Sloganların garip bir kaderi vardır. Ne kadar zamandır bu işlerin içindeyim bilmiyorum; yüzlerce yürüyüşe katılmışımdır, zaman zaman ‘slogan attırıcılık’ da yapmışlığım vardır. Rahmetli babam bir türlü anlamazdı; yürüyüşleri kenardan izledikten sonra akşam evde “Bu deyyuslar bağırtmasa kimse bağırmıcek” derdi ve ben bunun bir ‘vazife’ olduğunu bir türlü anlatamazdım ona.
Bu noktada, genel muhalif toplamın gökten inen bir vahiyle genel bir aydınlanma yaşamasını tabii ki beklemiyoruz; buna o kadar gerek de olmayabilir belki. Ama ‘tek başına’ yürünemeyeceğini hisseden kesimlerin, muhalefet meselesine daha bütünlüklü bakması da en azından imkânsız değil. Karanlık zamanlardayız ve karanlık zamanlar kendi süreçlerini, kendi imkânlarını yaratıyor.
Tam bu noktada, Demirtaş’ın önceki günkü röportajında söyledikleri çok önemli: “Bize Kürt milliyetçisi denildiğinde kendimi George Floyd gibi hissediyorum. ABD’deki siyahlar eşitlik istedikleri için ne kadar milliyetçiyse Türkiye’deki Kürtler de o kadar milliyetçidir işte. Ve lütfen kimse, Floyd’un boynuna diziyle basan polisin hizasından bakmasın konuya. Bir defacık olsun eğilip asfalta yatırılmış Floyd’un hizasından ve gözleriyle bakmaya çalışsın. O zaman bizi daha iyi anlayacaklardır.”
Artık herkes için böyle bir zaman geliyor. “Ama onlar da şöyle…” derken, bir an durup, yere uzanarak yanağımızı asfalta yapıştırdıktan sonra meseleye biraz da o açıdan bakma zamanı…
Bunun imkânları da var artık; çünkü adamlar zaten her tuttuğunu asfalta yapıştırıyor ve hakikaten -kendi tecrübemle biliyorum- öyle bir durumda ‘nefes alamıyor’ insan. Yine de, nefes alamazken bile, bunun sana yapılmasının yanlış, başkalarına yapılmasının doğru olduğunu düşünmeye devam ediyorsan, o zaman ‘hep beraber’ şıkkını değil, ‘hiçbirimiz’ şıkkını işaretliyorsun demektir ve asfaltın yakıcı sıcağından şikâyet etme hakkın da kalmaz.
Bence doğru şık o değil ama; Brecht’in dediği daha akla yatkın sanki.