Hayatım boyunca seçim nedir bilmemiştim. Bir kâğıt parçasını zarfın içine koyup o sandığa atmanın bir şeyleri değiştirebileceğine hiç inanmadım; hâlâ da bu ülkede köklü değişikliklerin böyle bir yoldan gerçekleşebileceğine inanmıyorum. Uzun hikâye, uzun tartışma…
İlk kez, 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elim sandığa gitti ama asıl ne olduysa 7 Haziran’da oldu. HDP’nin ne programını okudum, ne bir şeyini. İktidara yürüyen bir parti olsaydı eğer, satır satır okur, belki oy verirdim belki de vermezdim. 7 Haziran HDP’si benim için bir ‘durdurma’ eylemiydi. Üstümüze üstümüze gelen bir şey vardı ve belki de durdurmaktan da çok bunu yapabilmenin moraline, özgüvenine ihtiyacımız vardı.
Yaptık! Aferin bize, pek güzel yaptık! Şimdilerde unutulmuş gibi görünüyor ama biz o gün hükümet devirdik! Ha, sonrası ayrı bir tartışma, şöyle oldu böyle oldu, zaten bunların çoğu da konuşuldu, eleştirildi, vs… Ama ne olursa olsun, o lezzeti hiç unutmadım ben. Sonuçtan bile bağımsız olarak, ortaya çıkan o muazzam çalışma enerjisini ise hiç unutmadım. Dahası, o iki insanı da, Selo ile Figen’i de unutamayız. ‘Elektrik almak’ diye bir ahir zaman deyimi var ya hani, ben bu iki insandan aldım işte. Dünyada ahirette ikisinden de razıyım.
Şimdi neredeyiz?Başka bir yerdeyiz.
Berbat, karanlık bir çukura doğru yuvarlanıyor bu ülke. Dipten akan bir güçlü bir ırmak var biliyorum; bundan hiç kuşkum olmadı ama daha kırığız bugün, sesimiz daha zayıf çıkıyor, bir korku ikliminde boğulmak isteniyor umutlarımız. Oysa daha geçen yılın 17 Nisan’ında mars etmiştik adamları; ne çabuk unuttuk!
Tamam, şunu biliyorum, biliyoruz; o iki insandan üzerimize yayılan ışıltı, bugün yok; yani birebir olarak, sokakta, ekranda, yanımızda yok demek istiyorum. Olsaydı, bu beni, bizi çok mutlu ederdi. Çok da özledim hem. Eski bir Selo konuşmasını sosyal medyada dinleyince hangimizin gözleri yaşarmıyor ki?
Ama sorun tam da şurada ki, bugünkü yaşamımızda eksik olan sadece onlar değil. Meselemiz de bu zaten. Son iki yılda sayılamayacak kadar çok hata yaptık hep birlikte, sayılamayacak kadar çok tren kaçırdık. Elbette dünya bizden ibaret değil, bizim dışımızdaki binlerce şey de etkiledi süreci; kendi payıma ben yakın tarihte zalimlikle riyakârlığı bu kadar bir arada götürebilen bir kadro ve ona bu kadar uşak ruhuyla hizmet eden bir muhalefet hatırlamıyorum ve biz bu fasılda epey bir saftirik kaldık. Hep kendimizi kırbaçlamayalım tamam ama yakaladığımız halkaları elimizde tutmakta çok da becerikli olamadık yani.
Şimdi, bu pazar, iki yeni eşbaşkanla karşılaşacağız ve daha şimdiden onların yetenekleri, hatta etnik halleri üzerine pek sıkı tartışıyoruz ama Allah aşkına, bana biraz da partinin bizzat kendisinden, genel olarak sol güçlerden, hatta sendikalardan, kitle örgütlerinden, kentlerin boş ve mahzun sokaklarından de söz edin. Ne durumdayız? Halinden memnun olan var mı? Ahmet yerine Mehmet seçilsin; iyi! Ama biz neredeyiz? Her biri kendini kendi kendine ‘devrim öncüsü’ ilan eden gruplarımızın dilleri ne kadar alçak gönüllü şimdi? Eskiden “kantinlerde devrim stratejisi tartışanlar” lafıyla nasıl çemkirirdik öğrencilere mesela; kurban olurum ben o ‘strateji’ tartışmalarına! Siz son on yılda ağız tadıyla bir polemik yazısı okudunuz mu hiç?
Yeni bir yol bulmak, ufkumuzu yeniden genişletmek ve bu karanlığı yeniden durdurmak zorundayız. Binlerce iyi insan darmadağın olarak yol arıyor, acı çekiyor bugün. Boğuluyoruz, ruhumuz daralıyor ve bir şeyler yapmak istiyoruz; yalnızca sandıkta değil, sokakta, okulda, işyerinde her yerde durdurmak istiyoruz bu gidişi. Yalnızca biz değil, son yüzyılın en berbat muhalefet partisine lanet olsun diye umut bağlayanlar da samimiyetle istiyor bunu.
Bir zamanlar Mahir, kendi durdukları yeri sabitlemek için epey mekanik bir laf etmişti de sonradan çok dillere pelesenk olmuştu: Aynılar aynı yerde ayrılar ayrı yerde… Hah, işte tam onu diyorum; bugün durum öyle değil! İyi insanlar, bir şeyler yapmak isteyen cesur insanlar, çeşitli yerlere dağılmış halde, aynı acizlik duygusuyla, aynı acıyı çekiyorlar. Ve şimdi bana sorarsanız, kimi seçeceğimizden daha çok hangi yolu seçeceğimiz, bu insanlardan nasıl yeni bir enerji yaratacağımız sorusuyla karşı karşıyayız.
“Herkesin acısı sevgisi kadar” diyor ya hani şarkıda, aynen öyle! Kim bugünleri yaşayıp acı çekmiyorsa da, lanet olsun onun rahatlığına!
Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi’nde yayımlanmıştır…