Notice: Array to string conversion in /home/runcloud/webapps/app-direnisteyiz29/wp-content/plugins/td-cloud-library/includes/tdb_functions.php on line 459
21 C
İstanbul
19 Eylül Perşembe, 2024
spot_img

Yerli Faust’larımız – Necati Sönmez

Ruhunu şeytana satmak, her zaman sanatı en fazla meşgul eden temalardan biri olmuştur. Bu yolun yolcularını sembolize eden efsanevi Faust karakteri, tiyatrodan edebiyata müzikten sinemaya her alanda sayısız esere konu edilmiştir. Goethe “Faust” adlı şiirsel oyununu yazmaya neredeyse bütün ömrünü adamıştır; 18 yaşında başlayıp ancak ölümüne yakın bitirebilmiştir bu emsalsiz yapıtı. Yine Faust’tan hareketle romanlar, operalar, senfoniler hatta rock parçaları yazılmıştır… Peki bu bitmez tükenmez ilgi neden? Herhalde mevzu güncelliğini her daim koruduğu, bilhassa tarihin kritik anlarında şeytanla anlaşmak (iktidara/güce/statükoya sırtını dayamak) insan denen varlığın en temel zaaflarından biri olduğu için.
Sinema versiyonları içinde en unutulmaz Faust filmi, bilindiği gibi Istvan Szabo tarafından Klaus Mann’ın aynı adlı romanından uyarlanan “Mefisto”dur (Mephisto, 1981). Yazarın yakından tanıdığı tiyatro sanatçısı Gustaf Gründgens’den mülhem Hendrik Höfgen adlı bir karakterin etrafında gelişir, filmin ve romanın öyküsü.
Filmde Klaus Maria Brandauer’in canlandırdığı Höfgen, Nazi döneminden önce kendi halinde bir sahne oyuncusudur. Naziler iktidarı ele geçirdiğinde, kariyer uğruna onlarla uzlaşmakta tereddüt etmez. Almanya faşizmin karanlık tünelinde felakete doğru yol alır, karısı dahil meslektaşları birer birer ülkeyi terkederken Höfgen durumu fırsata çevirir; çevresinde olup bitene gözünü kapayarak rejimin adamı olmayı ve şöhret basamaklarını umarsızca tırmanmayı tercih eder.
Filmin önemli bir kısmında, sahnede Mefisto karakterini canlandırırken takındığı, yüzünde maske gibi duran beyaz bir makyajla izleriz Höfgen’i. Ve sürekli aynaya bakar film boyunca; evinde olsun, tiyatro kulisinde olsun aynayla bakışıp durur. Kendisiyle sınırlı bir evrende yaşamaktadır çünkü, dış dünya ise onu alkışlamaya devam eden seyircilerden ibarettir. Sokakta bir Yahudi’yi tekmeleyen SS’leri görünce, “Sarhoş olmalılar” diye kandırır kendini. Ne var ki, filmin son sahnesinde bu sahte dünya çatlayıverir. Nazilere ait stadyumda, güçlü spot ışıkları altında kalakalır Höfgen. Üstelik yüzünde maskesi de yoktur, ışığa çıplak yakalanmış, kaçacak yeri kalmamıştır. Sonunda en mağdur edasını takınarak şunu der: “Ne istiyorlar benden? Alt tarafı bir oyuncuyum.”
Adana Altın Koza Film Festivali’nin kapanış töreninde Semih Kaplanoğlu’nun sahnedeki hali, ucundan da olsa “Mephisto”nun finalini hatırlattı bana. Sunucu Meltem Cumbul yönetmenin uzattığı eli havada bıraktı; belli ki, artık en kibar siyasi analistlerin bile otoriter diye nitelendirdiği rejimin elini tutan biriyle tokalaşmak istemedi. Böylece ruhunu iktidara teslim etmiş sanatçının maskesiz halini görmemizi sağladı, kısacık bir an için.
Sen misin yerli Höfgen’imizin elini sıkmayı reddeden! Trollerin salya sümük saldırılarına, ertesi gün neredeyse tüm köşelerini bu mühim konuya ayıran havuz yazarlarının toplu taarruzuna hiç girmeyelim. İçindeki küçük Faust’u görmek için Kaplanoğlu’nun olay hakkında yaptığı açıklamaya bakmak yeterli.
Halen daha Gezi’nin ardında dış mihrak armakla meşgul olan (bkz. 18.03.2017 tarihli twiti) yönetmenimiz, tokalaşma protestosunu doğrudan 15 Temmuz’a bağlayıvermiş. Yetmemiş, olayı nefret suçu olarak nitelemiş, bu da kesmemiş aynı gün gerçekleşen Las Vegas’taki katliamla da bağ kurmuş ve nihayet olayın adını şöyle koymuş: ‘Açık bir faşizm.’
