Vedat Bilgin. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı.
8 bin 506 TL’lik asgari ücreti övdü: “Cumhuriyet tarihinin dolar bazındaki en yüksek asgari ücreti”.
Belli ki bakan bey 455 dolara denk gelen asgari ücreti pek ‘sosyal’ bulmuş.
Geçen yıl, 2022 yılı asgari ücreti belirlenirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynısını yapmıştı. “Asgari ücrette tarihi bir artış yaptık” demişti. Ama 6 ay sonra ikinci bir zam daha yapmak zorunda kalmıştı.
‘Tarihi’ denen üç ayda çöp olmuştu!
Şimdi de bakan 8 bin 500 TL’lik düzeye ‘zirve’ dese de karşılığı hiç de öyle değil.
2021 yılında ekmek 1.5 TL.
Asgari ücret 2 bin 825 TL.
Alınabilen ekmek sayısı: 1883 adet.
Şimdi ise…
Ekmek 5 TL.
Asgari ücret 8 bin 500 TL.
Alınabilen ekmek sayısı: 1700 adet.
Asgari ücretlinin cebinden 183 ekmek çalınmış.
Sadece ekmek değil. Adana’nın ekmek gibi vazgeçilmezlerinden ciğer kebaba bakalım.
2021 yılında asgari ücret 2 bin 825 lira iken, Adana’da 20 liradan, 141 adet kebap yenebiliyordu. Bugün itibariyle Adana’da ciğer kebap 85 lira (Daha pahalı olan yerler var ama düşüğü yok).
Şimdi 141 kebap yiyebilmek için 11 bin 985 liraya ihtiyaç var. Başka bir ifade ile aynı düzeyde kebap yiyebilmek için yeni asgari ücrete 3 bin 479 lira daha eklemek lazım.
‘Rekor’, ‘zirve’ falan deniyor da… Sayılarda da görüldüğü gibi işçinin cebinden çalınanın geri verilmediği açık.
Verilen de üç ayda erir!
Açık olan bir şey daha var: Yeni asgari ücret çalınanı geri vermediği gibi verilen ücretin de hükmü çabuk sönecek.
‘Açlık sınırı’ ile anlatalım.
Her ayın bitiminde Türk-İş tarafından hesaplanıyor.
En son hesaplanan geçen aya (kasım) ait: 7 bin 786 lira.
Dört kişilik bir ailenin asgari beslenebilmesi için gerekli para miktarını gösteriyor. Bildiğiniz mutfak masrafı yani.
Yeni asgari ücret için şöyle deniyor: Açlık sınırının 720 TL üzerinde.
Yanlış!
İşçi ücretini bir ay sonra alır. Ocak ücreti işçiye şubatta verilir. Yeni asgari ücret çalışanların eline şubat başında geçecek.
Şubatta ele geçen o para ne hale gelecek? Birlikte bakalım!
Gıda fiyatlarındaki artış sürüyor. Aralık ayında gıda enflasyonun yüzde 5 olması bekleniyor.
Ocak kış ayı! Haliyle gıda fiyatları artacak. En iyimser ihtimalle yüzde 4 de ocakta olur.
Bu durumda aralıkta yüzde 5 artış, üzerine ocakta bir yüzde 4 artış derken… Şubat ayına gelindiğinde hesaplanacak açlık sınırı ile asgari ücret eşitlenir.
İnanmayan hesaplasın.
***
Görünen o ki…
Mart ayı itibariyle işçilerin yüzde 75’inin ücreti açlık sınırının altında kalacak. Çünkü Türkiye’de işçilerin üçte ikisi asgari ücretli ve o ücrete yakın geliri olanlar.
İlk bir iki ay emekçiler, ellerine bir miktar para geçtiğini hissedecek. Sonra ücretler eriyip gidecek. Tıpkı geçen sene ki gibi!
Cebinden çalınanın suçlusu işçiler mi?
Eriyip gideceği kesin olmasına kesin! Ama eriyecek diye de olaya şöyle yaklaşılması ne derece doğru: Asgari ücret 8 bin 500 TL değil 10 bin TL olsa da hiçbir işe yaramazdı. Enflasyon artar, alım gücü düşerdi.
