5.7 C
İstanbul
23 Kasım Cumartesi, 2024
spot_img

Yeni OVP’nin şifreleri – Hakkı Taşdemir

İlk soru şu; ücret gelirleri baskılanıyor. Talep düşürülmeye çalışılıyor. Bunda başarılı olunmasa bile talep artmıyor sabit kalıyor. Sabit kalan talep vergi artışı yaratmaz. Yaratabilmesi için KDV ve ÖTV oranlarının yükseltilmesi gerek, zaten hayli yüksek olan bu oranların daha da yukarıya çıkarılması pek mümkün görülmüyor. O hâlde gelir vergisi politikalarına bakmak gerek.

Kayyum Bakan Mehmet Şimşek liderliğinde hazırlanmış olan OVP 2023-2025 öngörülen hedeflere ulaşamadığı için revizyondan geçirilerek OVP 2025- 2027 başlığı ile kamuoyuna açıklandı. Öngörülen hedeflere ulaşılamayacağı Kaldıraç dergisi okurları için sürpriz değildi. Program açıklanır açıklanmaz konu ile ilgili olarak yazılmış olan yazıda nedenleri ile birlikte açıklanmıştı.*

Yukarıdaki son cümle övünme amacı ile konulmadı. Sadece bir hatırlatma amacını taşımakta. Kaldıraç dergisi okurları yaşanan olayların kendilerini haklı çıkarmasına o kadar alışkın ki bu sadece sıradan bir örnek onlar için.

Bu giriş sonrasında yapılan revizyonu takiben kamuoyu ile paylaşılan yeni OVP’nin şifrelerini çözmeye çalışalım:

Derhal belirtmek gerekiyor ki bu kez de hedefe ulaşabilmeleri olası değil. Hedefe ulaşabilmeleri olası değil ama ulaşabilme niyetlerinin olup olmadığı da tartışma konusu kanımca. Ulaşabilme konusunda çaba gösterecekleri tek hedef işçi ve emekçi kesimin üzerine bindirecekleri yeni yükler. Gerisi sadece göz boyama; 106 sayfalık raporun büyük bölümü içi de altı da boş vaatler içermekte.

Dilerseniz önce bu boş vaatler ile başlayalım söze. Örneğin “Beşerî Sermayenin Güçlendirilmesi” başlıklı bölümün ilk paragrafını inceleyelim.

“Türkiye’nin sahip olduğu genç ve dinamik nüfusun becerilerinin geliştirilmesine yönelik başta mesleki ve teknik eğitim olmak üzere eğitim kalitesi iyileştirilecektir. İşgücü piyasasının ihtiyaçlarına yönelik beceri uyumsuzlukları en aza indirilerek istihdamın arttırılması ve işgücü verimliliğinin güçlendirilmesi saplanacaktır.”

Şimdi bu paragrafta sözü edilen “istihdamın arttırılması” ve “işgücü verimliliğinin güçlendirilmesi” ifadelerini daha sonra irdelemek üzere bir kenara bırakalım. Kalan bölümden anlaşılan şu oluyor; eğitimin kalitesinin yükseltilmesi için çaba harcanacak, özellikle meslekî ve teknik eğitime ağırlık verilecek.

Açıkçası ülkenin eğitim alanındaki sorunu doğru teşhis etmiş ve çözüm yolunu da göstermiş bir cümle gibi görülüyor. Öyle ya, kalabalık bir caddede yürürken kolunuzun çarptığı insanların önemli bir bölümünün yüksek öğrenim diplomasına sahip işsizlerden oluştuğunu, sayıları iki yüzden fazla olan üniversitelerin işlevinin bu yüksek öğrenim görmüş işsizlerin sayısını arttırmakla sınırlı kaldığı bir ülkede radikal denilebilecek bir adımın göstergesi bu cümle. Şu andaki durumu özetlemeye kalkacak olursak eğer ortalık işsiz mühendisten geçilmiyor ama duvarcı, kalıpçı, elektrikçi, mekanik tesisatçı yok piyasada. Hele kule vinç operatörü, UT teknisyeni, NDT teknisyeni, boru kaynakçısı gibi daha sofistike işlerin erbabı HİÇ YOK.

Şimdi de bir zamanlar Mili Savunma Bakanlığı koltuğunda oturmuş hâlen de milletvekili olan Hulusi Akar’ın katıldığı bir toplantıda ağzından çıkan cümleye bakalım:

“Eğitimin amacı bilgi değildir. Allah korkusu ve kuldan utanmaktır.”

OVP’de belirlenmiş hedef ile Bay Akar’ın cümlesi arasındaki çelişki derhal göze batıyor. Hangi söylemin gerçeği yansıttığı ise uygulamadan açıkça belli oluyor. Bu durumun yansıttığı gerçek ise OVP’de yazılanların sadece göz boyamak için kullanılmış cümleler olduğu kanısını derhal uyandırmakta.

Bu durumu görünce de “AR-GE odaklı insan kaynağının arttırılması amacı ile ortaokul, lise, üniversite öğrencileri ve üniversite mezunlarının bilim ve teknoloji yarışmalarına hazırlık süreçlerinde ihtiyaç duydukları tüm makina, teçhizat ve sarf malzemelerini bir arada bulunduran proje atölyeleri 81 ilde yaygınlaştırılacaktır” cümlesinin altının da içinin de boş olduğunu fark edebilmek kâhin olmayı gerektirmiyor elbette.

Raporun her sayfası hattâ her cümlesi bir eleştiri konusu gerçekte. Tümünü yazmanın anlamı yok. Ancak bir seçki yaparak raporda yazılanlarla geçekte olanlar arasındaki çelişkiyi gözler önüne sermek istiyorum. Bir örnek daha. Bu kez “Tarımda verimliliğin ve üretimin arttırılması” başlığı altındaki bölümden:

“Lojistik maliyetlerinin azaltılarak tüketicilerin tarım ürünlerine uygun fiyatla ulaşabilmelerini temin etmek üzere önemli tüketim merkezi olan kentlerin çeperlerinde tarımsal faaliyet desteklenecektir.”

Bu satırları okuyunca ülkenin en büyük kenti olan İstanbul geliyor insanın aklına derhal. Kendi iktidarları döneminde uyguladıkları politikalarla nüfusunu iki katına çıkardıkları ve tüm yeşil alanları yok ederek betona boğdukları kentte tarımsal üretimi destekleyecek çeper mi kaldı, diye soruyor insan. Sanırım evlerin balkonlarında gerçekleştirilen maydanoz vb. tarım ürünlerine yönelik faaliyetleri destekleyecekler.

İşin bundan sonrası daha ilginç bir boyut kazanıyor. Programın “İstihdam” başlıklı bölümünde şu cümleye yer verilmiş:

“Dengeli ve istihdamı destekleyen bir büyümeyi tesis ederken istihdamı ve beceri uyumunu artıracak işgücü piyasası reformları hayata geçirilecektir.”

Çok anlamlı bir cümle.

Bir anlamlı cümle daha:

“İşsizlik oranının gerileyerek 2012 yılından bu yana en düşük seviyesine ineceği öngörülmektedir.”

Şimdi bu iki cümleyi birlikte yorumlayalım:

İstihdamın artması her şeyden önce yeni yatırımların gerçekleşmesine bağlı. Ancak ülkede yatırım için uygun iklim yok. İzlenmekte olan hatalı dezenflasyon politikaları ile talebin düşürülmesi programın temel hedefi. Gerçi temel mal ve hizmetlerde talebin düşmesi olasılığı yok ama artma eğiliminin frenlenmesi mümkün. Peki talep artmadığı sürece yatırımcı neden riske girsin? Bu sorunun yanıtı yok programda. Bir soru daha geliyor hemen akla ücretlerin baskı altında tutulduğu, talep kısıtlamalarının hedeflendiği bir ortamda neden yeni yatırım riski göze alınsın?