Sahibinin sesine (vergilerimizle finanse edilen AKP propaganda ajansı AA’ya) yaptığı açıklamanın haberi aynen şöyle:
“Bugün Las Vegas’ta yaşananların altında da benzer bir “farklı olanı düşmanlaştırma” ve nefretin yattığına işaret eden Kaplanoğlu, şunları dile getirdi: ‘Adana’da işlenen nefret suçunun, öncelikle bir insanın varoluşuna karşı işlenmiş bir suç olduğunu düşünüyorum. Nefret düşünceye, inanca, farklı olana yöneldiğinde bunun adı açık bir faşizmdir. Sadece kendini, kendi düşüncesini değerli gören ve putlaştıranlar toplumsal kutuplaşmaya hizmet ediyorlar. 15 Temmuz darbesini, işledikleri nefret suçlarıyla devam ettirmeye çalışanları toplumun vicdanına bırakıyorum. Filmlerimle ve düşüncelerimle özgür ve bağımsız duruşumu her platformda inatla sürdüreceğim. Bu, bu güzel ülkeye borcumdur.”
Ne kadar tanıdık bir mağduriyet dili değil mi? Eşi Leyla İpekçi de olayı ‘başörtülü kızlar’a bağlamayı başarabilmiş mesela. Bir gün karşınıza çıkar da diktasever yönetmenimizin elini sıkmayı reddederseniz yaftalardan yafta beğenmeniz gerekecek: Darbeci, faşist, nefret suçlusu, farklı olana düşman ve hatta başörtüsüne düşman… Bir tek vatan haini ve terörist yaftaları eksik.
Kaplanoğlu, OHAL’i habire uzatılan, yargısı ve yasama organları fiilen lağvedilmiş bir darbe rejimi içinde yaşadığımızı bilmiyor olabilir mi? O kadar kör değil elbette, ama işte darbe rejiminin arabasına binmiş olması, oradan bize ‘seni darbeci!’ diye parmak sallamasına engel değil.
Kendisinden boykota uyarak Hayfa Film Festivali’nden aldığı ödülü iade etmesini talep ettiği için BDS (Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi) Türkiye gönüllülerini mahkemeye verecek kadar da izan sahibidir kendisi. Efendim o ödül dağıtımcıya gitmişmiş, kendisi zaten İsrail’e seyahat etmemişmiş. Emir Kusturica olayında da asıl mağdur oymuş, Kusturica ona hakaret edip iftiralar atarak gitmiş. vs. Her hal ve şeraitte ev sahibini bastıran hırsızın ahlakı.
Aslına bakılırsa Kaplanoğlu -ve Alev Alatlı, Kutluğ Ataman, Yavuz Bingöl gibi benzerleri- ile olan derdimizi en güzel, Cumbul’a küfür yağdırmak üzere sahneye fırlayan AKP korosunun basbaritonu Rasim Ozan Kütahyalı özetlemiş: “Erdoğan’ın küresel bir yapayalnızlığa itildiği bu dönemde eşi değerli edebiyatçı Leyla İpekçi ile beraber Erdoğan’ın yanında samimiyetle dimdik durmuştur.”
Fazla söze ne hacet! İşte o yanında durduğu şahıs, hayatımızı karartan, sadece son iki yılda binlerce insanın ölümünden sorumlu, boğazına kadar yolsuzluğa batmış, gün aşırı nefret suçu işleyen, sivil milislerini üzerimize saldırtan, onbinlerce akademisyenin ekmeğiyle oynayan, işkence ve linç kültürünü yaygınlaştıran, meydanlarda “idam” diye bağıran, siyasi muhaliflerini, yazarları, gazetecileri hapislerde çürüten, şehirleri yerle yeksan eden, en hafifinden de medya, internet, sinema ve diğer sanat dallarını sansürle karartan bir darbe rejiminin başıdır. Ve yanında duran herkes suç ortağıdır.
Cumbul da işte böyle bir suç ortaklığını riyakâr bir tebessümle karşılamak yerine teşhir etmeyi seçmiştir. O cenahta yer almayıp “Ayıp etmiş ama”, “nezaketsizlik” falan diyen arkadaşları uyandırsak mı artık? Bu ülkenin görüp göreceği en karanlık rejimin işbirlikçileriyle tokalaşmamak bir hak olmanın ötesinde o karanlıkla mücadele etmenin minik bir parçasıdır da. Nokta.
Özgürlükçü Demokrasi

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN EYLÜL SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol