10.4 C
İstanbul
27 Kasım Çarşamba, 2024
spot_img

Yanılsama – Yusuf Alp

Sağ ayağı hafif uyuşmaya başlayınca yerlerini değiştirdi. Üçlü kanepenin ortasına yerleşip ayaklarını ara sehpaya uzatıyordu. Konu sinemaya geldiğinde en az yüz kez izlediğini söylediği filmi açmış büyük ekran televizyonda izliyordu: 14’üncü defa.

Gözlerini nadiren kaldırıp büyük ekrana bakıyor çoğunlukla elindeki küçük ekrana indiriyordu. Sırtındaki üçte biri Marmara Denizi ve ardındaki yarımada manzarasından oluşan büyük pencerenin, sağındaki açık mutfağın ve solundaki kısa ve geniş koridora açılan kapının sınırlarını belirlediği salon filmin kaliteli sesleri ve telefondan gelen ‘bing’ sesleriyle doluyordu.

Filmin en sevdiği sahnesine geldi:

>> … maskeli bir adama kim olduğunu sormandaki çelişkiye dikkat çekiyorum. <<

‘bing’

“Bugün ev arkadaşımın doğum günü. Dansa gidecez, belki başka bir gün. Hem adın ne senin?”

Kahverengiye çalan kırmızı; kekre soğuk çayından bir yudum alıp, önündeki kutuyu açtı.

>> Görünüşte kaderin cilvesiyle hem kurbanı hem de suçluyu oynamak zorunda kalan vasıflı bir vodvil oyuncusuyum <<

Yuvarladığı tütünün içerisine kattığı kökleri kokladı. Bu sefer aldığı otun kokusu daha iyiydi. Sağ eliyle mesaj yazarken sol elinde tuttuğu rulo kâğıdın bir ucunu diliyle ustaca yaladı. İyice kapatıp, çakmağı altında gezdirdi. Yandaki tekli ikea koltuğa uzanıp kül tablasını önüne çekti. Sigarasını yaktı.

>> Gördüğün bu çehre sadece görünüşümün gizlenmesi değil… <<

Ciğerine çektiği dumanı bir süre bekletip tavana doğru üfledi. Omzunu kasıp, kafasını geriye doğru yatırdı, camdan dışarı baktı bir süre.

‘bing’

“İngiltere kralına suikast planladım diyorsun yani. 400 yıl önce, başarısız. Gerçek bir adın yok mu Fawkes?”

‘bing’

“Yüzünü tam göremiyorum. Nasıl emin olabilirim Guy Fawkes olduğundan jhfdssfgda”

Telefonu çaldı. Arkadaşına onunla spordan sonra buluşacağını söyledi. Telefondayken eşyalarını toplamaya başladı. Çantasını yanına koyup filmi devam ettirdi.

>> Uzunca süre maske takarsan altındaki kişiliği de unutursun… <<

Uygulamanın profil kısmına geçti. Birkaç soruya cevap verdi. En ilgi çekici cevapları vermeye çalıştı. Kuralı yok; her şeyi denemeye açıktı. İşaretlediklerine göre sevmeyeceği biri, birileri, bir şeyler yoktu.

Sonra yüzde 90 ve üstü oranda eşleştiği herkesi sağa attı.

‘bing’

“Boş ver ya ben engellemiim seni. Bi yerleri patlatma işin vardır. Hem hiç yüz yüze görüşmeyelim, başıma bela olma :()”

Kız son iki mesaja cevap vermeyip yazmayı kesti. Jenerik akarken filmi durdurup, televizyonu kapattı. Çantasını omzuna alıp evden çıktı.

3-4 sokak ilerde giriş katta bulunan spor salonunda bir kişiyle selamlaştıktan sonra ağırlık çalıştı. Aynada kendisine baktı. Az çalışmasına rağmen göğsündeki gelişmeyi fark edebiliyordu. Hızlı bir duş alıp saçlarını kuruttu.

