EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, Manisa Organize Sanayi Bölgesinde Mitsubishi’ye ait inşaat şantiyesinde meydana gelen iş cinayetinde hayatını kaybeden Ali Baba Gökalp ve Zülfü Yıldız’ın aileleri ile Meclis’te basın toplantısı düzenlendi.
Bayhan, iş cinayetinin yaşandığı gün, işçilerin herhangi bir önlem alınmaksızın baskı ve zor kullanılarak çalıştırıldığını vurguladı. Yangın anında “alarm”a basan işçilere müdahale ederek onları kurtarabilecek bir görevlinin dahi bulunmamasına dikkat çekti. Dava sürecine ilişkin bilirkişi raporunda, Mitsubishi başta olmak üzere birinci dereceden sorumluların yer almamasına tepki gösterdi. İşçilerin ailelerinin mücadeleci tutumunu da örnek göstererek İzmir’den Manisa’ya kadar artarak devam eden iş cinayetleriyle nasıl mücadele edilebileceğine dair değerlendirmelerde bulundu.
Bayhan’ın konuşmasının tam metni aşağıdadır:
Sermaye terörü düzeninin çok çarpıcı bir anatomisi var karşımızda
Çok çarpıcı bir iş cinayeti gerçeğiyle yüz yüzeyiz Türkiye’de. Ne yazık ki iş cinayetleri her geçen gün daha çok büyüyen ve kanayan bir yara olmaya devam ediyor.
Ve şimdi onlardan birisi Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde Mitsubishi inşaatında yaşanıyor.
Mitsubishi’ye ait fabrika inşaatının sürdürücüsü, yürütücüsü olan iki inşaat firması var: Bunlardan birisi Dekont isimli inşaat firması ve onun alt taşeronu olan Artı Yapısal adlı bir başka taşeron inşaat firması.
Yani bu iş cinayetinin sorumlular listesi açısından ilk sıraya Mitsubishi’yi, sonra Dekons’u, sonra da onun alt taşeron firması olan Artı Yapısal’ı yazabiliriz. Nasıl yaşanıyor bu iş cinayeti? Türkiye’deki fabrikalara hâkim olan, egemen olan sömürü terörü düzeninin, sermaye terörü düzeninin çok çarpıcı bir anatomisi var karşımızda.
Ali ve Zülfü yanıcı maddelerin içinde kaynak yapmaya zorlanmış
Ali ve Zülfü yaklaşık iki aydır o iş yerinde, o inşaatta çalışıyorlar ve o gün işe gittikleri gün bir manlift’in üzerinde, bir yüksek taşıyıcının üzerinde panel döşüyorlar ve orada geçici kaynak yapıyorlar. O işi yaptıkları yerin tam altında yanıcı bir elyaf yığını var, iki tıra yakın bir elyaf deposu olarak kullanılan bir bölüm var. Yani Ali ve Zülfü bu işi o elyaf yığınının üzerinde yapmaya mahkûm edilmiş durumdalar. Sürekli o işin yetişmesi için baskıyla, “Hadi, hadi!” denerek bu işi yapıyorlar.
Kaynak esnasında düşen kıvılcımlarla bir yangın ortaya çıkıyor. Elyaf yığını tutuşuyor ve o elyaf yığınının alevleri içerisinde, “İmdat!” diyorlar, alarma basıyorlar, çağrıda bulunuyorlar ama ne yazık ki hiçbir iş güvenliği, işçi sağlığı ve güvenliği tedbiri alınmadığı için, hiçbir denetim olmadığı için, o yangında seslerini de duyuramıyorlar.
Ve o manlift’in üzerinden düşüyorlar, o elyaf yığını içerisinde yanıyorlar. Sonra da o elyaf ateşini söndürmek için kepçeyle gelip üzerlerine kum dökülüyor. Dava dosyasının içeriğine ve Adli Tıp raporlarına göre, bu cinayet esas olarak karbonmonoksit zehirlenmesi ve düşme nedeniyle gerçekleşiyor. Bütün bu süreç içerisinde yapılabilecek en küçük müdahale ve tedbir için adım atacak herhangi bir görevli veya yetkili bulunmuyor.
Başından sonuna kadar bir iş cinayetinin nasıl yaşandığının altında tamamen keyfiyet, sorumsuzluk, denetimsizlik ve işin yetiştirilmesi üzerine kurulmuş bir düzen var. İşçilerin adeta ölüsüyle dirisiyle herhangi bir kıymetinin değerinin olmadığı bir çalışma düzenine tanıklık ediyoruz. Ali ve Zülfü’nün de böylesine vahşi, böylesine fütursuz, böylesine denetimsiz bir cinayete kurban olmalarına tanıklık ediyoruz.
Bütün Türkiye’deki inşaat sektörü açısından da çarpıcı bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz gerçeğinin altını çizmek istiyorum. Çünkü Türkiye’de en çok iş cinayetlerinin yaşandığı sektörlerin başında inşaat sektörü yer alıyor. İş kazalarının en çok yaşandığı sektörlerin başında da yine inşaat sektörü geliyor.
Milyarlarca dolarlık bir şirket olan Mitsubishi sorumludur
İnşaatın bir an önce bitirilmesi için ölesiye çalıştırılan bu işçi kardeşlerimiz yaşamını kaybettikten sonra 11 ay geçiyor. Bu 11 aylık süre içerisinde bir soruşturma süreci sürdürülüyor ve aradan geçen bu süre zarfında sorumlulara henüz dava açılmadığını görüyoruz. Bir bilirkişi görevlendiriliyor ve hazırlanan bilirkişi raporunda sadece o gün orada bulunan 4 formen ve 4 yetkilinin sorumlu olduğu belirtiliyor.
Bu iş cinayetinin yaşanmasında sorumlu olan başta Mitsubishi olmak üzere bu firmaların, holdinglerin, şirketlerin birinci derece yetkililerinin, görevlilerinin hiçbirisi bu bilirkişi raporunda yargı kapsamına alınmıyorlar. İşçilerin verdiği ifadeler, işlerin hızla tamamlanması konusunda açık bir baskının olduğunu göstererek çarpıcı bir tablo ortaya koyuyor. Buna rağmen, milyarlarca dolarlık bir şirket olan Mitsubishi başta olmak üzere, gözle görülebilir iş güvenliği açıklarına ve Dekont ile yapılan anlaşmada birinci dereceden sorumluluk üstlenmelerine karşın, gerekli tedbirler alınmamış durumda. Tüm bunlara rağmen, bilirkişi raporunda neden hiçbir sorumluluğa yer verilmemiştir?
Bu, Türkiye’deki iş cinayetleri açısından en önemli sorulardan biridir çünkü düzen böyle kuruluyor: Bütün mekanizma en tepedekini korumak, en alttakini suçlamak, onu cezalandırmak. Hatta dava dosyasına göre, ölen işçi kardeşlerimizi kusurlu buluyorlar. Esas kusuru onlara yıkıyorlar. Yani bu hiyerarşi içerisinde, yine yaşamını kaybeden, iş cinayetine kurban gidenler, sorumluluk hiyerarşisi içerisinde de en alttakiler olarak, sorumluluğun en başına yazılıyorlar.
Hayatını kaybeden işçi kardeşlerimizin ailesinin üç temel talebi gerçekleştirilsin!
Türkiye’de yerli ve yabancı tekellerin, sermayeyi koruyan, sermaye terörü haline gelmiş bir fabrika düzeninin, üretim ve işyeri düzeninin en çarpıcı örneklerinden biriyle karşı karşıya kalıyoruz. Japon tekeli Mitsubishi’nin, belki de sorumluluk adına attığı imzanın, bilirkişi raporunda onu suçlu göstermeyi gerektirirken adı bile geçmiyor. Ve şimdi, hayatını kaybeden işçi kardeşlerimizin aileleri, eşleri ve abileri esas olarak üç temel talebi dile getiriyorlar:
-
Soruşturmanın hızlı bir biçimde tamamlanmasını ve bu işte birinci derecede sorumluluğu olan Mitsubishi yetkililerinden başlayarak bilirkişi raporunun yenilenmesini ve onların yargı önüne çıkarılıp adalet önünde hesap vermelerini istiyorlar.
-
Bu iş cinayetinde sorumlu olan kim varsa, birinci sıradan en alta kadar, onların tutuklanmasını ve tutuklu yargılanmasını istiyorlar. Çünkü bu süreç içerisinde birçok iş cinayetinde buna tanıklık ettik; altını üstüne getirecek bir sürü dümen, oyun, alavere dönmemesi için hukukun kendi alması gereken tedbiri talep ediyorlar. Bu tedbir mutlaka alınmalı diyorlar.
-
Son olarak, bu süre içerisinde hiç kimsenin sorumluluğunun üstü örtülmeden, hak ettikleri cezayı almalarını istiyorlar. Yani yargılama sürecinin de bir an önce sağlıklı bir biçimde yürümesi ve hesap vermelerini istiyorlar.
İş cinayetleri Türkiye’de dava süreçlerinde üstü en çok örtülen cinayetler arasında
İş cinayetleri Türkiye’de dava süreçlerinde üstü en çok örtülen cinayetler arasında yer alıyor. Ama Ali’nin ve Zülfü’nün aileleri buna izin vermemek için acılarıyla mücadelelerini, dirençlerini, sabırlarını bir arada tutup sonuna kadar bu davanın takipçisi olmak için birlikte hareket ediyorlar. Mücadele ediyorlar ve aynı zamanda bu iş cinayetinin yaşandığı yerde, kendi yaşadıkları ilçede Menemen’de bir halk toplantısı düzenleyerek orada bizim ilçe örgütümüzle birlikte, partimizin ilçe örgütüyle bir platform oluşturuyorlar.
Bu davanın sonuna kadar takipçisi olmak için mücadele etmek üzere tutum alıyorlar. Bu Türkiye’de bütün iş cinayetlerine kurban giden işçi kardeşlerimizin ailelerine, Türkiye’de iş cinayetlerinden rahatsız olan bütün kurumlara örnek olması gereken bir tutumdur. Bu iş cinayetlerinin sorumlularından hesap sorma konusunda başarı elde edebilmek, sonuç elde edebilmek için mücadele etmemizin göstergesi durumundadır. Onun için biz de onlarla bu mücadele içerisinde yer almak ve elimizden gelen bütün çabayla, bütün gücümüzü kullanarak, bu mücadelenin adaletin sağlanması için sonuç verecek bir mücadele olarak ilerlemesi için elimizden geleni yapacağız.
Buradan ayrıca, bütün bu mücadele içerisinde, bu mücadeleyi güçlendirebilecek bölgedeki sendikalar başta olmak üzere, işçi sağlığı ve güvenliği meclisi, meslek örgütleri ve o bölgedeki dernekler ile kitle örgütlerini de bu platformla birlikte mücadeleyi güçlendirmeye, bu mücadelenin başarıyla sonuçlanabilmesi için birlikte hareket etmeye de davet ediyoruz. Biz sadece iş cinayetlerinde acı ve gözyaşı değil, aynı zamanda birlikte dayanışarak acılarımızı ve gözyaşımızı sarmak için, azaltmak için de bir dayanak olacağını düşünüyoruz.
İzmir’den Manisa’ya bitmeyen iş cinayetleri
Bir tarafta ucuz emek sömürüsü, bir tarafta ise böylesine vahşi sermaye terörü üzerine kurulu bir çalışma düzeni var. Peki, İzmir ve Manisa bölgesinde bize neyi gösteriyor? Bakın, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre, 2024 yılının ilk ayında İzmir’de 50 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. Manisa’da Kasım ayında sadece 8 işçi iş cinayetine kurban gidiyor.
-
Bakırçay bölgesindeki Habaş, Çebitaş, Ege Demir Çelik ve İDÇ gibi çelik sektöründeki büyük fabrikalar üretim rekorları kırarken, işçiler bu fabrikalara “cehennem” adını veriyorlar. Bu fabrikalar, işçilerin dilinde cehennem olarak isimlendiriliyor ve tarif ediliyor. Zehir soluyarak ve ölümle burun buruna çalışan işçiler, vardiya arkadaşlarının ölümünün hemen ardından bile kendilerine “hadi hadi” denerek işbaşı yaptırıldığını anlatıyorlar.
-
Performans baskısının en yoğun yaşandığı iş yerlerinden biri de hepimizin bildiği Türkiye devlerinden Tüpraş. Patlamalar ve kazaların ardı arkası kesilmiyor. 2017 yılında yaşanan bir patlamada 4 işçi hayatını kaybetti. Bu yılın mayıs ayında ise 25 yaşındaki bir işçi bacadan düşerek yaşamını yitirdi.
-
Aliağa gemi söküm tesislerinde çalışan işçiler de her türlü zararlı maddeyi soluyarak, günden güne zehirlenerek ölüyorlar.
Bütün bu havza, Manisa ve İzmir’deki fabrikalar, iş cinayetlerindeki yükselişe rağmen herhangi bir denetim, soruşturma geçirmiş değil. Buradan her fırsatta “Türkiye’nin 100. Yılı”, “Türkiye’nin 100. yılı vizyonu” diyenlere, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, Çalışma Bakanı’na seslenmek istiyorum:
Bu işler böyle gittikçe, sizin Türkiye’nin yüzüncü yılınız, sizin Türkiye’nin yüzüncü yılı vizyonunuz, sömürü terörünün yüzüncü yılı olacak. Sermayenin estirdiği vahşi sömürü düzeninin yüzüncü yılı olacak ama biz buna müsaade etmemek için bütün emekçi kardeşlerimizle birlikte mücadeleyi büyüteceğiz.
Biz sık sık vurguluyoruz ve bir daha vurgulamak istiyorum: AKP iktidarları boyunca, özellikle de tek adam rejiminin inşasından bu yana, iş cinayetleri hızla arttı. 20 yılı aşkın bir süre içerisinde, bütün AKP iktidarları boyunca yaşanan iş cinayetlerinin sayısı 30 bine yükseldi. Ve bütün bunlara rağmen, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporları, bütün çalışmalarına rağmen iktidardan “hâlâ bizim mevzuatımızda herhangi bir sorun yok” diye açıklamalar geliyor. Ve bütün iş cinayetlerinin yükü, tıpkı bu bilirkişi raporunda olduğu gibi, Mitsubishi gerçeğinde olduğu gibi, faturası hep yaşamını kaybeden işçilere çıkarılarak onları suçlu ilan edip, ilerlemeye devam ediyorlar.
İş cinayetleri ve meslek hastalıkları “doğal ölüm” olarak kayda geçiyor
Ayrıca, ölümlerin dışında sakatlanmalar ve uzuvlarını kaybeden işçi kardeşlerimizin sayısı çok fazla. Bunlar, iş cinayetlerinden çok daha fazla yaşanan örnekler olarak mevcutken, bunlar gündeme bile gelmiyor. Hatta bizdeki mevzuatta, iş cinayetleri açısından ortaya çıkan tabloda birçoğu iş cinayeti kapsamına alınmadığı için işçi sağlığı ve iş güvenliği kapsamına girmiyor ve raporlara “doğal ölüm” olarak geçiyor.
Bu iş cinayetlerinin alınması gereken tedbirleri konusunda birinci derecede sorumluluğu olan Bakan Vedat Işıkhan’a bir kez daha seslenmek istiyorum:
Senin bakanlık yaptığın dönemde en az 1708 işçi iş cinayetlerinde yaşamını kaybetti ve sen bu iş cinayetlerine ilişkin herhangi bir ciddi soruşturma, yerinde denetim, gidip yerinde bu işlere müdahale etmek, bir tanesinde bile gidip açıklama yapma ihtiyacı duymadın.
Türkiye’de 100.000 işçide ölümlü iş kazası oranı %50 azaldı diyerek bir de hiç yüzün kızarmadan övündün. Ama bütçe görüşmelerindeki raporunda iş cinayetlerine dair herhangi bir istatistik bile paylaşmadın. Bu ülkedeki işçi ve emekçi kardeşlerimizle soruyoruz:
İşçi ölümlerine neden olduğu için hangi işyerinde nasıl bir yaptırım uyguladın? Hangi işyerinin kapısına kilit vurdun? Hangi işyerinin ruhsatını iptal ettin? Bunların takibi açısından hangi tedbirleri almak üzere, yasalardaki boşlukları giderecek düzenlemeleri gündemine aldın?
Hepsinin yanıtı, aslında bakarsanız, koca bir Türkiye yüzyılı nutukları dışında, Türkiye yüzyılı efelenmeleri veya caka atmaları dışında bir karşılık bulamıyor.
Türkiye’de iş cinayetleriyle mücadele etmek için;
Türkiye’de iş cinayetleriyle bugünkü koşullarda mücadele etmenin, gerçekten toplu iğnenin ucu kadar, bir milim ilerleyecek bir tedbir almak üzere adım atmanın iki temel koşulu var.
-
İşçi sağlığı ve iş güvenliği denetimi, bütün fabrika ve işyerlerinde işçi kardeşlerimizin seçtiği temsillerden oluşan komiteler tarafından yapılarak onlar tarafından rapor edilmeli. Haftalık, 15 günlük, aylık raporlarla oradaki işçi sağlığı ve iş güvenliği ihlallerinin veya koşullarının uyulup uyulmadığının denetlenmesinin bağımsız işçi komitelerinde olması şart. Bunu sermayeye, özel görevlilere, şunlara bunlara vererek kâğıt üzerinde çözemezsiniz. Bu sadece ve sadece iş cinayetlerini meşrulaştırmaktan öteye geçmeyen bir yaklaşım olur, tıpkı bilir kişi raporunda olduğu gibi. İş cinayetlerini cesaretlendirirsiniz.
-
İlçe ve iller düzeyinde, başta sendikalar ve meslek örgütleri olmak üzere düzenli sistematik denetim yapacak koordinasyon kurulları oluşturulmalı. Onlar da bağımsız kurullar olmalı ve onlar da iş cinayeti ve işçi sağlığı güvenliği denetimini yapmalı ve düzenli raporlar sunmalı.
Çalışma Bakanlığı bunların gereğini yapan bir kurum olmalı. Yoksa buradan bir kez daha açıkça ilan ediyoruz: Bütün bu yaşanan iş cinayetlerinin vebali de sorumluluğu da sizin omuzlarınızdadır. Bütün bunların günahı da sizin omuzlarınızdadır ve bütün bunların hesabını da siz vermek zorundasınız.
Başta Mitsubishi olmak üzere, bu iş cinayetinin sorumlusu olan bütün kurumlar, bütün sermaye örgütleri, şirketler, holdingler ve onların yetkilileriyle olan kavgamız, mücadelemiz sürecek. Bu işin siyasi sorumluluğunu taşıyanlarla mücadelemiz sürecek. Ve bu salonda, Meclis kürsüsünden bu dava sonuçlanıp hak edenler hak ettiği cezayı alana kadar, biz bu işi kardeşlerimizin ailelerinin sesi, soluğu olmak için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.