Kaosa dönüşen ülke sorunlarına herhangi bir çözüm bulamayan iktidar, Gare fiyaskosundan iki ay sonra döndü dolaştı yeniden savaşa sarıldı.
Normal olarak dün ve bugün Türkiye’nin, ABD Başkanı Biden’in Ermeni soykırımını resmen tanıdığına ilişkin açıklamasını konuşması beklenirdi.
Üstelik ABD Başkanı Biden, birkaç gün önceden medyaya sızdırdığı bu kararı, bizzat Erdoğan’ın yüzüne karşı, neredeyse 100 gündür beklenen telefon görüşmesinde açıklamıştı.
Normalde, bu mesele hamasi bir yaklaşımla ele alınır ve mangalda kül bırakmamacasına ABD’ye karşı esip gürlenerek, soykırım ya da katliam tümden reddedilirdi. “Şanlı tarihimizde böyle bir kara lekemiz yoktur” denilerek de işin içinden çıkılırdı!
Ama bu sefer beklenen olmadı.
Saray sözcülerinin ve tabii bazı muhalefet liderlerinin (En başta CHP yetkililerinin ve İYİP Genel Başkanı Meral Akşener’in) kınama söylevleri dışında ciddi bir tepki duymadık.
Saray yönetimi, herhalde önceden alınan stratejik bir kararla bu meseleyi fazla büyütmeden geçiştirerek, ölü taklidi yapmayı tercih etti.
Bunun yerine, Erdoğan-Biden telefon görüşmesinin gerçekleştiği saatlerden itibaren Kandil’e başlatılan hava/kara operasyonunun haberlerini duymaya başladık.
Dün sabahtan itibaren de Erdoğan’ın konuşmalarında sadece bu konu yer alıyor. İktidarın internet broşürlerinin manşetlerini klasik, “vurduk, temizledik, yok ettik” klişeleriyle hamasi operasyon haberleri süslüyor.
İki ay sonra yeniden Kandil’e operasyon kararı
Bazıları hızını alamamış, “Mehmetçik Kandil yolunda” başlıklarını atmış bile.
Öyle anlaşılıyor ki, Biden’ın soykırımı tanıma kararına karşı kamuoyunun dikkatini dağıtmak için yine PKK’ye karşı sınır ötesi operasyon yoluna başvuruldu.
Kürt kaynakları da ABD Başkanı Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telefon görüşmesinden sonra TSK’nin, Federe Kürdistan sınırında bulunan Metina, Avaşîn ve Zap bölgesine havadan ve karadan operasyon başlattığını doğruluyor.
Hatta, “Telefon görüşmesinden Kandil’e operasyon çıktı” başlıklarına rastlanıyor.
Ama gelen ilk haberler, tıpkı Gare operasyonunda olduğu gibi yine Türkiye açısından pek parlak değil. Yerel kaynaklar, harekat bölgesinde şiddetli çatışmaların yaşandığını, PKK güçlerinin direndiğini aktarıyor.
İki ay önce, Şubat ayında yapılan Gare operasyonunu hatırlayalım.
İktidar bu operasyondan siyasi fayda devşirebileceğini düşünmüştü. Hamaset yoluyla hem oy kaybını durdurabileceğini hem de muhalefeti parçalayabileceğini zannetmişti.
Evdeki hesap Gare’ye uymadı. Operasyon bir faciaya dönüştü. TSK, ne asker indirilen bölgelerde kalabildi, ne de PKK’nin elindeki 13 rehineyi kurtarabildi.
Şimdi adeta yine aynı şey tekrarlanıyor. Aşağı yukarı aynı bölgelere, ama bu sefer Gare başarısızlığından bazı dersler çıkartılmış olacak ki, sınıra daha yakın bölgelere operasyon yapılıyor.
İktidar, iki ay sonra döndü dolaştı yeniden savaşa sarıldı.
Çünkü kaosa dönüşen ülkenin sorunlarına herhangi bir çözüm bulma ihtimali artık kalmadı. Tek çıkar yol olarak yine savaşa başvuruyor.
Bir kere daha milliyetçi, devletçi muhalefetin ulusal meselelerde yanında saf tutacağı varsayımına güveniyor.
Kandil’e operasyonun yeşil ışığı Biden’dan mı?
İşin bir de yukarıda belirttiğim, “Telefondan Kandil’e operasyon çıktı” tarafı var.
Bilindiği gibi Biden, seçimler öncesinde Ermeni soykırımını tanıyacağı vaadinde bulunmuştu, bundan geri adım atamazdı. Bu durumda Türkiye’yi kızdırmamak için ABD’nin daha önce değişik zamanlarda TSK’nin PKK’ye karşı operasyonlarına yeşil ışık yaktığı gibi bu kez de benzer bir mesajı vermiş olabilirdi. Başlık, bu ihtimali dile getiriyor.
Çünkü unutmayalım, geleceği için güvence peşinde olan ve bu amaçla yeniden Batı ittifakına sığınma çareleri arayan bu iktidarın, ABD ve NATO’ya ihtiyacı var.
Aynı şekilde ABD ve NATO da özellikle Ukrayna – Rusya krizinde güçlü TC ordusunu yanında görmek istiyor. Bu nedenle Biden’ın avans olarak Erdoğan’a, PKK’ye yönelik operasyon için yeşil ışık yakmış olabileceğini varsaymak yanlış olmaz.
Ayrıca, Biden yönetiminin de Trump yönetiminin yolundan giderek Suriye’de, PYD/DSG’yi terör örgütü olarak kabul etmeyeceği, desteklemeyi sürdüreceği anlaşılıyor. Bu konuda ABD yönetiminin ve sahadaki yetkililerin çeşitli açıklamaları oldu.
CENTCOM komutanı Mc Kenzie son açıklamasında “SDG ortaklarımıza destek vermeye devam edeceğiz” diyerek bunu yeni yönetim adına da teyit etmiş oldu.
Buna karşılık, PKK’ye karşı tavır almaya devam edeceklerini de gösterme çabasındalar. ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği’nin bir hafta önce attığı bir tweet’le PKK yöneticilerinin yakalanmaları halinde verilecek ödülleri hatırlatması bu açıdan dikkat çekiciydi.
Türkiye ile ABD arasındaki sorun bu noktada düğümleniyor.
Ankara, ABD’nin Suriye Kürtleriyle ilişkisini kesmesini istiyor. “Suriye’de onları değil bizi destekleyin, biz sizin askeriniz olalım” diyor. ABD ise Suriye Kürtleri ile Türkiye’deki iktidarın yakınlaşması için çalışıyor.
Malum, AKP-MHP Koalisyonu ve devlet içindeki ve dışındaki (muhalefetin büyük bir kısmı) güçler buna kesin olarak karşı. Hatta bunu beka meselesi olarak görüyorlar.
Tabii yakın gelecekte Türkiye’deki iktidar sorunu ile bağlantılı olarak çok farklı gelişmeler de gündeme gelebilir.
Önümüzdeki süreçte Türkiye-ABD ilişkileri, ABD’nin Suriye’deki konumu ile Kürtlerle ilişkileri meselesindeki gelişmeler başka bir yazının konusu.
Biz iktidarın umutsuzca yöneldiği yeni Kandil seferine dönelim.
Hiçbir çıkış yolu kalmayan Saray yönetimi ve koalisyonu oluşturan güç odakları yine aynı yolu deniyor.
İçerde Kürtlerle savaşarak bu iktidarın ömrünü uzatabileceklerini hesaplıyorlar.
Dışarda da Rusya’nın vesayetinden kurtularak (Tabii Putin buna izin verirse!) ABD ve NATO’ya biat edip, bu sayede Kürtleri ezerek ayakta kalabileceklerini varsayıyorlar.
Kürtlerle savaşan iktidarların ayakta kalamadıkları bilinen bir gerçek.
Bu varsayımların ve boş hayallerin yine tutmayacağını tahmin etmek için falcı olmaya gerek yok!