Hemen akla ihracat hedeflerinin büyümesi gelir bu durumda. İyi ama Türk Lirası’nı değerli tutabilmek için devlet müdahalesinin giderek arttığı, liranın yabancı paralar karşısındaki değerinin gerçek değerinin hayli üzerinde tutulduğu bir ortamda (üstelik faiz oranı bu kadar yüksek iken) rekabetçi fiyatlarla üretim gerçekleştirilip ihracatı artırabilmenin imkânı var mı?

Kanımca yok.

Peki bu durumda nasıl gerçekleşir istihdam artışı?

Yanıtı belli. Sermayeye istihdam kolaylığı sağlayarak. Programda “işgücü piyasası reformları” diye tanımlanan da bu zaten. Program metnini incelediğimizde konu ile ilgili niyetlerini açıkça görüyoruz:

“Uzaktan, kısmî, geçici süreli çalışma ve platform çalışması gibi yeni nesil çalışma modelleri doğrultusunda ……… düzenlemeler yapılacaktır” cümlesi her şeyi açıklayabilecek mahiyette.

Beyaz yakalı istihdamını arttırmak için uzaktan çalışma modelini yaygınlaştırıp sermayenin bu vasıftaki işgücünü istihdam edebilmek için katlanmak zorunda olduğu yemek, servis, internet vb. maliyetlerden kurtulmasını sağlayacakları gibi uzaktan (yani kendi evinden) çalışan beyaz yakalıların mesai sürelerindeki kısıtlamayı da kaldırmış olacaklar. Böylece fazla çalışma ücreti maliyetinin de önüne geçilmiş olacak. Kısmî çalışma (part-time) ve geçici çalışma modellerini yaygınlaştırıp mavi yakalı işçilerin iş güvencesini ayaklar altına alıp bu kapsamda istihdam edilenlerin kıdem, (kimi zaman) ihbar tazminatı, yıllık ücretli izin hakkı gibi haklarına tecavüz edecekler. Bu çalışma biçimi aynı zamanda mavi yakalı diye nitelendirebileceğimiz insanların GİG ekonomisi kapsamında istihdam olanaklarını artıracak (motokurye, esnaf kurye vb.). Plaftorm çalışması modelinin yaygınlaşması ise bu kez beyaz yakalıların GİG ekonomisine dâhil olmasına yol açacak.

İstihdam artar bu durumda çünkü işsizlik tanımına göre “son bir ay içerisinde bir gün dahi gelir getirici bir iş yapmış olanlar” işsiz sayılmıyor. Peki ya güvence? Ya sosyal güvenlik? Bu kavramlar yok tanımın içerisinde.

Programın vadettiği gerçek, güvencesiz ve sosyal güvenliksiz bir çalışma ortamı. Bunu da itiraf etmekten çekinmemişler program metninde.

Elbette düzenli (ve hâlâ kısmî de olsa) güvenceli bir işte çalışanlara yönelik hak gasbı da unutulmamış. “İş Kanunu’nda yapılacak düzenlemeler” ifadesi yukarıda betimlenen kesimleri olduğu kadar hâlâ düzenli bir işi olanları da kapsamakta. Öncelikle SGK primi işveren payına yönelik devlet desteği göze çarpıyor.

Aslında bu SGK işveren hissesi işçi ücretinin bir tamamlayıcısıdır. Program sermayeye (belirli koşulların sağlanması hâlinde) çalıştırdığı personel için ödemesi gereken parayı vermeyi taahhüt ediyor. Kaynak? Vergi gelirleri. Böylelikle işçi sınıfı zaten kendisi tarafından finanse edilen sosyal güvenliğini ikinci kez finanse etmiş oluyor. Karşılığında aldığı ise düşürülecek olan emekli maaşları.

Elbette bütün bu hak gasplarını taçlandıracak bir uygulama gerekli. O da mevcut OVP’de. “Kıdem tazminatı” işçi sınıfının yıllar süren mücadelesi sonucu elde etmiş olduğu bu hakka yine göz dikilmiş program metninde. “İş Kanunu” değişiklikleri bu konuyu da kapsamakta. Başlangıç olarak kıdem tazminatını “Tamamlayıcı Emeklilik” adı ile prezante ettikleri bir kavrama fon kaynağı olarak düşünmüşler. Buna göre işverenlerin işçi ücretinin belli bir oranında bu fona para yatıracak. Fonda biriken paralar devletin iç borçlanma tahvilleri ile değerlendirilecek ve işçi emekli olduğunda fonda kendi adına birikmiş olan paranın dörtte birini toplu olarak alıp kalanı eşit aylıklar hâlinde emekli maaşına eklenecek.

Öngörülen bu. TC’nin işçilerden toplanan paralarla kurduğu fonlardaki skandalları (konut edindirme, tasarrufu teşvik, MEYAK, İYAK vb.) hatırlayarak kurulması düşünülen bu fonun akıbetini tasavvur edebiliriz. Ancak bu fon başarılı olsa bile işçinin çalışması karşılığında elde etmiş olduğu hakkın kendi rızası hilafına devlet tahvilleri ile değerlendirilmesinin emeklilik hakkı elde edinceye kadar bu fonda biriken paradan yararlanamamasının nasıl açıklanabileceğini bilemiyorum. Kaldı ki günümüz koşullarında emekli olabilmenin nerede ise imkânsız hâle geldiğini, emekli olabilenlerin ise beklenen yaşam süresinin hayli düşük olduğu dikkate alınırsa fonda biriken (!) paranın büyük kısmının işçi tarafından kullanılamayacağını söylemek mümkün. Üstelik öngörülen sistemde işçi emeklilik hakkını elde etmeden işten çıkarıldığında kıdem tazminatını da alamıyor.

Bütün bunlar göstermekte ki kıdem tazminatı hakkı büyük bir saldırı altında.

Programın “istihdam” başlığı altında yazılmış olanları özetleyecek olursak eğer

• Güvencesiz ve düzensiz çalışma
• Kısa süreli işler
• Hak gasbı
• Kıdem tazminatını kaldırma
vaatlerini içermekte olduğunu ifade edebiliriz işçi sınıfı için.

Buradan enflasyonla mücadele bölümüne geçelim. Yukarıda da belirtilmişti. İzlenen politikalar ile enflasyonla mücadele edilemez. Nitekim bir önceki OVP’de hedefledikleri enflasyon oranının tutturamadıkları için 2024 yılı enflasyon hedefinde bir revizyon yaptılar. Önce %34 olarak açıklamışlardı 2024 yılı enflasyon hedefini, daha sonra %36, 38 ve son olarak da %41-42,5 aralığı olarak açıkladılar.

2024 yılı ilk altı aylık enflasyonu %24,73 idi, hedefe ulaşılabilmesi için kalan altı aylık dönemde enflasyonun aylık ortalama %2,5 seviyelerinde seyretmesi gerekecek. Sebze ve meyvenin görece bol olduğu, ısınma ve aydınlanma giderlerinin son derece düşük olduğu temmuz ve ağustos aylarında tuttu bu oran. Peki okulların açılması ile birlikte yeni masraf kapılarının açıldığı, servis ücretlerinden kırtasiyeye okul giderlerinin her kaleminde artışın gözlemlendiği eylül ayında, yaz sebze ve meyvelerinin piyasadan çekildiği kış sebzelerinin ise henüz turfanda vasfını korudukları için pahalı olduğu bu nedenle sera ürünlerinin pazara sürüldüğü ekimde ne olacak? Ya ısınma ve aydınlanma giderlerinin cep yakmaya başlayacağı kasım ayında nasıl bir seyir izleyecek enflasyon? Bu arada akaryakıt, elektrik ve doğalgaz zamlanır mı?

