel seçimler öncesinde, neden “bu benim son seçimim” deme gereği duydu? Değil mi ki genel seçimlere daha zaman var. Acaba Erdoğan, İmamoğlu kazanırsa, yarın kendi karşısına cumhurbaşkanı adayı olarak çıkacağını mı ifade etmek istiyor? Bu durumda İmamoğlu seçilmesin, bunu önleyin mi demek istiyor?

Maalesef henüz bilemiyoruz.

Hem sonra böyle veda olur mu?

Yoksa Erdoğan, kendi cephesinin harekete geçmesini mi istiyor?

Henüz bilemiyoruz.

2

Hepsi Saray Rejimi’nin bir parçasıdır. CHP’nin de, MHP’nin de, Akşener’in de, Özdağ’ın da, Babacan’ın da, Davutoğlu’nun da, hepsinin Saray Rejimi’nin bir parçası olduğu biliniyor. 14-28 Mayıs seçimleri öncesinde bunu vurguluyorduk. Bugün, hemen herkes bunu biraz daha kavramış durumdadır.

Kılıçdaroğlu ile CHP, Erdoğan için çalışmıştır. Kılıçdaroğlu oyunu kime vermiştir bilmiyoruz ama Erdoğan’ı çok ama çok desteklemiştir. Ne kadar yüksek ise o kadar alçaktır tutumuna uygundur. Danışmanlarını bizzat Erdoğan atamamış ise, gerek olmadığındadır. Danışmanlarını Erdoğan çevresinden seçmekte müthiş başarılıdır.

Şöyle diyordu: “Alevi’yim, maalesef insan ailesini seçemiyor.” Ne kadar müthiş değil mi? Kılıçdaroğlu’na, öncelikle insan hakları bildirgesine uygun olarak, önce ailesini seçme hakkı verilmelidir.

Bugüne dönelim.

Bugün CHP, yeni bir slogana sahiptir “işimiz belediye”.

Siz CHP’yi iktidarı almaya aday bir parti mi sanıyorsunuz?

Demek yanlış sanıyorsunuz.

CHP’nin işi belediyedir.

Yani, Saray Rejimi’nde işler paylaşılmıştır. Birisinin işi iktidar, devlet vb. Diğerinin işi belediye. Kendilerini buna göre ayarlıyorlar. Mesela, bundan sonra CHP, zaten önemi kalmamış olan parlamento seçimlerine katılmasın, hele hele cumhurbaşkanlığı seçimlerine hiç katılmasın. (Acaba Erdoğan, bu nedenle mi, bakın bundan sonra cumhurbaşkanlığı seçimi olmayacak, benim dediğimi yapın da bir kere daha kazanmış olayım mı demek istemiş?) Böylece, cumhurbaşkanı, sultan niyetine ABD tarafından açık olarak atansın. Ama belediye işleri CHP’nin işi olarak kalsın.

Demek CHP’nin işi belediye imiş.

Belki de bu nedenle, belediye seçimlerinde “vaatler” bölümü oluşmaktadır. Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde vaat yok. Ama belediye seçimlerinde vaatler ortaya çıkıyor.

İşte bu nedenle olmalı, Erdoğan, “buyruğunu” veriyor ve “eğer belediye bizden olmazsa, yardım alamazsınız” diyor. Hem de bunu Hatay’da, deprem yaraları içindeki hayalet şehirde söylüyor. Yüksekte olunca, para ile oy satın almak yetmiyor, tehdit de devreye sokuluyor.

İşte bu koşullar altında CHP, “işimiz belediye” diyerek, acaba Saray’a, yanlış anlama sana karşı değiliz mi demek istiyor?

Peki işimiz belediye, tamam ama ya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sizin elinizdeki her şeyi Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile alırsa ne olacak? Ya Erdoğan, kalkar da bu ne arkadaş, devlet varken, vali varken, ben varken belediye başkanına ne ihtiyaç var derse? Tamam, demokrasi var, biz zaten laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletiyiz, ama ya derse ne olacak?

Belli ki bu nedenle İmamoğlu, seçim kampanyasını Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası gibi yürütüyor.

Belediyeler, güçlendirilmiş Saray Rejimi’nde, çöp toplama, sokak temizleme, kaldırım düzenleme vb. işleri ile meşgul olacaktır. Kalanı, yani belediyelerin birçok işi, iktidara devredilecektir. Kanımca, bir “Belediye Bakanlığı” kurulması yerinde olur; böylece, tüm belediyeler, Saray’a doğrudan bağlanabilir. Bu durumda, kayyum falan atamaya da gerek kalmaz, zaten hepsi birden kayyum yönetiminde olur.

