COVID-19, dünyaya yayılıyor. Dünya kapitalist sisteminin, sigorta şirketleri ile ilaç şirketlerine bağlanmış olan sağlık sistemi, tam anlamı ile çöküyor.
Dünyanın sosyalist ülkelerinden Küba, insanoğlu için, “ya sosyalizm ya ölüm” ikileminin olumlu örneği olarak öne çıkıyor.
Sosyalist geçmişleri ile Çin ve Rusya, salgına karşı etkili bir mücadele yürütme yeteneklerini ortaya koyabiliyorlar.
Bizde ise, durum içler acısıdır.
Saray Rejimi, egemenlerin yönetememe durumunun açık ifadesidir. Dün de öyle idi, salgın sırasında da öyledir.
Bir yandan emperyalist paylaşım savaşımında, bir koyup beş alma hevesi ile hareket eden Saray Rejimi, tam anlamı ile çeteleşmiştir. İçeride katliam, dışarıda savaş naraları atarak ayakta durmaya çalışıyorlar. Saray Rejimi, onun başında bulunanlar, kendi varlıklarını korumak, ömürlerini uzatmak için, elde ne kaldı ise onunla, akıllara durgunluk verecek bir traji-komik varlık gösterisi içindedirler.
Sanıyorlar ki, bu yolla ömürleri uzayacak.
Sanıyorlar ki, bu karanlık, ömür boyu sürecek.
Sanıyorlar ki, bu yalan, bu katliam politikaları hep var olabilecek.
Sanıyorlar ki, halkı, işçi ve emekçileri, sonsuza kadar kandırabilecek kadar heybelerinde numaralar var.
Bir yandan paylaşım savaşı, diğer yandan ekonomik kriz, öbür taraftan kitlelerin savaş ve katliamlara karşı gelişen direnişi, Saray Rejimi’ni korku içine itmektedir.
COVID-19 salgınını da, bir çıkış yolu olarak, bir yeni rant kapısı olarak görüyorlar.
İçişleri Bakanı söylüyor, “Anayasa mahkemesinin kararları iştahımızı kırıyor” diyor. Hiçbir hukuk kırıntısı kalmasın istiyorlar.
Evet, istekleri budur.
Biz de buradayız, işçiler, emekçiler, halklar buradadır. Açıkça, tüm hukuku askıya aldığınızı açıklayın. Bakalım, Anayasa mahkemesi iştahınızı kırmayınca, daha neler yapacaksınız? On binleri hapsetmekten çok, yüz binleri hapsedebilirsiniz.
Her türlü katliamı devreye sokan, Kürtlere ve işçi sınıfına karşı açık bir savaş yürüten Saray Rejimi, sanki bir hukuk tanıyormuş gibi, iştahlarının kırılmasından söz ediyor. Bırakın, bakalım, daha neler yapacaklar?
Siz, hukukunuzu ortadan kaldırdınız.
Sıra, bizim hukukumuzdadır, sıra işçilerin, emekçilerin hukukundadır.
COVID-19 salgınını bahane bilip, “allahın lütfu” diye değerlendirip, Saray çevresindeki çetelere yeni paralar aktarıyorlar, yeni rant kapıları açıyorlar ve bunu halkla dalga geçerek yapıyorlar.
Dünyanın diğer kapitalist ülkelerinde, halka ödenekler aktarılırken, Türkiye’de, patronlara para, işçi ve emekçilere, “abdest ve kolonya” dağıtıyorlar.
Kendileri, test kitlerini satışa çıkarıyor, 2000 TL gibi fiyatlardan testleri “parası olana” satıyorlar.
Hâlâ özel hastahanelere el konulmuş değildir.
Hâlâ kolonya, dezenfektan, maske vb. karaborsadır.
Hâlâ işçiler, büyük kalabalıklar hâlinde, önlemsiz fabrikalara sürülmektedir.
Hâlâ Erdoğan, Hisarcıklıoğlu’na “gördün peşin parayı gülüyorsun” tarzında takılmaktadır.
Hâlâ devletin bakanları, “Bilim Kurulu”nun önerilerine kulak tıkamaktadır.
Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi, belediyelerin bağış- yardım toplama girişimlerine, hesaplar dondurularak cevap verilmektedir.
Saray Rejimi, Erdoğan ailesi, çeteler, buralardan toplanacak paralara da el koyma hevesindedirler.
Neymiş: “Biz bize yeteriz Türkiye”.
Bu söz, Saray tarafından, en yakındaki çetelere yapılmaktadır.
Çeteler, bir kuruş para kaybetmemek için, toplanmakta olan tüm paralara el koymak için harekete geçmiştir.
“Biz bize yeteriz”, kendileri için söylenmektedir. “Türkiye” ise, parayı verecek olanlar, sütü verecek olan inek sürüsüdür, halktır. Onlardan para gelecek, bu gelen para, çetelere yetecek, işte “biz bize yeteriz” bu demektir.
“Biz bize yeteriz”, salgına karşı bir mücadele sözü olabilir mi? Olamaz. Salgın dünya çapındadır ve dünyanın aldığı önlemler açıktır. Başarılı çalışmalar ortadadır. En azından, daha iyisi ortaya çıkana kadar mücadele yolu bellidir. “Biz bize yeteriz”, bize bir şey olmaz demenin de bir yoludur.
İşsizlik fonunu boşattılar.
Tüm hazine boşatılmıştır.
Damat Bakan, hazinenin dibine kibrit suyunu atmıştır.
Ortada bir bütçe yoktur.
Erdoğan, bu nedenle, IBAN verip kampanya başlatıyor.
Gülmeli mi, yoksa ağlamalı mı?
Kampanyaya katkı yapan kimse yok. Bunu bildikleri için, yargıtay zorunlu bağış kesintisi yapıyor, vermeyeni fişliyor. Eğitim emekçilerinden zorunlu bağış isteniyor. Sadece, “bağış” konusunda bir yeni çığır açmıyorlar, zorunlu bağış diye bir kavram yaratmakla kalmıyorlar, Diyanet İşleri Başkanlığı, hangi yere bağış yapılması caizdir diye fetva veriyor.
TC Merkez Bankası “bağış” yapıyor. Devlet, devlete bağış yapıyor. Neden? Neden, açıkça, bu kadar parayı, şu yolla işçi ve emekçilere, halka aktaracağız demiyorlar? Neden, işçi çıkarmamak koşulu ile, işçilerin tümüne asgarî ücret kadar ödeme yapacağız demiyorlar?
Açıktır ki, Saray Rejimi, salgını bahane bilerek, nemaları kesilmiş Saray çevresindeki çetelere para aktarmak için yeni bir yol oluşturmak peşindedirler.
Hiç kimse, ama hiç kimse, açıkça devlete bağış yapmak istemiyor. Kızılay biliniyor, işsizlik fonu ortada, yağma, rant, savaş ekonomisi ortada, adalara kaçırılan paralar, ihaleler ortada. Bu koşullarda hiç kimse, gönüllü olarak para vermiyor.
Normalde, büyük bir salgın karşısında, kolonya ve maske fiyatlarını bile yönetemeyen bir Saray Rejimi, ortaya çıkmış, “biz bize yeteriz” diye kampanya açıyor.
Sağlık Bakanı, açıklama için mikrofonların karşısına geçtiğinde bile, korkusunu dile getiriyor, duyulmaz sanıyor. Kontrolleri kalmamıştır. Korkudan ne yapacaklarını şaşırmış durumdadırlar. Sadece ve sadece, para, rant, yağma peşindedirler.
Erdoğan, Saray’a kapanmıştır, halka “evde kal” diyor.
Halka “evde kal” diyenler, fabrikaları durdurmuyor.
Saray Rejimi’nin, devletin salgın politikası, tam olarak, işçi ve emekçilere ölümü reva görme politikasıdır.
Sağlık Bakanı korkuyor, ama sağlık emekçileri birer birer ölüyor. 15 Nisan’da, belki de sağlık çalışanı da bulunamayacak. Tüm sağlık emekçilerini ateşe atıyorlar. Sağlık emekçileri, malzeme, ekipman yetersizliğinden söz ediyor, Bakan, tüm malzemeler karşılanıyor, diyor. Tüm malzemeler var, ama doktorlar ölüyor.
Salgına karşı tam bir beceriksizlik, ekonomik alanda ise tam bir rant dağıtma sistemi kurma peşindedirler. Salgından rant elde etme, salgından vurgun vurma politikası ile, salgına karşı önlem alınamaz.
İşçiler, emekçiler kendi kaderlerine terk edilmişlerdir.
Gerçekler, halktan gizlenmektedir.
Tabipler Birliği, daha aktif rol almalı ve rol almak için iktidardan izin ve onay beklememelidir. Hem tüm sağlık çalışanlarını korumak için, hem de salgını önlemek için, beklemek büyük hata olacaktır.
Tüm sendikalar, açıktan, işsizlik fonunun kendilerine devredilmesini talep etmeli, talep etmekle kalmamalı, bunun için genel grev-genel direniş çağrısı yapmalıdır.
Her ilçede, her mahallede, dayanışma grupları kurulmalıdır, kurulmuş olanlar açıktan desteklenmelidir. Tüm devrimciler, bu desteği göstermelidir.
İşyerleri, fabrikalar kapanmadan, halktan yana kurumların içinde olduğu kriz merkezleri kurulmadan, “evde kal” bir şey ifade etmemektedir. Nitekim sonuçlar, tüm yalanlara rağmen bunu göstermektedir.
Hastahanelere gitmek artık mümkün olmaktan çıkmıştır.
Salgına karşı devletin bu politikası, TC devletinin, Saray Rejimi’nin tüm niteliğini, halk düşmanı karakterini açığa çıkarmıştır.
İşçiler, emekçiler, kendi kaderleri ile baş başadırlar.
Öyle ise, ülkenin kaderini ele almaya soyunmak gerekir.
Madem biz istediğimiz önlemleri almakta “serbest”iz, öyle ise, iktidara gözümüzü dikmenin zamanıdır.
Sağlık alanının kamulaştırılması gereklidir. Tüm hastahaneler, en başta kamulaştırılmalıdır. Tüm medikal malzemeler ve ilaç, tıbbî gereçler üretimi kamulaştırılmalıdır ya da sadece kamuya mal üretir hâle getirilmelidir. Bu alanda çalışan işçiler, ürettikleri ürünlerin denetimini, dağıtımını, ilgili yerlere en uygun tarzda sevk edilmesini ele almalıdırlar.
Her mahallede, sağlık emekçilerinin içinde olduğu dayanışma komiteleri kurulmalı ve malzemeler, bu komitelere aktarılmalıdır.
Dayanışma komiteleri, hem sağlık için, hem de geçim sorunlarının çözümü için hareket etmelidir. Doktorlar, mahallenin, yaşam alanının hizmetinde olmalıdır. Bunun için, sağlık ocaklarının yönetimini fiilî olarak almaları gerekir.
Elektrik, su, doğalgaz, telefon vb. faturalar, salgın sonuna kadar ödenmemelidir. Buna kirayı da dahil etmek gerekir.
Ekmeği bölüşmek, esas olmalıdır. Buna uygun tarzda, mahallede ortak kazan kaynatma çalışmaları yapılmalı, hekimlerin önerdiği tarzda bir düzenleme yapılmalıdır. Her mahallede, maske vb. üretiminin koşulları yaratılmalıdır.
Stok yapanlardan malzemeler alınmalı, kamulaştırılarak, halka ulaştırılmalıdır. Bu iş, mahalledeki dayanışma komiteleri eli ile yapılmalıdır.
İşçiler, bulundukları fabrikanın fiilî yönetimini eline almalıdırlar. Fabrikada, eğer üretim yapılacaksa, bunun için gerekli tüm işçi sağlığı önlemleri de dahil, tüm sağlık önlemlerini bizzat kendileri almalıdırlar. Servislerin organizasyonu da bunun içinde olmalıdır. Zorunlu olmayan çalışma alanlarında çalışanlar işini kaybetmiş ise, işsizlik fonundan ücretlerini almalıdırlar. Bunun için, işsizlik fonu, hazinenin denetiminden çıkmalı ve doğrudan sendikalara verilmelidir. Sendikalar, her fabrikada, işyerinde kurulmuş işçi temsilcilikleri eli ile bu işsizlik ücretlerini ödemelidir.
Bu dayanışma komiteleri, oldukça yaratıcı yollar bulacaktır.
Ya korku içinde, salgın ve salgının sonuçları ile bizi baş başa bırakanlara boyun eğeceğiz ya da kendi kaderimizi ellerimize alacağız.
Denklem bu kadar açıktır.
Onlar, yağma, rant ve savaş ekonomisini desteklemek için, salgını kullanıyorlar.
Salgın öldürüyor.
Devlet korkutuyor.
Korkunun ecele faydası yok.
Örgütlü güç, hem salgına karşı mücadelede önemlidir, hem de korkuyu yenmenin tek yoludur.
Kaynak: Kaldıraç
https://www.kaldirac.org/biz-bize-yeteriz-turkiye-de-deniz-bitti/