Hayat boşluk tanımıyor. Bu bilimsel gerçekliğin bütün yaşamımızı biçimlendirmek gibi bir “huyu” var. Zayıflıklar ve boşluklar anında “değerlendirilip” dolduruluyor, genellikle muhatabı vuran ya da iyice güçten düşüren araçlarla. Üstelik sadece tek tek bireyler özgülünde işlemiyor bu zemberek; toplumlar ve süreçler de bundan azade değil.
Emperyalistler -ve Türkiye gibi “bölge gücü” olmaya hevesli muhterisler- gözü dönmüş rekabette birbirlerinin egemenlik alanlarına hamle üstüne hamle yapıyor, boşluk gördükleri her yere pençelerini uzatıyorlar.
Savaşlar, göçler, yükselen faşizm, ekolojik kriz dünyayı yangın yerine çevirmiş durumda. Rusya’nın Ukrayna batağına saplanmasını fırsat bilen Azerbaycan (Türkiye ve İsrail’in askeri ve siyasi desteğiyle) Dağlık Karabağ’ı işgal ediyor. Ukrayna’da sıkışan Rusya Afrika’dan yanıt veriyor. Orta Doğu halkları emperyalistlerin tepişmesi altında din soslu savaş ve şovenizm zehriyle çürütülürken, ezilen halkların çektiği acılar Karabağ’dan Rojava’ya, Rojava’dan Filistin’e sıçrıyor.
Daha ne olması gerekirdi?
Tükendiği düşünülen Filistin Direnişi’nin 7 Ekim hamlesi, Orta Doğu halkları için yeni bir dönüm noktası niteliğindedir. Ayakta kalmakta direnen Rojava Devrimi dışında bölgeyi tam da arzuladıkları biçimde dizayn ettiklerini düşünen Batılı emperyalistler ve yardakçıları, bu yüzden ölçüsüz bir kin ve nefret kusuyorlar.
75 yıldır iliğine kadar sömürülen, topraklarından sürülmüş, özgürlüklerinden yoksun bırakılmış, yıllar içinde daraltıla daraltıla avuç içi kadar yere sıkıştırılmış bir halkın tükenişi ve ölümü sessizce kabullenmesi isteniyor. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Filistinlileri “hayvanımsı insanlar” olarak tanımlıyor. “Hamas’ın katlettiği siviller” olarak gösterilmeye çalışılan “yerleşimciler”in (işgalciler) lideri faşist Smotrich, “Hamas’a acımasızca vurun, tutsaklar meselesini fazla dikkate almayın” buyuruyor. Likud Partisi milletvekili Tally Gotliv, Filistin’e karşı nükleer silah kullanılmasını önerebiliyor. Bu soykırım çağrıları “uygar” dünyada dozu artmış yankılar olarak karşılık buluyor. Rojava Devrimi’nin şiddet yoluyla boğulması konusunda Türk devleti yandaşlığıyla tanınan ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, “Ben İsrail’in yanındayım. Gazze’yi ezin” diye höykürüyor. ABD Başkanı Biden, “İsrail olmasaydı bir tane icat etmek zorunda kalırdık” sözüyle aslında İsrail’in Ortadoğu’daki rolünü ifşa ediyor. Ezilen halklar söz konusu olduğu zaman makyajları akan, insanlık düşmanı yüzleri bütün çıplaklığıyla ortaya çıkan ABD ve Avrupalı emperyalistler, her şeye rağmen şaşırtmıyor, ne var ki akıl tutulması halkların bu yeminli düşmanlarıyla sınırlı değil. “Aklımızın ve vicdanımızın kapılarını açalım artık diye haykıran gazeteci Fehim Taştekin’in dediği gibi, “İnsanın içini acıtan korkunç bir yozlaşma”(1) kendisini kusuyor.
Bunun adı toplama kampı
75 yıldır oradan oraya göçüyor onlar. 1948 ve 1967’de yerinden-yurdundan sürülen hiçbir Filistinli evine dönemedi. Bugün farklı ülkelere dağılmış Filistinlilerin sayısı 6 milyonu buluyor. Kudüs’ten, Yafa’dan sürüldüler; sonra Gazze ve Batı Şeria’ya sıkıştırılıp hapsedildiler, şimdi Sina Çölü’ne gitmeleri isteniyor!
Adeta mendil büyüklüğünde bir toprak parçası düşünün, yarısı çocuk 2 milyon 100 bin kişi, bir tarafı deniz diğer tarafı yüksek duvarlarla çevrili bu hapishaneye tıkıştırılmış olsun. Gıda, ilaç ve yakıt gibi bütün temel ihtiyaçların giriş-çıkışı, su vanaları, elektrik şalterleri siyonist işgalcinin elinde olsun… bunun adı toplama kampı değilse nedir?
İşkence, hapishane, katliam, evlerinin sayısız kez başlarına yıkılması, özgürlük başta olmak üzere her şeyden yoksunluk, yerinden edilmekten kaynaklanan ömür boyu eksilmeyen bir yalnızlık… Her gün öldürülmek yaşarken, nerede karşılaşacaklarını bilmedikleri bir saldırı sağanağı altında hayatta kalmaya çalışmak…
Yorgun yüzlerde isyan var
23 yıl önce bu saldırılarda canı pahasına korumaya çalıştığı oğlu Muhammed’i kaybeden Durra, İsrail devletinin 7 Ekim’den sonra Gazze’ye attığı bombalarla bu kez kardeşini ve yeğenlerini kaybediyor. El Ahli Hastanesi’nin bombalanıp yüzlerce kişinin katledilmesinden sonra el kadar bebeklerin cansız bedenlerini göğüslerine basan kadınlara bakın, “çok yorgun(lar) ama asla bıkkın değil(ler)!” (2)
O yorgun yüzlerin isyanının dile gelişidir 7 Ekim. O silkiniş, soykırıma uğramış, böcekler gibi ezilmek istenen bir halkın yüzlerce yıl da sürse teslim alınamayacaklarının özetidir.
Kuşkusuz üzerine düşürülen lekeler de vardır. Ne hamlenin başını çeken Hamas’ın ideolojisi ne bugüne kadar ki pratiği eleştiriden muaftır, ne de 7 Ekim patlamasında kadınlara, çocuklara, cansız bedenlere yapılan muameleler hoş görülebilir. Bunlar tereddütsüz mahkûm edilmelidir! Ancak, o tarihsel silkinişi, arkasında yatan nedenler ve siyonist zulmün pratiğinden soyutlayarak bu lekelere indirgemek de aynı ölçüde kabul edilmezdir.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Filistin halkının kendisinden ve dünya halklarının desteğinden başka dayanacağı bir güç yoktur. Haklı ve meşru bir savaş yürüttüklerinin bilincinde olup asla unutmamaya bel bağlamaktan başka hikayeleri olamaz. Hayal gücünden ve iradesinden başka silahı yoktur, direnmekten vazgeçmeyen bütün halklar gibi bu halkın da… Çünkü hayal gücüne ve iradeye hiçbir şekilde sınır konulamaz!
7 Ekim hamlesi, tek bir gün bile özgürlüğü tatmamışların 75 yıldır aralıksız bir vahşet ve zulüm uygulayan siyonist saldırganlığa indirdiği muazzam bir darbedir. Direnişten tek bir gün bile vazgeçmeyenlerin sadece İsrail’e değil, başta ABD-AB emperyalistleri olmak üzere gerici bölge rejimlerine, dünyanın efendilerine verilmiş ideolojik ve siyasi bir yanıttır.
Şimdi İsrail ve ona kumanda eden emperyalistler, işledikleri insanlık suçlarının çapını ve hayasızlığını büyüterek imhaya hız verebilirler. Kentleri yıkıp insanları gazla, bombayla, aç ve susuz bırakarak katledebilirler ama ne Filistin’de ne Ortadoğu’da hatta ne de dünyada hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır!
1- https://www.gazeteduvar.com.tr/soykirimin-demokrat-ortaklari-makale-1643026
2- Jean Genet, Tek Başına / Şatila’da Dört Saat, Sel Yayıncılık