Florya sahilinde çok sayıda mültecinin gözaltına alındığı anlara tanıklık eden Sevda Karaca, izlenimlerini yazdı: “Polisler, onlarca motosikleti ve aracıyla Florya sahilinden mülteci ‘topluyor…’
Pırıl pırıl bir İstanbul cumartesisi. Halkın denizi ve yeşili görebildiği az sayıdaki mekanlardan biri olan Florya Sosyal Tesislerinin yürüyüş yolunda, güzel cumartesiyi ailesiyle birlikte geçirmek isteyen insan kalabalığının içinde tuhaf bir hareketlilik dikkatimizi çekiyor. Önce tekli, acayip bir ‘dottt’ sesiyle iki küçük polis aracı yolu kapatıyor. Ardından büyük bir polis otobüsü tıslayıp duruyor, sağdan soldan onlarca polis saçılıyor etrafa, motosikletliler vızlıyor bisiklet yolunda. Bu saçılmanın ve karmaşanın ardından hızla başlayan kimlik kontrolünden ne olduğunu maalesef hemen anlayıp, oturduğumuz ağaç dibinden polis otobüsüne doğru yöneliyoruz.
Otobüse yaklaşırken birkaç gencin polis aracına “atıldığını” görüyoruz. Arkadan 5 kadın koşar adım geliyor. İçlerinden biri gözyaşlarına boğulmuş durumda. Otobüse alınanların yakınları…
Kadınlar otobüsün etrafında hiç muhatap alınmamanın çaresizliğiyle tur atıyorlar. Kadınları durdurup iyi olup olmadıklarını, nasıl yardımcı olabileceğimizi soruyoruz. Önce suskun bir tedirginlikle karşılıyorlar sorumuzu. Bu yaşananlardan çok üzgün olduğumuzu, yardıma ihtiyaçları varsa destek olmak istediğimizi söyleyince kadınlardan biri “Kuzenimin eşini aldılar” diyor; “Ne olacak bilmiyoruz. Bize bir şey demiyorlar. Siz öğrenir misiniz?”
O sırada kendilerini kollarından tutup sürükleyen polislere ellerindeki kimlik belgesini göstermeye çalışan başkaca gençler ite kaka bindiriliyor otobüse.
Evet, polisler, onlarca polis motosikletini, iki polis otosunu, bir polis otobüsünü arka arkaya dizmiş, Florya sahilinden mülteci “topluyor…”
Polisin Cevabı: Biliyorsunuz durumu…
Otobüsün kapısına gidip polislere soruyoruz, ne yapıyorsunuz böyle… “Siz kimsiniz, neden soruyorsunuz?” yanıtı alıyoruz. Sakin kalmamız, öncelikli olarak ne olduğunu, ne olacağını anlayarak etrafta kaygı ve korkuyla biriken mülteci kadın ve çocuklara yardımcı olmamız gerektiği hissiyle olabildiğince sükunetle tekrarlıyoruz sorumuzu. 4 polis arkasını dönüyor bize, bir başkası “Uzaklaşın hanımefendi, bir sorun yok” diyor. Üsteleyince, “Belgesi eksik mültecileri topluyoruz, biliyorsunuz durumu” diyerek geçiştirmeye çalışıyor bizi. “Biliyorsunuz durumu…”
“Bir emir mi var bu konuda” sorumuza ise, “evet” demekle yetiniyor önce; ne olup bittiğini öğrenme ısrarımız ise “Biliyorsunuz işte, bunlar ortalık karıştırıyorlar, her yerde bir mevzu çıkıyor, öyle elini kolunu sallayarak kimse dolaşamaz, gönderilecek bunlar” cümleleriyle kesiliyor. Bir diğer polis “Belgesi eksik bunların, ne yapacaktık, topluyoruz işte” diyor. Nereye götürülecekleri, akıbetlerinin ne olacağı konusundaki uzun ısrarımız sonucu önce Yeşilköy Karakoluna, sonra da Tuzla’daki geri gönderme merkezine götürülecekleri bilgisini alabiliyoruz.
“Keşke bugün hiç çıkmasaydık”
Kadınların yanına dönüyoruz, korku ve kaygıyla büyümüş gözlerle bir yanıt bekliyorlar bizden. Öğrenebildiğimizi aktarmaya çalışırken, kenardan bir başka mültecinin sözleri çınlıyor: “Karım kalp hastası, ben tuvalete gidiyorum diye ayrıldım yanından, izin verin bir bilgi vereyim öyle götürün…” İzin vermiyor polisler. Afganmış, sadece onu öğrenebiliyoruz.
Karşımızdaki 5 kadının hepsi aynı aileden; gözaltına alınan genç mültecinin eşi, annesi, kız kardeşi ve iki kuzeni. 22 yaşındaki genç adamın 19 yaşındaki eşi ağlamamak için zor tutuyor kendisini. 50’li yaşlardaki anne, polis otobüsünün içeriyi göstermeyen karanlıktaki, tel örgülü penceresinde oğlunun siluetini arıyor ismini seslenerek. Büyük kuzen ile ne olabileceğini konuşuyoruz, bir yandan da hukuki bir destek bulabilmek, doğru bir yönlendirme yapabilmek için avukat arkadaşlarımızı arıyoruz. 8 yıl önce gelmişler Türkiye’ye Suriye’den. Gözaltına alınan genç, tekstil işçisi. Evleneli 1 yıl olmamış henüz. Belgelerini en son 2 yıl önce yenilediklerini, Göç İdaresi’nden mesaj gelmediği için tekrar gitmediklerini, şimdi neden böyle olduğunu anlamadıklarını söylüyor. 19 yaşındaki genç kadının yanaklarından yaşlar süzülürken hep aynı Arapça bir cümleyi tekrarlayıp duruyor. Ne dediğini soruyorum kuzenine, “Keşke bugün hiç çıkmasaydık” diyormuş. Keşke bugün hiç çıkmasaydık… 11 yaşında ailesiyle savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen ve 1 yıl önce evlenen genç kadının ah ettiği bu. Bu güneşli güzel günde hiç dışarı çıkmamış olmak, bu belirsizliğe, bu korkunç tabloya maruz kalmamış olmak…
“8 yıldır burdayız, hiçbir şey yapmadık”
“Ne oldu ki şimdi, ne oldu ki şimdi, ne oldu ki şimdi… Yani şimdi niye aldılar, niye gönderiyorlar, ne oldu ki şimdi…” diye diye dört dönen akrabaları genç kadının bir tekerleme gibi başa döndüre döndüre sorduğu bu soru, olan bitene inanamadığının göstergesi. “8 yıldır burdayız biz, kağıtlarımız var, bir şey yapmadık biz” diyor. Öfke burnumuzdan çıkıyor, ama kadınları yatıştırmak için safça anlatmaya çalışıyoruz anlamlı-anlamsız cümlelerle ne oluyor memlekette… Numaralarımızı veriyoruz, bir avukat arkadaşımızdan ne yapılabileceğine dair bilgi alıp paylaşıyoruz.
Bu sırada iki polis arasında adeta sürüklenerek otobüse doğru getirilen başka mülteci gençler görüyoruz. Kaç kişi olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz otobüste. 29 kişiden söz ediliyor, ama emin olamıyoruz.
Florya sahilinde gözler otobüse dönmüş olsa da, hayat devam ediyor; piknikler sürüyor, koşular yapılıyor, bisikletlerin pedalları dönüyor. Sonra bir anda çat çat diye kapanıyor otobüsün kapıları, yine en baştaki o tek tonda bir kere dottt diye öten polis sireni ve sonra hızla belirsizliğe giden otobüs. Anne otobüsün arkasından koşuyor. Eşi otobüste olan genç kadın, iki akrabasının kolları arasında hıçkırıklara boğuluyor. Sonra bir taksiyle Yeşilköy Karakolu’na gidiyorlar.
Bir başka otobüsün de daha ileride durduğunu görünce oraya yöneliyoruz bu kez… Biz varana kadar hareket ediyor. İrtibatımızı kesmiyoruz kadınlarla. Karakoldan gözaltına alınan mültecilerin durumuna ilişkin bilgi almaya çalışıyoruz. Aldığımız tek cevap amirleri olmadan bu konuda bilgi veremeyecekleri. Amire ise ulaşmamız mümkün olmuyor.
Düşünün böyle sürüklenip belirsizliğe gönderildiğinizi…
Son birkaç haftadır mültecilere karşı yükseltilen şoven saldırılar, öncesi sonrası kopuk videolar üstüne buz gibi soğuk nefret söylemleriyle yapılan sosyal medya paylaşımları, mülteci-göçmen düşmanlığı üzerine kurulu bir siyasetten oy medeti umarak el yükselten en sağdan en sola farklı renklerdeki burjuva partilerin ırkçılık yarışı… Bu berbat, bu korkunç atmosferin yansımalarından biri işte bugün yaşanan bu “av” oldu. Seyirci kalan ya da mülteci düşmanlığı ile dopdolu olması istenen kitlelere yönelik bir göz boyama, sevdikleri alınıp götürülen mültecilere ise göz dağı olarak mültecilerin toplanıp sürüklene sürüklene polis otobüslerine bindirilip, bir belirsizliğe götürülmesi… Toplumda var olan sorunların sebebini mülteciler olarak göstererek halkın mülteci düşmanlığına savrulmasına dayanak olanların eseri.
Bilerek ya da bilmeyerek yangının üzerine benzinle gidişin nasıl bir insanlık trajedisi yaratacağını tahayyül edemeyenler bir düşünün. Böyle alınıp götürüldüğünüzü… Sevdiğiniz bir insanın böyle alınıp götürüldüğünü…
Kendisini muhalefete konumlandırıp bu ırkçı, nefret dolu uygulamalara fitil döşeyenler… Göç politikasını yeni Osmanlıcı emperyal hayaller, demografik siyaset, ucuz iş gücü, avro pazarlıkları için kullanan, kendi bekası için her türden insanlıkdışı uygulamayı el altından ya da apaçık bir biçimde uygulamaktan çekinmeyen iktidarın ekmeğine nasıl yağ sürdüğünüzü görüyor musunuz?
Bugün karşı karşıya kaldığımız bu tablo; bu şoven saldırıların önüne geçmediğimizde daha da ağırlaşacak ve faturasını halklar ağır bir biçimde ödeyecek. Buna izin vermemeliyiz. Buna asla ama asla izin vermemeliyiz.