Katliam yasaları, şiddet yasaları, cezasızlıklar, yasaklanan halaylar, erişim engelleri, sansür…
Geçtiğimiz ay, Instagram ve bazı uygulamalara getirilen erişim engeli, hükümetin imza attığı keyfî uygulamalardan, hukuksuzluk örneklerinden yalnızca biri. Bu örneğin ve ardından gelişen tepkilerin, bize gösterdiği bazı şeyler olduğunu düşünerek, bunu biraz inceleyelim.
Her yeni gün, ekonomik veya politik bir zora uyanmamıza rağmen, ilk tepki Instagram’ın kapanabileceğine inanmamak oldu. İlk başta, Instagram’da bir sorun olduğu ya da erişim engeliyse bile, hükümetin ekonomik gerekçelerle hızlıca açmak zorunda kalacağı düşünüldü. Tıpkı hayvan katliamı yasasına dair ilk tepkilerde olduğu gibi. Çünkü kimse bu kadar aklını yitirmiş, bu kadar gözü dönmüş olamazdı. Oysa yapabiliyorlar, yaptılar. Biz inanmakta geciksek de bu ülkede YouTube yıllarca kapatıldı, Myspace, Lastfm kapatıldı, Twitter kapatıldı, Ekşi Sözlük, Blogger hatta Wikipedia kapatıldı. Porno sitelere erişim engeli kisvesi altında, taciz ve istismara karşı bilgilendirici siteler kapatıldı, LGBTİ+ topluluklarının sayfaları kapatıldı. Adnan Oktar’ın hatırı için WordPress, milletvekillerinin seks kasetleri yayılmasın diye bile YouTube kapatıldı. Diyanet İşleri’ne adeta sansür yetkisi verilen kararlar çıkarıldı. Yakın zamanda Wattpad kapatıldı. Şimdi çocukların oyunları bile kapatılıyor, onların bundan nasıl etkileneceği bile düşünülmeden ve en önemlisi yine gerekçesizce.
Durum ve sebepleri tam anlaşılmamışken başlayan “İzahı olmayan şeyin mizahı olur” furyasıyla, internete erişim hakkının engellenmesine ilk tepkiler alaycılıkla geçiştirilse de, kısa zamanda artık her alandan bizi zorlayan baskılara karşı oluşan öfke, bir yerden açığa çıkacaktı ve çıktı. Ancak ne yazık ki ilk etapta açığa çıkan öfke, asıl hedefine değil de yine ötekine yöneldi. Kendi dövülürken yanındakinin dayak yiyişine bakıp alay edercesine “Oh, iyi oldu influencerlara” denildi. ‘Enerji’cilerin yarattığı haklı öfke, sosyal medyada içerik üreten, tanıtım yapan veya el emeği ürünlerini satan, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu toplamın yaşadığı mağduriyeti bir süre gölgede bıraktı.
Peki, şaşırıyor muyuz? Fütursuzca Instagram’ı kapatırlarken, bu sosyal mecraların kimileri için günümüzde önemli bir gelir kaynağı oluşunu umursamamalarına şaşırıyor muyuz? Emeğimizi hunharca sömürenlerin, insanların ekmek kapısını düşünmemelerine mi şaşırıyoruz? Deprem zamanında bile insanların arama kurtarma çalışmalarında en büyük iletişim kaynağı olmasına rağmen Twitter’ı kapatanların, bugün Instagram’ı kapatmalarına mı şaşırıyoruz? Ya da savaşa girmeye can atanların, her türlü şiddeti meşru kılacak yeni yasalar düzenlemeye çalışmalarına mı?
Sonra tepkiler başladı: Instagram ne zaman açılacak? Aslında cevap basitti: Biz sokaklara çıktığımız, biz sokaklara çağrı yaptığımız zaman. Çünkü ancak o zaman bizim istediğimiz zaman açılırdı; aksi takdirde onların bize çizdiği sınırlar içinde kendimizce VPN’li çözümler üreterek yaşayıp gitmeye devam edecektik, gittiği yere kadar. Her şeye kendimizce bir çözüm bularak, bu sıkışmışlıkların içinden kendimize bir nefes alanı, bir yaşam alanı yaratmaya çalışarak. Hep yaptığımız gibi… Oysa biz, bir şekilde bir yolunu bulunca, çözülüyor mu ki bir şeyler? Her şeyin bir yolunu bulmak zorunda olmaktan sıkılmadık mı? Doymak için malzemeleri karıştırarak yemeği çoğaltmak, kimi zaman akşam pazarını, kimi zaman onun da artıklarını beklemek, doğalgaz ya da yakıt masraflarını ödeyebilmek için daha az ısınıp kat kat giyinmek, ihbarda bulunduğun şiddet faillerine karşı bile kendi güvenliğini kendin sağlamaya çalışmak, sosyalleşmenin ucuz yolları üzerine sürekli kafa yormak, daha az akbil basabilmek için konforsuz ama en az basımlı yolları keşfetmek. İade ücretini almak için bile kuyruğa girmek.
Her şeyi biz kendi yöntemlerimizle çözeceksek neden biz yönetmiyoruz? Emeğimizin sömürüldüğü yetmezmiş gibi, bize bu sistemin hak diye verdiği kırıntıların üzerinde dahi olan bu gaspı neden durdurmuyoruz? Her şeyi zaten biz kendimizce halletmeye çalışırken, neden bu daracık alana sıkışmaya devam ediyoruz? Sadece kendi hayatımıza müdahale ederken ürettiğimiz çözümlerde değil; depremde, pandemide yarattığımız dayanışmamızla bizi ölüme terk edenlere karşı, yine bizi kurtaracak olanın ancak kendi kollarımız olduğunu görmemize rağmen, neyi bekliyoruz?
Daha iki gün önce hayvan yasasını geçirmişlerken çıkıp alay edercesine “Bugüne kadar halkın tepkilerini asla görmezden gelmedik” diyerek sansürü devam ettirebilenlere karşı, defalarca bir araya gelip ses çıkarmaktan başka yol yok. “Yapamazlar” deyip beklemeden, vakit kaybetmeden… Çünkü yapıyorlar, yapabilecek gücü buluyorlar. Kelimenin tam anlamıyla meydanları boş buluyorlar da yapıyorlar. Çünkü onlar örgütlü; sömürüde, kısıtlamada, şiddette, tahakkümde, kendi yazdıkları yasaları bile çiğnemekte örgütlü. Ve biz ses çıkarmadıkça, öfkemizi örgütlemedikçe de yapmaya devam edecekler. Biz direnişe devam ettikçe ise geri basacaklar. Gezi’yi hatırla, İstanbul Sözleşmesi’ni hatırla! Sansür eylemlerini, “İnternetime Dokunma” diyen kalabalıkları hatırla, doğanın talan edilmesine karşı ses çıkaran, askerlerin önüne barikat olan her yaştan kalabalıkları hatırla! Sendika özgürlüğünün kısıtlanmaya çalışılmasına karşı “Hak verilmez, alınır; zafer sokakta kazanılır” diyerek sokakları ele geçiren on binlerce işçiyi hatırla! Yasaların sokakta yazıldığını yeniden hatırla!
Her şeyi toplumsal muhalefete rağmen yapabileceklerine inananları dize getirmenin tek yolu, bir araya gelerek sesimizi yükseltmek. En önemlisi, bıkmadan, usanmadan… Tekrar tekrar çıkarak sokaklara; büyüyerek. Çünkü yakın zamanda hayvan eylemlerinde dahi gördük; öfkemizi sesimiz yaptığımızda nasıl büyüdüğümüzü ve bir araya geldikçe nasıl daha da güçlendiğimizi ve gücümüzden korktuklarını.
Ve tekrar hatırlayalım neden bizden korkmaları gerektiğini; çünkü Gezi’de de dediğimiz gibi “biziz, halk!”