Sorular birbiri ardına gelir doğru yanıtları bu aşamada bulamamış olsak bile bulgularımız bize enflasyon hedefinin tutmayacağını gösterir. Gösterir de TÜİK siyasal iktidarın kapıkulu. İktidardan alacakları talimat doğrultusunda hareket edip “mış” gibi yapılacağını ve hedefin yaklaşık olarak tutmuş bibi gösterileceğini şimdiden görebiliriz. Belki küçük bir sapma olabilir ancak önemli bir sapma gerçekleşmez yıl sonunda TÜİK tarafından ilan edilecek enflasyon ile OVP’de ilan edilmiş yeni hedef arasında.

İşin bu yanı çok önemli. Önemli çünkü gerek emekli maaşları gerekse memur maaşları bu oran dâhilinde zamlanacak. Dolayısı ile 2025 yılı ilk yarısı için gerçekleşecek emekli ve memur maaş zamlarının %15 seviyelerinde kalacağını şimdiden söylemek mümkün. Gerçek enflasyon mu? Orasını tahmin edebilmek kolay değil tabii.

İşin bir de asgarî ücret boyutu var. Bu konu ile ilgili de bazı ipuçları bulunmakta OVP’de. Sözgelimi “enflasyonu ücret/fiyat sarmalından kurtarmak amacı ile asgarî ücret artışlarının dezenflasyon süreci ile uyumlu hâle getirilmesi sağlanacak” denilmiş kamuoyuna açılanan metinde. Enflasyonun nedeninin ücret artışları olduğu düşünülürse son derece doğal bu cümlenin yazılmış olması. Ardından da ücretler üzerine baskı kurulması gelir doğal olarak. Bu baskının şiddeti ne olacak? Satır aralarından bunu da çözebiliyoruz. 2024 yılında gerçekleşen enflasyon (TÜİK tarafından açıklanan enflasyondan söz ediyorum) oranında bir zam beklemek anlamsız olacak 2025 yılı için. Gerçekleştirilmek istenen zam 2025 yılı hedef enflasyonu oranında. Bu da yüzde 17. Bu durumda 2025 yılında gerçekleşecek asgarî ücretin 20.000 lira seviyelerinde belirleneceğini söyleyebiliriz. Türkiye’de çalışanların yarıya yakınının asgarî ücret +/- %10 seviyesinde ücret aldığına ve diğer ücretlerin de bu kriter göz önüne alınarak belirlendiğine göre 2025 yılında özel sektör çalışanlarının da ücret zamları %15-20 seviyesinde tutulacağını ifade etmek abartılı bir yaklaşım değil kanımca.

Bu kadarını yapabilirler mi? OVP’de yazdıklarına göre yapmak niyetindeler. Farklı bir sonuç ancak yıllardan beri her şeye tek başına karar veren muktedirin siyasi bir karar vermesine bağlı. Malum pek sever müjde (!) vermeyi.

Toparlayacak olursak eğer, ücret gelirlerinin bugüne kadar olduğundan çok daha fazla baskı altına alındığı, insanların geçinebilmek için kredi kartlarına daha çok ihtiyaç duydukları, yüksek faiz oranları ve yüksek tutulan asgarî ödeme miktarları nedeni ile insanların ödeme güçlükleri yaşayacakları bir yıl bekliyor işçi/emekçi ve emeklileri. Görünen o ki bu yıl icra dairelerinin yükü hayli artacak. Bütün bu olumsuzlukların bonusu da yılların mücadelesi sonucu elde edilmiş haklara yönelik saldırılar olacak.

Bu öngörünün gerçekleşmemesi için tek bir seçenek var. Tüm emek güçlerinin birleşik ve örgütlü mücadelesi. Söz konusu birlikte mücadele gerçekleşebilirse geri adım atmak zorunda kalır siyasi iktidar çevreleri. Bahse konu mücadele ise (sözde) muhalefet yapan siyasi partilere terk edilemeyecek kadar önemli. Emek güçlerinin tüm bileşenlerinin aktif bir biçimde katılacağı direnişlerle mecliste değil sokakta vücut bulacak bir muhalefet engelleyebilir bu durumu ancak. Zaman yitirmeksizin bu mücadelenin başlatılması ve yaygınlaştırılması emek güçlerinin birincil görevi içinde bulunduğumuz koşullarda.