Bu yaklaşımı tartışmadan önce soralım: Şimdi alım gücü mü var?
Ne gezer?..
Boş beslenme çantasıyla okula giden çocuklar var; okulda açlıktan bayılan çocukların sayısı her gün artıyor.
Yetersiz beslenmeden dolayı yeterli gelişemeyen çocuklar var.
Taş kaynatıp suyunu içecek noktaya gelmiş insanlar var!
Sosyal çöküntü yaşanıyor. “Uyuşturucu kullanımı neden artıyor?” sorusuna verdiği yanıtta, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bile gerçeği dile getiriyor: “Derinleşen yoksulluk ve artan işsizlik nedeniyle madde bağımlılığı artıyor”.
Ve yüksek enflasyon tüm bu yaşananları daha ağırlaştırıyor daha da yaygınlaştırıyor.
Herkes için değil bu yoksunluk.
İşçinin-emekçinin cebinden, boğazından, midesinden çalınanlar birilerinin cebine, boğazına, kasasına akıyor.
Böyle bir durumda bile işçiye deniyor ki… “Yüksek ücret istersen, cebinden çalınanın suçlusu sen olursun çünkü enflasyon azar.”
Daha güzel ikna yolları(!) da bulunabilirdi.
Misal…
Açlık sınırının altında ücret almazsanız sürekli et yersiniz, maazallah gut olursunuz.
Yoldan geçerken canınız çektiği halde alamadığınız baklavaları alırsınız, Allah korusun şeker hastalığına yakalanırsınız.
Şimdi mahkum kaldığınız kaçak tütünden vazgeçip, yabancı sigaralara heves edip paranızı çarçur edersiniz…
Ne gerek var risk almaya şimdi gibi…
***
Daha ciddi cevap verelim!
Etin kilosu 15 lirayken 150 TL oldu.
Peynirin kilosu 20 liradan 200 liraya çıktı.
Ekmek 50 kuruş iken 5 lira oldu.
Paradan atılan sıfır geri geldi. İşçi ücretleri mi suçlu?
Değil!
Enflasyonun en önemli sebeplerini sıralayalım.
Bir: Ülke üretiminin dışa bağımlı olmasına aldırılmadan, ‘rekabetçi kur’ söylemiyle kurların zıplatılması.
İki: Dünyada (Enerji fiyatları başta olmak üzere tüm emtia) fiyatların yükselmesi.
Üç: Hükümetin uyguladığı enflasyonist politikalar (Ucuz kredi, bol teşvik ile büyümeye odaklanırken enflasyonu gözden çıkaran politikalar).
Tüm bunların sonucunda da emeğin milli gelirden aldığı pay yüzde 45’lerden yüzde 25’lere geriledi.
Bu sonuca bakıp, ‘Emeğin milli gelirden aldığı pay düştü, sömürü var’ diye analiz yapanlar şimdi şu yorumu yapıyor: Ücret artışı enflasyon yaratır.
Patronlara… Rantiyeye… Para aksın! Onların kârları 3’e 5’e katlansın. Ama işçi açlıktan sürünsün! Çünkü enflasyon artar!
Ücretlerden bağımsız zam yağacak
Oysa ücretlerden bağımsız fiyat artışlarının süreceği gerçeği var karşımızda.
Yılbaşında ceza ve harçlara yüzde 123 zam (yeniden değerleme oranı) gelecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2023’te uygulanacak motorlu taşıt vergisini, yeniden değerleme oranının yarısı kadar artırdı: Yüzde 61.5!
Bu rakam bile enflasyonun yüksek seyredeceğinin, zamların süreceğinin göstergesi. Geçen sene de Erdoğan yeniden değerleme oranı yüzde 36 iken indirim yapmıştı. MTV yüzde 25 uygulanmıştı. Ama enflasyon coştu!
Bu yıl zamlar en çok gıdada can yakacak.
Gıda fiyatlarında iyimser olmak imkansız. Üretici fiyatları ve tarımsal girdi fiyat endeksi iyimserliği öldürüyor.
