Dağı delen işçinin hikayesini bilmeyeniniz var mıdır? Hikaye şöyledir:
Bir taşocağı işçisi, yakıcı güneşin altında çalışmaktadır. Çaresizlik bu ya, kendini yakan güneşe bakarak, “Ah be şimdi güneş olmak varmış, burada taşocağı işçisi olacak yerde” der.
Hikaye bu ya, birden bizim işçi arkadaş, güneş oluverir. Ve şaşkınlığı geçer geçmez, “Şimdi bu ocağı, hatta bu dağı eriteceğim” der. Der ama ne çare, tam o sırada bir bulut gelir önüne. dağı eritmek bir yana, dağı bile göremez olur. “Ah be şimdi bulut olmak varmış meğerse” der. Ve bulut oluverir. Tam ocağın üstüne gelip serinlik yaratacakken, birden sert bir rüzgarla dağılıverir. “Demek en güçlü rüzgarmış” der ve hemen rüzgar oluverir. “Şu dağı yerinden kaldırıp atacağım” der ve hızla eser. Ama ne çare, dağ yerinden bile oynamaz.
Şaşkınlık içinde, “Ulan dağ olmak varmış” der. Dağ oluverir. Tam en güçlü benim diye yerleşmiş iken, birden aşağıdan, dağın eteklerinden sarsıldığını hisseder. Eğilir bir bakar ki, işçiler taşocağında çekiç sallamakta ve dağı kazmaktadır. “Vay be demek taşocağında işçi olmak gerekirmiş” der. Der ve olur! Anlar ki demek kendin olmak gerekirmiş. Kendine döner ve der ki; “Demek güç, emekten gelirmiş!”
Gücünün farkına varmak için kendi gerçeğini bilmek gerekir. Nedir biz işçilerin gerçeği? İşsizlikten bunalıp intihar etmek mi? Sabahtan akşama kadar it gibi çalışıp, eve eli boş gitmek, yine de borçtan başını kaldıramamak mı? Emeğimizle geçinemeyip, bahis sitelerinde, kripto para peşinde elimizdekini yitirmek mi? Sırtımızdan kendine cennet kuranların diktiği plazalara hayran hayran bakarak, birgün ‘yırtma’ hayalleri kurmak mı?
Borçlu yaşamlar!
Pandeminin başından bu yana, var olan ekonomik krizi fırsata çeviren sermaye sınıfı kârlarını katlarken, bizler borcumuzu katladık. 2021 yılının üçüncü çeyreğinde Sabancı, Koç, Eczacıbaşı, Ülker, hepsi ama hepsi satış ve kâr rekorları açıkladı. Bunu, işçileri neredeyse bedavaya çalıştırarak, devletten vergi indirimi ve teşvikler alarak yaptılar.
Biz ise borç rekorları kırıyoruz. Merkez Bankasının faiz indirim kararı örnek olsun. Faiz indirme kararı, üç başlıkta ele alınabilir. Birincisi, başta beşli çete, sermayeye kaynak aktarımı. Öyle bizim gibi 3-5 bin lira değil, akıl almaz paraları cukkaya indiriyorlar. İkincisi, beşli çetenin can suyu inşaat sektöründe daralmayı önleyip konut satışlarının önünü açmak, üçüncüsü, işçiyi, esnafı biraz daha borca sokarak hem itiraz edemez hale getirmek, hem de ‘piyasayı’ canlı tutmak.
BDDK rakamlarına göre, Ekim ayı sonunda, bankaların takipteki kredileri 151.1 milyar lira oldu. Henüz Ağustos ayında 35 milyonu aşkın kişinin bankalara borcu vardı ve bunların bir milyon 517 bini takipteki borçlardan oluşuyordu. Bu borçların yaklaşık üçte biri konut kredisinden oluşuyor. HDP’nin yaptığı araştırmaya göre, yılın ilk on ayında 76 kişi ekonomik nedenlerle hayatına son verdi. Bu rakama en az demek doğru olacaktır.
Asgari ücret süreci başlıyor!
Asgari ücret, AKP iktidarları döneminde/Saray Rejimi’nde ortalama ücret haline getirildi. Yılın ilk aylarında açlık sınırını zar zor geçen, yılın son çeyreğinde yükselen vergi dilimi ile kuşa dönen bir ücrettir asgari ücret. En büyük yolsuzluk, en büyük hırsızlık budur. TL’nin değer kaybıyla birlikte, dünyanın en ucuz iş gücü ülkesi olmaya aday durumdayız.
Asgari ücret, aslında en büyük toplu sözleşmedir. Gelgelelim, işçilerin hiç bir söz hakkı olmayan bir süreçtir aynı zamanda. Daha Kasım ayında yapılan zamlar, şimdiden asgari ücrete yapılacak zammı alıp götürdü. Yeni yılda artacak vergiler, cezalar, harçlar zamlar kapıda. Asgari ücretin geçim ücreti olabilmesi için, en az yoksulluk sınırında belirlenmesi gerekir. Bu, temel ihtiyaçların karşılanması demektir. Konuşulan rakamlar, öngörülen rakamlar bu ihtiyacı karşılamaktan uzaktır.
Asgari ücretin belirlenmesinde söz sahibi olabilmek, işçilerin sahneye çıkmasına bağlıdır. Asgari ücret mücadelesi, işçileri bu ücrete mahkum edenlerin açıklaması ile bitecek bir süreç olmaktan çıkarılmalı, sürekli bir mücadele hattı oluşturarak önümüzdeki dönemde de devam etmelidir. Sendikalar, konuyu Türk-İş’e havale ederek işin içinden çıkamaz. Yaşanan toplu sözleşme süreçleri gittikçe sendikalı işçilerinde ‘ortalama ücret’ noktasına getiriyor. En iyi sözleşmeler bile yoksulluk sınırının çok altında dersek anlaşılır olur sanırız.
Rant-yağma ve savaş ekonomisi
Saray rejimi, ekonomik alanda rant, yağma ve savaş ekonomisine dayanıyor. Rant, çok kısa sürede, hemen hemen hiç sermaye harcamadan çok büyük paraları cebe indirmektir. Yağma ile at başı gider. Savaş ekonomisi dediğimizde, ‘ekonominin kitabını yazan-baş ekonomist’ şahsımın sarf ettiği, “atılan her kurşunun bir bedeli var” sözünü hatırlayalım. Üstüne Irak’tan, Suriye’den yapılan, cihatçı çeteler eliyle yürütülen petrol ticaretini ekleyelim. Suriye’den çıkarılan tarihi eserleri, sanayi tesislerini, Afrin’den çalınan zeytinleri, insan ticaretini, Afganistan üzerinden yürütülen uyuşturucu ticaretini ekleyelim. Elbette, damat eliyle üretilip Erdoğan tarafından pazarlanan İHA, SİHA’ları unutmayalım. Savaş ekonomisi, sermayenin çok sevdiği bir alan haline geldi. Yakıp yıkmak, sonrada yeniden yapmaya talip olmak, sermayenin kârına kâr katan bir döngüdür.
Muhalefet, seçimler!
‘Muhalefet’, planlarını yapılacak seçimi kazanma üzerine yapıyor, yada öyle diyor. Seçimlerin ne zaman yapılacağı belli değildir, hatta yapılıp yapılamayacağı belli değildir. Böyle bir ihtimal üzerine plan yapmak bir plan olamaz. Hele ki işçiler, kaderini “ilk seçimde gidecekler” iddiasına teslim edemez.
Burjuva muhalefet, saray rejiminin uzantısıdır. ‘Yenikapı ruhu’ budur. İktidarın her sıkıştığı yerde yetişen muhalefetin kendisidir. Aslolan düzenin sürüp gitmesidir muhalefet için. O yüzden her fırsatta ‘aman sokağa çıkmayın’ diye tehdit mahiyetinde uyarılar yapıyorlar. Muhalefetin peşine takılmak, kargayı kendine klavuz etmekten öteye gidemez. Gerçek muhalefet, işçi ve emekçilerin oluşturacağı, toplumun ezilen bütün kesimlerini kapsayan, sömürüye, yağmaya, savaşa karşı mücadele eden kitleler tarafından yürütülen mücadelenin ürünü olacaktır.
Direnişler yolu açıyor, işçiler Birleşik Emek Cephesi’ne!
Yurdun dört bir yanında işçiler hakları için direnmeye devam ediyor. Cargill işçileri, Xaomi Salcomp İşçileri, Uğur Tekstil işçileri, Mitsuba işçileri değişik yöntemlerle direnip kazandı. Kağıt toplayıcı işçiler, işsizlik, atanamamak gibi sorunların altını çizerken nasıl mücadele edilir gösterdi. Bakırköy Belediye işçileri bir taraftan polisin baskısını kırarken diğer taraftan CHP’nin işçi düşmanı yüzünü ortaya çıkardı. Kamu emekçileri alanında, Adko Türk, Carrefour, Sinbo, Bel Karper, Neo Trend, PTT işçileri ve irili ufaklı bir çok yerde direnişler sürüyor.
Üreten, var eden bir sınıf olarak işçiler sadece yaşamı değil, geleceği de yaratan güçtür. Bütün mesele kendi gücünün farkına varmasıdır. Gücü büyütecek, birleştirecek olan örgütlü mücadeledir. İşçiler, Birleşik Emek Cephesini örgütlemeye talip olmalı, zor olanın güzelliği yarattığını bilerek adımlarını atmalıdır. Öncü işçiler, deneyimleri, bilgileri ile daha fazla sorumluluk almaya soyunmalıdır.
Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır!
İşçi Gazetesi’nin web sitesinden (https://iscigazetesi.org/) veya buraya tıklayarak sayının tamamına ulaşabilirsiniz.