Yeri gelmişken faiz oranları ile ilgili beklentilerden de söz etmek gerek. Kimi çevrelerde faiz oranlarının yakın tarihte düşürüleceği yönünde bir beklenti oluştu. Son derece hatalı bir beklenti bu. Öncelikle şunun belirtilmesi gerekir ki FED’in politika faizi oranını düşürmesi ve buna bağlı olarak pek çok Avrupa ülkesi merkez bankasının faiz düşürme hazırlıklarına girmesi Türkiye’ye sıcak para girmesi için son derece uygun bir ortam hazırladı. Kısa dönemde yüksek kazanç peşinde koşan spekülatörler için en uygun yatırım alanı oldu Türkiye. Ekonomi yönetimi faiz oranlarını düşürerek önüne gelmiş bu fırsatı kaçırmaz. Eylül, ekim ve kasım aylarında önemli ölçüde yabancı para girer Türkiye’ye böylece hem Merkez Bankası rezervlerinde kısmî bir artış sağlanmış hem de kısa vadeli ödemeler için gerekli fon yaratılmış olur. Bu nedenle aralık ayına kadar faiz indirimi beklemek hayal Türkiye’de. Aralık ayında ise “Bakın enflasyonu kontrol altına aldık faizleri indiriyoruz” mesajı vererek yığınların gözünü boyamak amacı ile bir faiz indirimi gerçekleştirebilirler. Ancak bu indirim göstermelik düzeyde kalır. Kısa dönemde yüksek kâr hedefleyen spekülatörleri ürkütmemek ve yabancı para girişinin bir süre daha aksamamasını sağlamak gerek. Dolayısı ile aralık ayında gerçekleşmesi olası faiz indirimi en fazla beş puanlık düzeyde kalır. 2025 yılında neler olacağı ise yıl içerisindeki ekonomik gelişmelere bağlı.

Buraya kadar olan bölümde OVP’nin vaatleri ile bunların gerçekleşme olasılıklarını tartışmaya çalıştım dilimin döndüğünce, bilgi ve öngörümün yettiğince. İtiraf etmeliyim ki ne olacağını nasıl bir biçimde sonlandırılacağını kestiremediğim bir bölüm var yeni OVP’de. Kamu Maliyesi bölümü.

“Mali disiplinin ekonomide güven ve istikrarı arttıran bir çıpa olarak korunması ve güçlendirilmesi için gerekli adımlar kararlılıkla atılacaktır” cümlesi ile başlayalım analizimize. Kamu harcamalarının kontrol altına alınması, acil gereksinim olmayan harcamalardan feragat edilmesi ve tasarruf önlemlerinin artırılması öngörülüyor bu cümle ile. İyi ama Saray ve çevresinin her türlü hesabı devre dışı bırakan ve her gün yeni bir rekor kıran harcamaları nasıl kontrol altına alınacak? Bir başka anlatımla ülkede her şeyi kontrol altında tutan ve nerede ise kamu kesiminde alınan tüm kararları tek başına alan erk, böyle bir kontrol altına girmeye razı olacak mı? Malum “itibardan tasarruf olmaz.”

Peki Diyanet İşleri Başkanlığının hesapsız harcamaları ve yılın daha yarısı gelmeden kendisi için ayrılan devasa ödeneği tüketip ek bütçe istemesi önlenebilecek mi?

Tek adam rejiminin temel dayanak noktası Diyanet İşleri Başkanlığı ve bu kurumun politikaları. Dinsel motifler tek adam rejimi taraftarlarını bir arada tutan en önemli bileşenlerden biri. Bu kurumun harcamalarının mali disiplin içerisine alınması nasıl karşılanır Saray tarafından? Tartışma konusu.

Besbelli konu uzun müzakerelere neden olacak ve bir orta yol aranacak zaman içinde.

Bir başka husus daha var çözülmesi pek de kolay olmayan.

Bir dizi rakam vermişler ve
• Bütçe açığının düşürüleceğini
• Ödemeler dengesinin faiz dışı fazla vereceğini iddia etmişler.

Bunların gerçekleşebilmesi sadece tasarruf tedbirleri ile mümkün olmaz. Gelir arttırıcı önlemlerin alınması gerekli. Yıllardan beri sürdürülen özelleştirme politikaları nedeni ile devlete gelir getirecek üretim tesisi (gerek mal gerekse hizmet üreten tesisler) kalmadı nerede ise. Olanlar da sürekli zarar üretmekteler. Bu durumda tek gelir kalemi kalıyor vergi ve harçlar. Harçlar büyük oranda arttırılsa bile bütçe açığını düşürmekte yetersiz kalır. Vergiye yüklenmek gerek. İşte sorun burada başlıyor. OVP’de vergi gelirlerinin GSYH’nin %20’si seviyesine çıkarılacağı öngörülmüş. Hâlen bu oran %14 seviyesinde. OVP önemli bir artış öngörmüş. Peki ama nasıl?

Bilindiği gibi vergi gelirlerinin önemli bir kısmı dolaylı vergiler. Bir başka anlatımla sıradan vatandaşların alışveriş yaparken ödedikleri KDV ve ÖTV en büyük vergi kaynağı (TÜİK verilerine göre ülkede tahsil edilen verginin %58’i dolaylı vergilerden oluşmakta).

İlk soru şu; ücret gelirleri baskılanıyor. Talep düşürülmeye çalışılıyor. Bunda başarılı olunmasa bile talep artmıyor sabit kalıyor. Sabit kalan talep vergi artışı yaratmaz. Yaratabilmesi için KDV ve ÖTV oranlarının yükseltilmesi gerek, zaten hayli yüksek olan bu oranların daha da yukarıya çıkarılması pek mümkün görülmüyor. O hâlde gelir vergisi politikalarına bakmak gerek. Ücretlerden alınan gelir vergisi bu gelir kaleminin baskılanması nedeni ile tatmin edici bir artış sağlamaz. Ya da tatmin edici bir artış sağlanabilmesi için vergi oranlarının yükseltilmesi gerekir ki bu da ücret gelirlerinin düşmesi demek, buna hiçbir rejim cesaret edemez. Geriye tek bir yol kalıyor “Kurumlar Vergisi oranlarının yükseltilmesi.” Esasen hayli düşük olan (%25) kurumlar vergisi oranının yükseltilmesi akılcı bir çözüm ancak buna da akp iktidarı döneminde iktidar eli ile parlatılmış ve güçlendirilmiş olan sermaye gruplarının itirazı var. Yıllardan beri elde ettikleri vergi muafiyetleri ve teşvikler sayesinde gücüne güç, servetine servet katmış ve bu serveti şartnameleri adeta kendileri için hazırlanmış adrese teslim kamu ihaleleri ile defalarca katlamış olan bu kesim sahip olduğu ayrıcalıkları terk etmek istemiyor, bir başka anlatımla vergi ödemek istemiyor.

Sermayenin bu kesiminin vergi ödemeye ikna edilememesi hâlinde programın kamu maliyesi başlığı altında belirlenmiş hedeflere ulaşabilmesi pek mümkün görünmüyor.

Peki ikna edilebilirler mi? Şimdilik direniyorlar. Bu direncin kırılıp kırılamayacağını ise önümüzdeki günler gösterecek.

Yukarıda saymaya çalıştığım nedenlerle OVP’nin “Kamu Maliyesi” bölümünde öngörülen hedeflere ulaşılıp ulaşılamayacağı ise şimdilik bir bilmece olarak karşımızda durmakta.

Bilgimin ve öngörümün yetebildiği oranda yeni OVP’nin şifrelerini çözmeye ve çözebildiklerimi paylaşmaya çalıştım bu yazı ile. Umarım başarılı ve yararlı bir çalışma gerçekleşmiştir.

*Hakkı Taşdemir, “Biraz hayal biraz itiraf işte OVP”, Kaldıraç, Sayı 267, Ekim 2023, s. 71-73.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol