20 C
İstanbul
22 Mayıs Perşembe, 2025
spot_img

Türk-Alman baharı yanıltıcı mı? – Fehim Taştekin (Al-Monitor)

Türkiye ile Almanya siyasi krizler aşıp ekonomik ilişkilere bakma iradesi sergiliyor. Ancak ne Türkiye’nin beklediği yatırımlar garantide ne de Türk-Alman baharı biriken sorunlara çare

Türkiye ve Almanya aralarındaki siyasi gerilimlere rağmen ekonomide birbirinden vazgeçemiyor. Alman hükümetini 15 Temmuz darbe girişiminden arananlara arka çıkmak ve PKK’ye yataklık yapmakla suçlayan, dilini “Nazi artığı” diyecek kadar keskinleştiren ve iadesini istediği Türk vatandaşlarına karşı beş Alman vatandaşını “rehine” gibi tutan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugünlerde Berlin’den gelen misafirleri keyifle ağırlıyor. Erdoğan borç krizindeki mali çarkı döndürmek, sermaye kaçışını önlemek ve döviz-faiz-enflasyon kıskacındaki kriz döngüsünü kırmak için Avrupalı dostlarla el sıkışmaya şiddetle ihtiyaç duyar hale geldi. “Türkiye’nin ekonomik gelişimi stratejik açıdan çıkarımıza” diyen Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Türkiye’nin istikrarını siyasi konuların üzerinde tutma eğilimi, Erdoğan’ın işini kolaylaştırdı.

Almanya hem Türkiye ekonomisinin ana dinamiklerinden biri hem de AB’nin geri kalanıyla ilişkilerin anahtarı. Haliyle Berlin’le dalaşmanın Türk ekonomisine maliyeti doğrudan reel sektörlere de yansıyor. Almanya açısından da Türkiye’nin istikrarsızlığı Avrupa’yı etkileme kapasitesine sahip. 80 milyon nüfusu ve 800 milyar dolar gayrisafi milli hasılası ile Türkiye’yi türbülansa bırakmak Almanların göze alabileceği bir durum değil.

Türkiye’de faaliyet gösteren Alman firmaların sayısı 7 bin 200’ü buluyor. Bu şirketler 120 bin kişiye istihdam sağlıyor. 2017’de ikili ticaret hacmi 36.4 milyar dolardı. Almanya, Türkiye’nin ihracatında 15.1 milyar dolarla birinci, ithalatında ise 21.3 milyar dolarla ikinci sırada. Türkiye’deki Alman yatırımlarının değeri 9.3 milyar doların üzerinde. Ancak siyasi duruma bağlı olarak doğrudan yatırımlarda düşüş trendi gözleniyor: 2013’te 1.9 milyar dolar olan Alman yatırımları istikrarlı bir şekilde gerileyerek geçen yıl 295 milyon dolara indi. Son krizde Türkiye’den Almanya’ya çekilen döviz miktarı ise daha dikkat çekici: Nisan-haziran arasında 4.5 milyar Euro.

Erdoğan’ın 27-29 Eylül’deki Almanya ziyaretiyle ilişkilerin önü tekrar açıldı. Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmaier 25-26 Ekim tarihlerinde SAP, Siemens, BASF ve EON gibi 35 şirketten temsilcilerin de yer aldığı 80 kişilik heyetle Türkiye’de temaslarda bulundu. Bu vesileyle 2013’te kurulması kararlaştırılan Türkiye-Almanya Ekonomik ve Ticari Ortaklık Komitesi (JETCO) ilk kez toplandı. Türkiye’den ticaret bakanı, Almanya’dan ekonomi bakanının başkanlık ettiği JETCO, tarafların sorunları doğrudan konuşarak çözmesine olanak veren bir mekanizma. Yine aynı tarihlerde Türk-Alman Enerji Forumu’nun ikincisi gerçekleştirildi.

Türkiye Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank Alman iş insanlarının önünü açmak için özel bir mekanizma kurulacağını da müjdeledi: “Alman sanayicisi ve yatırımcısının karşılaştığı her türlü sorunu çözmek adına bakanlığımızda ‘Almanya masası’ kuracağız.”

IMF’ye başvurmadan doğrudan yabancı yatırımı çekme stratejisiyle krizi atlatmayı deneyen Türkiye, 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesini, Avrupa Birliği ile müzakerelerin önünün açılmasını, vize serbestisinin hayata geçirilmesini, yatırımlarda teknolojiye ağırlık verilmesini, ilaç ve kimya gibi katma değeri yüksek yatırımlar yapılmasını, alternatif enerji sektöründe iş birliğinin artırılmasını bekliyor. Alman yatırımcılar için Hermes ve Alman Kalkınma Bankası (KFW) kredilerinin artırılması tavsiye ediliyor.

Eylülden beri artan bu temaslar yeni sayfa açıldığına dair iyimserlik yarattı. İki ülkenin ekonomik ilişkileri siyasi zıtlaşmalardan uzak tutma kararlılığı iş dünyasında takdir edilse de tarafların önündeki hendekler küçük değil.

Almanlar yeni yatırımlar konusunda oldukça temkinli. Altmaier temasları sırasında koşulların “normalleştirilmesi” durumunda yatırımların artacağını söyledi. Kritik kelime “normalleşme.” Bu ifadenin altına çok sayıda başlık sığıyor.

Her şeyden önce Türkiye yabancı yatırımcıların güvenini yitirdi. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yapılan müdahaleler güvensizlik ortamını artırdı. Bu tür müdahaleler olağanüstü hal sona erdiği halde başkanlık kararları ya da yasal düzenlemelerle devam ediyor. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı etrafındaki soru işaretleri ciddiyet kazandı. Gümrük Birliği’nin ihlal edildiğine, gümrük muafiyetine rağmen “telafi edici vergiler” konulduğuna ve ticari faaliyetlerin kısıtlandığına dair şikâyetler çoğaldı. Kur baskısını azaltmak için ihracatta elde edilen dövizin 180 gün içerisinde Türkiye’ye getirilmesi ve bunun en az yüzde 80’inin bankaya satılması gibi önlemler tedirginliği katladı. Zora dayalı önlemler sonlanmadan ve yapısal değişime gidilmeden yatırım beklentilerini yükseltmek gerçekçi değil.

Türkiye’de yatırımları bulunan Alman ekonomisinin devleri 28 Eylül’de Berlin’de Erdoğan’a güvenin yeniden tesisi için beş madde sıralamıştı: “Hukuk güvenliği güçlendirilmeli, demokratik kurumlar işler hale getirilmeli, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı sağlanmalı, Gümrük Birliği kurallarına bağlı kalınmalı ve yeni yatırımlar için çerçeve koşullar iyileştirilmeli.”

Temasların yeni bir sıçrama ya da yeni bir sayfa olduğuna dair yorumları Al-Monitor’a değerlendiren EISTI-Paris Konuk Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Mortan askeri darbe dönemlerinde bile Almanya’nın ambargo yoluna gitmediğini ve ekonominin tıkır tıkır işlediğini hatırlatarak “Kesinlikle yeni bir sayfa açılmadı. Çünkü sayfa kapanmamıştı. Sadece ekonomiyi siyasetten ayrı tutuyorlar. Merkel göç krizinden başlayarak çok sabırlı bir politika izleyip sayfanın açık kalmasını sağladı. Bu gezinin birden sıçratacak bir yanını görmüyorum. Almanlar normal ihracatlarına devam eder ama büyük sıçramalar olmaz.” dedi.

Mortan’a göre Almanları Türkiye’ye iten birkaç neden var: “Birincisi Alman ekonomisi ihracatçı bir ekonomidir ve onlar için bütün ülkeler önemlidir. Siyasi meseleleri ekonominin önüne geçiremezler. İkincisi Almanlar artık büyük ihalelere girmek istiyor. Para getiren nükleer enerji, savunma sanayi, demiryolu gibi alanlara ilgi duyuyorlar. Bu gezinin organizatörü olarak Alman devleti ile birlikte Bosch ve Siemens sacayağıdır. Türkiye’nin bütün sinyalizasyon projelerini üstlenen Siemens son zamanlarda nükleer enerji ve demiryolu projeleriyle yakından ilgileniyor. İkinci nükleer santral ihalesini kaçıran Siemens üçüncüsüne davet edilebilir. Bosch da bütün Orta Doğu operasyonlarını Türkiye’den idare ediyor. Çerkezköy’de beyaz eşya sektöründe inanılmaz bir genişlemeye gittiler. Ancak uçak dolusu heyetin gönderilmesi ivedilikle yatırım yapacakları anlamına gelmez. Yabancı yatırımlarda fevkalâde düşüş var. Aksine hukuki garantiler istiyorlar.”

Mortan, “Almanya Masası bir ciddiyet gösterisi sayılmaz mı?” sorusunu da şöyle yanıtladı: “Hayır. Zaten bu işlerle ilgilenen DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) var. Bununla yetinmeyip Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası’nı kurmuşuz. Şimdi ortaya JETCO çıktı. Bunlara bir de masa ekleniyor. İş masaya kaldı mı çözülmüyor zaten. (…) Yatırımcı güvence istiyor. Malın üretilmesi, satışı ve kazanılan paraların güvencesiyle ilgili korkular var. Sadece İş Bankası’nda yüzde 21 hissenin kamulaştırılması planı bile korkmaları için yeterli. Bunun başka şirketlere uygulanmayacağının garantisi yok.”

Peki, Almanya ile yakalanan olumlu ivme diğer AB ülkeleri ile ilişkilerde katalizör etkisi yapabilir mi? Mortan bu konuda da iyimser değil: “Almanlarla temaslar tekil olarak AB üyelerini etkilemez. Her ülke kendi tarzında iş yapıyor.”

Mortan Almanya ile ilişkilerin düzelmesinin 10 ay içerisinde 209 milyar dolar dış borcu çevirmesi gereken Türkiye’nin kredi bulmasına yardımcı olabileceğine dair öngörülere de katılmadığını ifade etti: “Kesinlikle bu ziyaretlerle kaynak bulma çabası arasında ilinti kurulamaz. Bu konuda adres kesinlikle IMF’dir.”

Altmaier ziyaretini “Sorunların parça parça çözüleceği konusunda iyimserim” temennisiyle noktalamıştı. Nitekim taraflar “Türkiye üşütse, Almanya hapşırır” mottosunu yeniden yakalamış gözüküyor. Birinci Dünya Savaşı’nda kader birliği yapan Türkiye-Almanya bağları daha sonra biraz gevşemiş, 1961’deki işçi göçüyle ilişkiler başka bir evreye taşınmıştı. Bu motto ilişkilerin tarihindeki fabrika ayarlarını temsil ediyor. Nitekim, Türkiye’nin Leopard tanklarının modernizasyonu ve Altay tanklarında Alman teknolojisinin kullanılması konusundaki taleplerinin askıya alınması ilişkilerde bir şok etkisi yaratmıştı ama siyasi polemikler gibi bu krizin de geçici olduğu düşünülüyor.

Kaynak: Al-Monitor

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN ŞUBAT SAYISI ÇIKTIspot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 222. SAYISI ÇIKTI!spot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,950AboneAbone Ol