Örneğin gübre fiyatlarında ortalama yıllık artış yüzde 203.8 seviyesinde.
Bugün yüzde 200 daha pahalıya gübre atıp, yarın ürünü ucuza satmak mümkün mü?
Çiftçi gübre kullanmasa fiyatlar yine de artar. Çünkü o vakit üretim azalır, üretim azalışı da fiyatları yukarı iter.
Hayvan yemi yüzde 141 artmış. Ucuz süt nasıl mümkün olacak?
Yaza kadar enflasyon kağıt üzerinde geriliyor gibi gözükecek. Ama fiyatlar artmayı sürdürecek.
Örneğin içinde bulunduğumuz aralık ayında enflasyon gerilemiş gözükecek. Ama biz ay başında 100 liraya aldığımız gıdayı ay sonunda 105 liraya alabileceğiz.
Hükümet “başarı hikayesi” anlatacak. Ancak işçinin-emekçinin, dar gelirlinin alım gücündeki düşüş sürecek.
Yükselen fiyatlar ile cebi arasındaki fark büyüyecek olan milyonlarca insan hayat pahalılığıyla mücadelede kaybedecek.
Ve bu durumdan ücretleri sorumlu tutmak yersiz.
Aynı anda alım gücü de ücret de arttırılamaz mı?
Elbette işgücüne ödenen meblağ fiyata yansıtılır. Ama teknolojisi yüksek firmalarda, örneğin Renault’ta, Ford’ta işçi maliyetleri devede kulak değil, kulağın içindeki pire kadar küçüktür.
Emek yoğun üretimde daha büyük oranda olur, ücret artışının fiyata yansıması Ama bu demek değildir ki enflasyon engellenemez.
Hem, ‘Fiyat artışı eşittir ücretlerde erime’ denklemi mutlak doğru da değil! Mesela Türk lirası değer kazansa. O zaman alım gücü artar, erimez!
Bugünkü şartlarda ücret artışı anında yutuluyor ve anlamsızmış gibi gözüküyor.
Peki şartlar değişse
Şartları değiştirmeyi konuşmak yerine şu tespit yapılıyor: Ücret artışı bacağı kırık hastaya kırığı tedavi etmek yerine, hasta acı hissetmesin diye morfin vermek ile aynı. 3 ay içinde geçmiş yıllardan bile daha kötü alım olacak.
Böylesi tespitler bir de ‘Ücretler eriyip gidecek, izleyip, görelim’ gibi iddiayla bitiyor.
İzlemeye gerek yok. Çünkü erimeyi öngörebilmek için kahin olmaya gerek yok.
Bir operasyon gerekliyken önce morfin sonra pekala ameliyat gerçekleşebilir.
Önce cepten çalınan geri verilsin (morfin verilsin).
Açlık ve açlığa bağlı hastalıklardan ölümler artıyor (Ağrı şiddetleniyor). Buna “palyatif, geçici çözüm” deyip gerekliliği görmemek olmaz.
Bu ülkede ortalama aile büyüklüğü 4 kişiliktir. Bu ailelerin yarısında, eve ekmek getiren kişi sayısı sadece 1.
TÜİK’in hesapladığı böyle bir gerçek karşısında “Operasyon olmayacaksa morfin (ücret) de verme” nasıl kabul edilebilir.
Operasyon başlasın: Zamları durdurun
Operasyon için de “bilim, teknoloji, döviz girdisi, ihracat artışı vs.” deniyor. Uzun zamana işaret ediliyor.
Oysa hasta ağır operasyon hemen başlamalı; önce zamlar durdurulmalı.
Ama öyle zabıta ile marketlerin tepesine çökerek olmaz o iş. Devlet sorumluluk almalı.
Tarımda sorunlar uzun yıllar boyunca çok birikti. Küresel gelişmeler de son darbeyi vurdu. Devlet gıda fiyatlarını sübvanse etmeli.
Gıda üretiminde ve taşımacılığında kullanılan enerjiyi, yakıtın fiyatını düşürmeli.
Enerji kamulaştırılmalı, her türlü üretimde enerji fiyatları düşürülmeli.
Temel gıdalarda fiyat sabitlemesine gidilmeli. Bunun koşulları (Temel gıdalarda vergiyi sıfırlamak gibi araçlarla) sağlanmalı. Aksi halde ev sahiplerine konulan yüzde 25’lik zam kotasının işlevsiz kalması gibi hiçbir anlamı kalmaz.
Zengin fakir ayırmadan yapılan doğal gaz sübvansiyonu ihtiyaca göre yeniden düzenlenmeli. Elektrik enerjisi de eve ucuz iletilmeli.
Devlet ihalelerini çatır çatır alıp zenginleşen iş adamlarının vergi borcunu sıfırlamak yerine vergiler bu yönde kullanılmalı.
Döviz üzerinden yapılan özelleştirme ihalelerini TL’ye çevirip, kur artışı karşısında şirketleri koruyanlar devletin, kasasına girmesi gereken milyonlarca liradan vaz geçmek yerine o paraları alıp zamları durdurmak için seferber olmalı.
Asgari ücrete, EYT’ye, emekli maaşlarına gelince ‘Maliyeye yük’, ‘sırtımızda küfe var’ edebiyatı yapanların geçiş ve yolcu garantisi verdikleri yap işlet devret şirketlerini beslemekten vazgeçmeleri gerekli.
Sermayeye verilen milyarlarca liralık teşvikin yönü emekçilere doğru değiştirilmeli!
İşçi çıkarmalar engellenmeli!
Patronlar, ‘Ağlamayan bebeğe mama vermezler’ misali ağlamaya başladı.
Yok efendim, “Ücret maliyetini hafifletecek düzenlemeler bekliyoruz. Destek gelmezse sıkıntı büyür”; vay efendim, “Daralma, kapanma, istihdam kayıplarıyla karşı karşıya kalacağız…”
Onlara eşlik eden analiz de var: “Emek piyasasında kayıt dışı artacak. İşten çıkartmalar gözlenecek.”
Evet hizmet sektöründeki zayıf şirketler, bu ücret zammı karşısında zorlanabilir, bir kısmı işçi çıkartabilir.
Fakat genelde istihdamın kayıt dışına kaymasına ve işten atmalara engel olunmalı.
Zira sermayenin milli gelirin yarattığı katma değerden aldığı pay, son 2 yıldır rekor düzeyde. Emeğin aldığı pay da yüzde 25’e inmiş durumda.
Telafi edilmeli, patronlar birazcık kâr kaybını göze almalı.
Vergiler de başka bir araç
Tüketim maddelerine gelen zamların durdurulması, işten atmaların yasaklanmasının yanı sıra yoksulluk sınırının altındaki ücretlerden vergi alınmaması da operasyonel önemli bir araç.
Temel gıdalara sağlıklı ve ucuza ulaşılmasının yolunu devlet döşemeli.
Servetlerine servet katanlardan vergi alınmalı.
Yakın zamanda ücretlerin artırılması talebenin gelmesi kaçınılmaz. Açlık sınırı arttıkça asgari ücret kovalıyor çünkü.
Artışların anlam kazanabilmesi için yukarıda sıraladığımız taleplerin hayata geçmesi şart!
Memur-emekli de zam almalı
Ortalama memur maaşı 9 bin 500 TL.
En düşük memur maaşı 8 bin TL.
Yeni asgari ücret, ortalama memur maaşına yaklaştı. Asgari memur maaşını geçti. 6 bin 600 liralık ortalama memur emeklisi maaşını da…
Bu gruplara şimdi enflasyon farkı artı yüzde 8’lik sözleşme toplamda yüzde 20’lik maaş zammı mı reva görülecek?
Asgari ücretin az üstü gelir Türkiye’nin ortalama geliri haline, yaratılan istihdam da kölelik düzenine dönüşüyor.
Bunun içindir ki ücretleri, maaşları artırırken, enflasyona operasyon çekecek bir çözüm şart; çözüm için işçisinin, emeklisinin, memurunun ortak bastırması da…