3

Devlettir ve mutlaka bahçesi vardır. Bahçesiz devlet olmayacağı için, Devlet Bahçeli olmadan, Saray siyaseti olmaz.

Devlet Bahçeli, MHP tarikatının 11. kere başkanı seçildi. Tüm delegelerin oyunu aldı ve demokrasi zaten bunu gerektirir.

Ve Bahçeli, Erdoğan’a olan aşkını gürleyerek ilan etti. Erdoğan’a sesleniyorum, dedi. Bizi bırakamazsın, dedi. Demek Bahçeli, ya Erdoğan’ın bu benim son seçimim sözlerini “aha adam gidiyor” diye yorumladı ve aşkını ilan ederek onu durdurmak istedi ya da onun sözlerini “devreye girin, bir şey yapın” olarak anladı ve harekete geçti. Harekete geçerken, bir aşkın ilan edilmesi, elbette işe kutsiyet katmaktadır.

Bir görüşe göre, Bahçeli, bizi bırakıp da mesela DEM Parti ile hareket etme, demek istemiştir. Doğrusu, böylesi bir durum, olası yeni barış görüşmeleri yapılsa da yapılmasa da, pek olanaklı değildir. Elbette, Kürtler içinde var olan Barzanici grup, zaten ABD ve NATO şemsiyesi altında Erdoğan ile iyi ilişkilere sahiptir ve bu yeni değildir. Ama Bahçeli, bunu kastediyor olamaz.

Bahçeli’nin “bizi bırakamazsın” sözleri, Erdoğan’ın Gülen’e, “bitsin bu hasret gel” demesine benzemektedir.

4

Yerel seçimdir bu. Belediye başkanları seçilecek. Ama sistem çürümektedir. Bu nedenle olsa gerek, bu seçimleri AK Parti, eğer kaybederse, “Filistin’de cesetlerin yanında kala kala çirkinleşen Filistinli kız çocuklarının ağlayacağını” ilan ediyor.

Ne kadar yüksektendir ve ne kadar alçakçadır.

Filistin’le ticareti ve askerî ilişkileri kesmeyen bir iktidar, işe ancak böyle bakabilir. Filistin’de katledilenleri, soykırım kurbanlarını ceset, onların yanında ağlayan kız çocuklarını da çirkin gören bir göz, dilini ancak böyle kullanabilir.

Filistin’de ölülerinin yanında duran kız çocuklarının çirkin olduğunu nereden çıkartıyorsunuz? Sizin gözünüzde güzel, paradan başka, efendilerinizin yaladığınız ayakkabılarından başka bir şey değildir. Bunu biliyoruz. Ama, siz, soykırımda henüz ölmemiş olan çocukları nasıl çirkin ilan ediyorsunuz? Onlara hangi gözle bakıyorsunuz?

Çirkin sizsiniz, tüm şürekânızla.

Başka örneklere gerek var mı? Acaba atladığımız daha nice inciler içinde ele alınması gereken başka bir inci var mı?

Saray Rejimi’nin, egemenin, dünya kapitalist sisteminin, tekellerin karanlık çağının bunalımı, siyaset alanını tümden sarmıştır. Burjuva siyaset, artık, hiçbir çirkinliğini gizleme gereği duymamaktadır. Tüm pislikleri yüzlerindedir ve açık hâle gelmiştir. Maskeleri inmiştir.

Artık burjuva egemenlik çürümüştür. Ömrünü fazladan yaşayan bir canlı, bir canavar olarak her şeyi yok ederek, her şeyi kirleterek yaşamaya devam etmektedir. Çirkindir ve çirkinliklerine yakışır “lider”ler bulup çıkartmaktadırlar. Döneme uygundur. Hepsi Neonazi artıkları gibidir.

Kapitalist sistem ömrünü doldurmuştur. Ve elbette kendi kendine tarih sahnesinden çekilmeyecektir. İşçi sınıfının devrimci vuruşunu beklemektedir. Dünyayı kurtaracak olan şey, işçi sınıfının devrim isteği ile yeniden ayağa kalkmasıdır. İnsan olarak kalmak, ancak bu sisteme karşı açık ve net bir cephede yer almakla mümkündür.

Şimdi saf tutmanın, kafamızı nida ve sual işaretlerinden kurtararak mücadeleye katılmanın zamanıdır.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol