Türkiye ekonomik zorluklar karşısında Suudi Arabistan’la ilişkilerini normalleştirmek istiyor ama uzattığı zeytin dalı ‘diken etkisi’ yapmışa benziyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Mekke’deki İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesine katılması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ramazan Bayramı’nda Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz’i araması ve Dışişleri Bakanlığı’nın Abha Havalimanı’na Husi saldırısını kınaması iki ülke ilişkilerinde bir normalleşme çabası olarak görülüyor. Bu gelişmeler, olumlu başlangıç sayılsa da “kaş yaparken göz çıkaran” yaklaşımlar yüzünden Riyad-Ankara hattı hala güven vermiyor.
S-400 gerilimine bağlı olarak ABD’nin olası yaptırımları kırılgan ekonomiyi tehdit ederken Suudi etkisindeki Körfez’den gelen sıcak para akışına önem atfediliyor. Ayrıca Suudi-Emirlikler ekseniyle aleni husumet sürdükçe Türkiye’nin Orta Doğu ve Afrika açılımları yeni zorluklarla karşılaşıyor.
Erdoğan bu kısır döngüyü aşmak zorunda ama kilidin açılmasına yönelik bir beklenti ve iki koşul var: Suudilerin İran’a karşı oluşturmak istediği fotoğrafa girmek, Katar’la askeri ilişkileri gözden geçirip kalkan pozisyonuna son vermek ve Müslüman Kardeşler’e sunulan himayeyi bitirmek.
Suudi Arabistan’la ilişkilerin hayırla anıldığı yıllar az değil. En azından Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) döneminin önemli bir kısmında Suudi Arabistan hatırlı bir yer tutuyor. İslam’ın iki kutsal kenti Mekke ve Medine’nin yani Harameyn’in hizmetçisi olarak anılan Suudi Krallığı’na hürmet her şeyin önünde geliyor. AKP, 2006’da Suudi Kralı Abdullah’ın ziyareti sırasında imzalanan altı anlaşmayla iyi bir başlangıç yapmıştı. 2013’te ilişkilere askeri işbirliği boyutu eklendi. Suudi pilotlar Konya’da eğitim alırken Türkiye, Körfez’deki askeri tatbikatlara katıldı. 2015’te Erdoğan’ın Riyad ziyaretinde Kral Selman’la imzalanan anlaşmayla artık “stratejik işbirliği” dönemine geçildi. Ertesi yıl iki ülke arasında koordinasyon konseyi kurulması yönünde mutabakat sağlandı. Bu arada, iki ülke Suriye’de Esad yönetimini devirmek için özünde rekabet de barındıran bir maceranın ortakları oluverdi.
Erdoğan, Suudi Arabistan’ın 2013’te Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetimine darbe yapan Abdülfettah Sisi’yi finans etmesine çok öfkeliydi ama bunu ikili ilişkilere yansıtmıyordu. Aksine Suriye’de ortaklığı korurken Yemen’de de Suudi liderliğindeki operasyona destek çıkıp Orta Doğu’da Türkiye’nin hamlelerini boşa çıkaran İran’a karşı Suudileri memnun edecek düzeyde sert çıkışlar yapıyordu.
Türkiye, Astana Süreci ile Rusya ve İran’la el sıkışırken Suriye, Libya, Sudan gibi yerlerde Suudilerle ayrıştı. 2017’de yaptırımlarla kuşatılan Katar’a kalkan olunması ve Müslüman Kardeşler’e himaye sunulması ilişkileri rayından çıkardı. Son olarak 2018’de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da Suudi başkonsolosluğunda öldürülmesi her şeyi berbat etti.
Ankara cinayet ve genel olarak ilişkilerdeki kötüleşmeden Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ı sorumlu tutup Kral Selman’ı ayrı bir kefeye koydu. Dış baskı sayesinde Muhammed Bin Selman’ın taht yolunu kapatacak bir “iç gelişme” olabileceği hesabıyla hareket edildi. Fakat Bu senaryo tutmadı. Son zamanlarda iktidara yakın medya, Muhammed Bin Selman üzerinde de fazla durmayıp Türkiye karşıtlığında asıl aktörün Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed’in olduğuna dair iddiaları öne çıkarmaya başladı. Bunun da işe yaradığı söylenemez. Zira gerek Suudi yetkililer gerek Körfez medyası Türkiye’ye ekonomik olarak bir bedel ödettirme yönünde kampanyayı sürdürüyor.
17 Mayıs’ta Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçiliği, Suudi vatandaşlarının Türkiye’de gayrimenkul satın alırken haksızlığa uğradığı, parasını ödedikleri mülkleri alamadıklarını ve bu konuda dikkatli olunması gerektiğini açıkladı. Gayrimenkul Erdoğan’ın en fazla önem verdiği alan. Son beş yılda Türkiye’de yabancılara satılan 122 bin konutun 10 bin 653’ü Suudilere gitti. Suudiler Iraklılardan sonra ikinci sırada.
21 Mayıs’ta Riyad Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ajlan El Ajlan, Türk yetkililerin Suudi yatırımcıları koruyamadığını, dolandırıcılık vakalarının arttığını ve turistlerin tacize uğradığını öne sürüp iş yapmanın ve ziyaret etmenin tehlikeli hale geldiğini söyledi.
Sabaq gazetesine konuşan Rixon Tour’un sorumlusu Hussam El Naci ise Türkiye’ye rezervasyon taleplerinde yüzde 70 düşüş olduğunu söyledi. Son yıllarda Suudi turist sayısı tedricen artıyordu: Bu rakam 2016’da 530 bin, 2017’de 651 bin, 2018’de (sadece İstanbul) 628 bin olmuştu. 2019’un ilk çeyreğinde Suudi turist sayısında yüzde 30 düşüş kaydedildi.
29 Nisan’da Okaz gazetesinde yayımlanan “Türkiye’ye gitmeyin” başlıklı yazıda Türkiye’de dolandırıcılık ve kötü muamele iddialarına yer verildi. Gazete, Suudi iş adamlarının Türkiye’de çok para kaybettiklerini ve yatırımlarını çekmeye başladıklarını da yazdı.
Riyad Valisi Prens Faysal Bin Bender’in aracında kendisine ikram edilen Türk kahvesini geri çevirirken, Prens Abdullah Bin Sultan bu görüntüyü paylaşıp Türk ürünlerini boykot çağrısı yaptı.
Suudi Arabistan’la dış ticaret de gerileme eğiliminde. 2015’de 3.5 milyar dolar olan ihracat 2016’da 3.2 milyara, 2017’de 2.7 milyara, 2018’de 2.6 milyar dolara düştü.
Medya üzerinden inanılmaz düzeyde savaş devam ederken Kaşıkçı cinayetiyle ilgili açıklamalarıyla öne çıkan AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay, Yeni Şafak gazetesindeki köşesinden Suudi Kralı Selman’a bir açık mektup yazdı. Kral’a “Muhterem Hâdimu’l-Haremeyn” diye seslenen Aktay, “Türkiye Suudi Arabistan’ın düşmanı değildir. Türkiye’den size asla zarar gelmez” ifadelerini kullandı. Bu mektup bir zeytin dalı gibi sunulsa da aslında kullandığı ifadeler Suudileri daha fazla öfkelendirecek nitelikteydi. Kral ile oğlu arasında fark gözetip Suudi resmi ulemasını “fitne ateşine benzin dökmekle” suçlayan Aktay, Suudi hanedanının ellerindeki servetle açlık içindeki dünya Müslümanlarının durumu arasındaki trajik çelişkiye dikkat çekti. Dahası tutuklu birkaç alimin Ramazan’dan sonra idam edileceğine dair Katar medyasında çıkan iddialardan hareketle Kral’a “Onları öldürerek kendinize yazık etmeyin” diye sesleniyordu.
Suudiler için bu mektubu bir köşe yazarı değil Erdoğan’ın başdanışmanı yazmıştı. Beklendiği gibi Suudi medyasından ağır yanıtlar aldı.
Al-Monitor’a konuşan bir Arap kaynak “Aktay’ın yazısı yarı resmi bir mektup olarak görülmektedir. Yazıdaki dil çok rahatsız edici. Bir yalan üzerine bina edilmiş mektupta Kral’a vaaz veriyor. Kötü niyetli bir yaklaşım. Çok büyük rahatsızlığa yol açtı. Suudi yönetimi Mekke zirvelerini gölgelememek için alttan almayı tercih etti” dedi.
Aktay daha sonra bir demeç daha vererek “Tüm sorunlara rağmen diyalog şartlarını oluşturmaya çalışıyoruz. Biz hasım değiliz. Bilakis Suudi Arabistan’a yönelik her türlü tehdide karşı onların yanındayız. Türkiye İran’dan da ABD’den de gelecek tehdidin karşısındadır” dedi.
İkinci iletişim kazası Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) dönem başkanlığını Suudi Arabistan’a devrettiği Mekke zirvende yaşandı. Aynı Arap kaynak bu konudaki havayı şu sözlerle aktardı: “Dönem başkanlığını Kral’a devreden kişi Çavuşoğlu değil Erdoğan olmalıydı. Çünkü kralın muhatabı cumhurbaşkanı. Suudiler bunu kenara not ettiler. Kral Selman İran’a karşı Türkiye’yi yanlarında görmek istiyordu ve Erdoğan’ı bekliyordu. Ama Erdoğan İran’a karşı bir duruş sergilememek için Mekke’ye gitmedi. Erdoğan bayramda gönül olmak için Kral’ı aradı ama bunun herhangi bir şeyi telafi ettiğini zannetmiyorum.”
Erdoğan’ın geçmişte olduğu gibi iki ülkenin ayrıldıkları dosyaları kenarda tutarak ikili ilişkileri sürdürme yaklaşımının bu sefer çalışmadığı anlaşılıyor. Riyad İran’la ilgili jest, Katar ve Müslüman Kardeşler konusunda değişim bekliyor. Katar ve Müslüman Kardeşler’e yaklaşımda değişim ihtimali dışlanmasa da İran artık daha fazla hassasiyet gerektiren bir dış politika başlığı.
Ankara, Suriye’deki paslaşma ihtiyacına ilaveten Irak sınırlarında PKK’ye karşı askeri harekâtı genişletirken İran’la koordinasyon arıyor. Kürtlerin liderliğindeki özerk yapılanmanın “ulusal tehdit” olarak ele alındığı Suriye’deki süreç belli bir yere varmadan İran’la iki yıl öncesine dönüş zor gözüküyor. Ayrıca Avrupa-Trans Atlantik ekseninde ilişkiler sarpa sararken Türkiye’nin en istikrarlı sınırlara sahip olduğu İran’la bozuşmasının rasyonel bir tarafı bulunmuyor. Tabii bu, Türkiye’nin Orta Doğu’daki artan İran nüfuzundan rahatsız olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak İran’la keskin rekabet Türkiye’yi oyundan düşürdüğü için yeni bir yaklaşım zorunluluk haline geldi.
Read more: https://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2019/06/turkey-saudi-arabia-ankara-seeking-to-normalize-ties-riyadh.html#ixzz5rKZr5b7l