Dışarı attı kendini. Hafif tempoda yürüyerek Khalkedon’da bekleyen arkadaşının yanına geçti. Bir eli omzundaki çantasında, sağ eliyle arkadaşının eline çaktı ve tuttu. Birbirlerini çekip hafif bir sarılmayla selamlaştılar.

Ufak bir arayıştan sonra her zaman oturduğu yere götürdü arkadaşını. Aylardan sonra oturmanın şerefine içtiklerini saymamaya karar verdiler. Bunu yapmak kolay gelebilir ama Koray için; şınav sayan, saat sayan, bölüm sayan, gün sayan, ritim sayan, para sayan, mesafe sayan, kalori sayan, nabız sayan, sayan adam için değildi. İçtiklerini de saydı bir süre.

Uzun bir süre arkadaşına işyerindeki projeleri, izlediği filmleri, yaptığı egzersizi anlattı. Hâlâ içtiklerini sayarken, beşinci içkisini yudumlarken, “Nasılsın?” diye sordu arkadaşı.

Beşinciyi bitirene kadar sessizleşti masa. Arkadaşı da kendi içine gömülmüştü. Kendi sorusunu cevaplıyordu içine doğru. Koray’ın ne diyeceğine, nereden başlayacağına, nasıl cevap vereceğine dair bir fikri yoktu. Burada saymayı bıraktı.

Bir vampir gibi yaşadığını anlatmak istedi. Sanki hiç ölmeyecekti ve seveceği her insan ondan önce ölecekti. Her merhabası, içine bir yara bırakacaktı. Eninde sonunda göğsünü her açtığı, bir gün kaybolacaktı. Her başlangıç bir ölüm.

O yüzden geceleri daha rahattı. Hem daha az karşılaşıyor ve hatta daha az tanık oluyordu. Gecenin bir tehlikesi yoktu.

Neyi anlatacaktı ki? Yutkunamadığını, sürekli nefes aldığını ama ciğerindeki havayı bir türlü boşaltamadığını mı?

Arkadaşı elindekini dikti. Omzuna dokunup; “İyiyiz, çook iyiyiz dostum” dedi. Koray, sarhoşluğun ve iki defa iyi kelimesini duymanın etkisiyle iyi olduğunu ama mutluluğun ne demek olduğunu unuttuğunu söyleyip konuyu kapattı.

36 yıllık ömründe hiç mutlu olmamış değildi adam. Ama her mutluluğunun ortak noktası bir gün bitmesiydi. 36 birimlik sayı doğrusu kesik kesik yeşillikler dışında gri ve siyahtı.

Sonraki içkilerde o yeşilliklerden konuştular. O yeşillikler adamı yaratmış, bugüne getirmişti. Olduğu adamı konuştular, atıldıkları kavgaları, polisten kaçışını, kovalayışını, bir kadını sevişini, kaygısızlığını, korkusuzluğunu, mutluluğunu…

Siyahları sildi, grilerden sıkıldı. Adam, belki bir daha asla yapamayacağı tatlı anıları anlattı.

Görüşü kaybolana kadar içtikten sonra arkadaşının desteğiyle eve gitti. Kanepeye sızdı.

Sonraki gün gözlerini arkadaşının bilgisayara yapıştırdığı nota açtı. “Buzdolabında soda ve limon var. İç, iyi gelir. Kendine dikkat et.”

Hızla kalkıp biraz sallanarak lavaboda yüzünü yıkadı. Bir tane limonu ikiye böldü. Sodadan biraz içip limondan ısırarak ağzında karıştırdı. Hemen bilgisayara geçip çalışmaya başladı. Tüm günü yarı sersem, yarı sarhoş geçirdi. Mide bulantısını ve baş ağrısını geçirmek için kahve ve ağrı kesici içti.

Akşama doğru yaptığını mail attı ve yatağa geçip bir daha sızdı. Saatlerce uyudu.

Tatil gününe uyanmak Koray’ı biraz daha canlı hissettiriyordu. Aşağı inip her cumartesi gittiği yerde kahve içti. Eskiden tanıştığı bir kıza mesaj attı. Kahvaltıya çağırdı.

Ne yaptıklarına, nasıl olduklarına dair kısa bir sohbetten sonra, kadın adama neden iletişimlerinin kesildiğini sordu. Adam biraz serbest takılmak istediğini, daha ileri bir yakınlık istemediğini söyledi. Bundan çekindiği için aramamış, kadının mesajlarına kısa cevaplar vermişti.

Her limanda bir sevgili klişesini yapabilecek bir adam değildi Koray. Elindeki uygulama bir liman değil, görüştüğü insanlar da sevgili değildi zaten. Kadın da adamdan adanmışlık veya fedakârlık beklemiyordu. İlk gördüğünde etkilenmiş, güzel vakit geçirmişti. Bunun için iletişimi sürdürmeye çalışmış, adama ilgi göstermişti sadece. Adamın tavırlarına anlam verememiş, sadece saygı bekliyordu.

O gün adamın eve davetine karşılık bu ilgisini ve açıklık beklentisini anlattı. Adam o günü geçirmek için lafı her ne kadar dolandırsa da kendi isteğini ifade edemedi ve kadının sorularına cevap vermedi. Kadın geri adım atmayınca adam daha sonra görüşmek üzere vedalaştı.

‘bing’

“Koray Kadıköy’deyim. İşim yok, buralardaysan görüşelim.”

Geçen gün görüştüğü arkadaşı yazınca, yanına geçti. Arkadaşının son görüşmeden aklı kalmış, onu merak etmişti. Ayık kafayla nasıl olduğunu sordu. Koray’ın cevabına inanmayan arkadaşı ısrarcı oldu. İçerken anlattıklarını sordu.

Adam bütün soruları geçiştirip eve döndü. Çok sinirlenmişti. Sarhoşken zaaflarını anlatmış, açık vermişti arkadaşına. Arkadaşı da ilk fırsatta yüzüne vurmuştu zaten. “Oğlum ne istiyorsun lan bu hayattan?” sözleri çınladı kulaklarında. Tekrar tekrar bu soruyu duydu. Arkadaşının haddini aştığını düşünüyor ama bu sorudan kurtulamıyordu.

Koltuğa oturdu, kutuyu alıp ayaklarını uzattı. Bir sigara sardı. Yakmadan kül tablasına koydu. Bilgisayarı aldı koynuna ve yazmaya başladı. Yazdığı mesajı şifreledi ve şifresini 30 yıla kadar kendisinin dahi açamayacağı bir şekilde ayarladı. 30 yıl sonra dosya açılacak ve kendisine mail olarak gelecekti.

Son bir kez okudu yazdığını: Ne mi istiyorum? Bu mail açıldığında haber okurken endişelenmemek, iğrenmemek, yorulmamak, kaybolmamak istiyorum. Evden gündüzleri, isteyerek, gönül rahatlığıyla, keyifle dışarı adım atmak istiyorum.

Çiğnediğim yemeğin tadını, içtiklerimin ferahlığını alırken suçluluk duymamak istiyorum. Bundan 30 yıl sonra çocuğum olmasın ama her yerde mutlu çocuklar ve insanlar olsun istiyorum. Sabahtan akşama kadar onların heyecanını dinlemek istiyorum.

Çile çekmeden istediğim yere varmak; trafik çekmemek, pasaport göstermemek istiyorum. Kendi hapishaneme kira vermemek, hapishane sahibi olmamak, istediğim yerde yaşayabilmek, bir merhabayla yatıya kalabilmek istiyorum.

Ön şartsız, korkusuz sevmek…

Ne mi istiyorum? Gözlerimi son kez kaparken yaşadım, ben de geçtim bu devrandan diyebilmek istiyorum. Bunu istiyorum.

Dosyayı kalıcı olarak sildi bilgisayarından. Sigarasını yaktı. Bilgisayarını yana koyup, “Somewhere over the rainbow” açtı.

Gözlerini yumdu. Sırtı pencereye dönüktü.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol