Suriye, 2011’de başlayan savaşın yeni bir aşamasına evrildi. 27 Kasım 2024’te başlayan HTŞ, ÖSO ve diğer “cihatçı çete”lerin saldırıları, birkaç günde, 8-9 günde, Şam’ın düşmesi ile sonuçlandı. Esad, ülkeyi terk etti.
Suriye ordusu, saldırılara karşı neredeyse hiç direnmedi. “Cihatçı çeteler”, bir yandan sadece havaya kurşun atarak, diğer yandan ise, ilerledikleri her kilometrede Batı medyası tarafından aklanarak, temizlenerek, cilalanarak Şam’a kadar vardılar. Ele geçirdikleri şehirlerde kontrol noktaları, Suriye ordusundan “cihatçı çeteler”e geçti. Kontrol noktasının el değiştirmesi, şehrin el değiştirmesi demek oldu. Batı dünyasının, dünyanın, “terör örgütü” dediği güç, her aşamada aklanarak, birdenbire temiz hâle gelmeye başladı.
Şam’ın düşmesinin bir “destan”ı olacaksa eğer, “destan”ın sahada sürdürülen savaşla bir alakası kurulamaz. Suriye ordusu çekildi, onlar araçlarla ilerlediler. Sadece 1 saatlik bir mesafeyi, belki 2 saatte almış durumdadırlar. Yani, son gaz ilerlemediler, adeta “trafik kuralları”na uyar gibi ilerlediler. Her aşamada, Batı’nın temizlenmiş adamları görünümü geliştirilmiş, pekiştirilmiş oldu. Her kilometrede, kafasını kestikleri kadınlar unutuldu, yok ettikleri çocuklar unutuldu, insan ticareti unutuldu, tüm canilikleri unutuldu. O kadar ki, tüm dünya, ABD emrindeki bu “İslamcı” grupların, istenildiği zaman nasıl birer katil, istenildiği zaman birer kravatlı beyefendi hâline geldiklerini gördü. Zaten Teksaslı çavuş da böyle değil mi, ABD egemenleri böyle değil mi? Uluslararası tekeller, onların hizmetindekiler, böyle, aynı karakterde değil mi?
İlerlediler ve buna karşılık çeteler, baş kesmediler, kadınlara ve çocuklara saldırmadılar ya da buna benzer şeyleri en minimum düzeyde yaptılar. Aynı anda ÖSO, Tel Rıfat ve Münbiç bölgesine yöneldi. Doğrusu onlar da (arkalarında Türkiye var) istediklerini aldılar. Mazlum Kobani, ABD’nin isteği üzerine, Münbiç’i ÖSO’ya teslim ettiklerini söyledi. Suriye ordusu, bazı yerleri, SDG-PYD güçlerine devretti. Ama daha olaylar sıcaktır.
Şam düştü. Esad ülkeyi terk etti. Birçok kesimde bir sevinç var. Elbette Esad’ın arkasından yas tutacak olanlar azdır. Zira Esad’ın ne olduğunu biliyoruz. Ama elbette Esad, asla ve asla Batı’nın tarif ettiği “kötü adam” da değildir. Batı, kimi bu denli kötülüyorsa, burada bir durmak gerekir, adamın kötülüğünü tartışmaya açmak gerekir. Esad’ın yerine gelenler, Batı’nın tüm cilalamalarına rağmen İslamî çetelerdir. Ve elbette “İslam”, bu çetelerden çok çekti, çok çekecektir. Suriye halkları da çok çekecektir. Bu durum Esad’ın iyiliği demek değildir ama Esad’ı kötü ilan ederek, HTŞ ve çeteler aklanamaz. Bunu Batı medyası yapar ama bunu başta Suriye halkları olmak üzere, bölgemiz halkları yapamaz, yapmamalıdır. Şimdi, Kürt halkı, dün IŞİD çetelerine karşı verdiği mücadelenin, daha ilerisini vermeye hazır olmalıdır.
Esad gidince üzülmeyenlerin bile, aşırı sevinmemesi faydalı olur kanısındayım. Şimdilik burada duralım. Elbette bu bir Esad güzellemesi değildir. Esad’ı kötülemek için sahte-kurgu videolarla, işkence görüntülerini verenler, bir de gelsinler ve Türkiye hapishanelerine baksınlar. Ama yenilen rezil olur, yenen vezir. Ve Esad yenilmiştir. Üstelik sahada neden direnilmediğini de bilmiyoruz. Bu aslında hem Rusya hem İran hem de Suriye güçleri için geçerli bir sorudur.
Şam’ın düşmesi ile birlikte, bu hızın, bunca kolay biçimde Şam’ın işgal edilmesinin nasıl başarıldığı tartışılmaya başlandı.
Aynı anda, Rusya, İran ve Şam istihbaratının nasıl uyumuş olduğu tartışılmaya başlandı. Bu tartışmada, elbette, Rusya’nın aslında Ukrayna’da da yenilgiye yakın olduğu, hattâ dağılacağı söylenmeye başlandı.
İran’ın, Yemen’de, Lübnan’da Hizbullah, Suriye, gibi güçlerden oluşan “direniş cephesi”nin, aslında çoktan yenildiği tartışılmaya başlandı.
Ve elbette, bu arada, İsrail’in, Suriye topraklarında başlattığı işgal hareketi devreye sokuldu. Pek tartışılmasa da. Yakında daha fazla tartışılacağı da açık.
Esad’ın, 135 milyar dolar para alarak Rusya’ya gittiği söylendi.
Rusya’nın, Lazkiye-Tartus bölgesinde var olan üssünün (üslerinin) artık ne olacağı tartışılmaya başlandı.
Görüldüğü gibi, Suriye’de savaşın bu yeni durumu, dünyada süren savaşa, bölgemizde süren savaşa da bağlı olarak düşünülmek zorundadır. Başka türlü tartışılması da mümkün değildir. Bu nedenle, savaşın bugünkü aşamasını doğru anlamak için, toz duman arasında, olup bitene bakmamız gerekir.
Deneyelim.
1
Suriye’de, İdlib’den başlayıp, bir haftada Şam’a varan saldırı, HTŞ, ÖSO vb. saldırısı olarak ele alınamaz. Bu doğru değildir. Bu saldırı, ABD-İngiltere-İsrail ve Türkiye’nin ortak saldırısıdır. Bu 4 ülke savaşın içinde, bizzat sahada vardır. Bunların içinde en az görünen güç, İngiltere’dir. İngiltere, savaşı “gizli sevmek”tedir. Gizli sevgi, kişiler için platonik aşkla bağlantılıdır ama İngiltere için bu gizli sevgi, her türlü hile, her türlü vahşet ile bağlantılıdır.
ABD savaşı çok sevmiştir. Daha da seveceği, bu sevginin bir gelip geçici bir sevgi olmadığı da açıktır. Bunu özellikle, Rusya ve Çin yönetimlerinin anlaması biraz zor görünüyor gibidir. Rusya ve Çin, ABD’de, Biden’dan Trump’a geçecek olan yönetimin yapacağı değişiklikleri, barış için bir şans olarak görüyor gibidir. Oysa öyle değildir.
ABD, savaşı sevmiştir.
Çünkü tekeller çağı bunu gerektirir. Kapitalist denilen kişi, insan hâline girmiş sermayedir. Sermaye, hâkimiyeti sever, sevmek zorundadır. Sadece silah tekellerinin kârları için bile severler savaşı. Ama sadece bu değildir. Doğası budur. Savaşta ne kadar mazlum insanın öldüğü, emperyalistlerin derdi hiç olmaz, olmamıştır. Uluslararası hukuk, Rusya’nın çok önemsediği bu hukuk, savaş hukuku içinde anlamsızlaşmaktadır. Nihayetinde bu savaş politikalarından vazgeçmeyecekleri açık olmalıdır.
Hele ki savaş bugün, krizden çıkışın, ABD hegemonyasını kaybetmemenin tek çıkış yolu olarak görülmektedir.
Evet, ABD’de, farklı çıkar gruplarının, sermayenin farklı gruplarının farklı tutumları vardır. Ama bu, sanıldığı gibi Trump’ı Biden’dan iyi yapmaz. Biri diğerinden daha faşist, diğeri öbüründen daha faşisttir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da gelişen faşist devlet örgütlenmesi, gerçekte, tüm emperyalist devletlerde, o tarihten beri, en kötü NATO’nun kuruluşundan beri hep vardır. SSCB’nin varlığı onları bu denli pervasız olmaktan alıkoyuyordu, artık öyle bir durum yoktur ve hiçbir emperyalist güç, Rusya ve Çin’in düşündüğü gibi, “insanî” değerler ile davranmaz. Hiç davranmamıştır, bundan sonra da davranmaz.
Evet, ABD’de, Trump iktidarının başlamasının nedeni, Ukrayna yenilgisidir. ABD ve NATO, Ukrayna’da yenilmiştir. Bu yenilgi, savaş politikalarında bir değişikliği gerekli kılmaktadır. Ama bu, barış dönemi anlamına gelmez. Zira dün Suriye’de yenildiklerini de kabul etmediler. Bugün de Ukrayna’da yenilgiyi kabul etmek istemiyorlar.
Peki haksız mı sayılırlar?
Suriye’de olup bitene bakarsanız, yenilgiyi kabul etmeme tutumu “faydalı” imiş. Bugün, Suriye’deki süreci tersine çevirmeyi başarmış gibidirler. Erken konuşmaya gerek yok, evet ama durum, savaşın bugünkü aşamasında tam da budur. Buraya döneceğiz.
Obama iktidarı devrederken, Trump dönemi başlamadan önce, son derece etkili önlemler aldılar. Bu durum, o dönemde de tespit edilmişti. ABD devlet geleneği, tekellerin hâkimiyeti, emperyalist hegemonyası, öyle çok köklü değişikliklere olanak vermez. Bunu anlamak zor olmasa gerek. Sokakta bir Amerikan hayranının, Biden’dan bıkıp, Trump’ın gelişinden anlamsız umutlara kapılması normaldir. Ama Rusya ve Çin’in bu konuda boşa düşmesi, anlaşılır değildir.
Uluslararası sermaye, dünya tekelleri ve onların temsilcisi kolektif emperyalist Batı, krizden çıkışı ve kapitalist sistemin devamını, Rusya ve Çin’in sömürgeleştirilmesinde görmektedir. Ve bunun için ellerinden geleni yapacakları açıktır. Çıkışı burada görmektedirler. Bu nedenle savaş politikalarında değişiklik olabilir ama savaş politikasına devam etmekte bir değişiklik olamaz. Bunun için, açık, netleşmiş bir yenilgi almaları gereklidir. Bize göre bu, bir sosyalist devrim dalgasıdır.
ABD, Trump’ın görevi alacağı 20 Ocak’a kadar, Rusya ve Çin’e bekleyin, diyor. Trump, “olumlu” bazı mesajlar veriyor gibidir. Bu mesajlara çok meraklı olanlar, oradan bir umut buluyor olabilirler. Ama bu arada ABD, Biden yönetimi eli ile, saldırıyı artırıyor.
İlk hamleleri, Ukrayna’dan geldi. Ukrayna toprakları üzerinden, uzun menzilli füzeler kullanmaya başladılar. Uzun menzilli füzeler, Rusya’nın söylediğine göre, bunları bizzat üretmiş olan ABD, Fransa ve İngiltereli savaş güçleri kullanmadan, kullanılamazlar. Demek ki, bizzat onlar kullanmıştır. Buna karşı Rusya ve Çin, İngiltere, ABD, Fransa gibi ülkelere yanıt vermedi. Onların bulunduğu Ukrayna topraklarına, Oreşnik füzeleri ile yanıt verdi. Oreşnik füzeleri, NATO ve Batı emperyalizmini düşündürmüş olmalıdır. Ama nükleer füzeler ortaya çıkmamış ve dahası, savaşa yine Ukrayna topraklarında devam edilmiştir. Yani, bu füzeler, mesela İngiltere’de ya da ABD uzantısı olan bir yerde patlamamıştır.
Başka saldırılar da yaptıklarını düşünmek gerekir. Bu saldırıları, tüm boyutları ile bizim görebilmemiz pek olası değildir. Ama mesela Güney Kore’de olup bitene bakılırsa, başka saldırıları olduğu açıktır. Güney Kore’de yaptıkları darbe girişimi, ters dönse de, aslında bu savaş hazırlıklarının içindedir. Kuzey Kore’ye saldırmak için yapılmıştır. Ve elbette buna devam edeceklerdir.
Trump, önce Kanada’ya seslendi, gelin 51. eyaletimiz olun, dedi.
Yetmedi, Meksika’ya seslendi ve onların da muhtemelen 52. eyalet olmasını istemiş oldu. Böylece ABD büyüme isteğini dile getirmektedir.
İsrail, Türkiye, Güney Kore, Ukrayna, ABD’nin diğer eyaletleri gibi, uzaktaki uydular olarak devreye sokulmaktadır.
Ve son saldırı, elbette son değil ama şu an itibarı ile son saldırı, Suriye’de devreye sokuldu. Suriye, toplam 10 gün içinde düştü.
Ve Suriye’de, Rusya, İran, dolaylı olarak Çin, kaybedenler arasındadır. Esad’ın kaybettiğini söylemeye gerek yoktur.
ABD savaşın kazananıdır. İsrail, İngiltere ve Türkiye, savaşın bu aşamasında kazananlar cephesindedir.
2
Savaşı çok seven ABD, zaferi ilan etti.
Savaşı gizli seven İngiltere, zaferi ilan etti, sessizce.
Savaşı sevmeye mecbur olan Türkiye, bir tetikçi olarak zafer ilanını açık yaptı.
ABD’nin Ortadoğu’daki uzantısı olan savaş gücü olarak İsrail, zaferini ilan etti. Biden, yani eski yönetimin lideri, yaklaşık 1 yıl önce, “eğer zamanında bir İsrail devletini kurmuş olmasaydık, bugün kurardık,” demiştir.
Suriye’nin başına Colani geçti. Dün teröristti. Bugün Suriye devlet başkanıdır. İsrail kamuflajları içinde, Suriye’nin özgürleşmesinden söz etti. İsrail güçleri ilerlerken, sesini çıkartmıyor. Ve elbette ABD için kullanılışlı güçtür.
Kürtlerin kazançları olduğu söylenebilir. Bundan o kadar emin olmamak gerekir. Ama bu görüntü vardır. Rusya’nın olmadığı bir sahada, Kürtler, ABD ve İsrail ekseninde hareket etseler de, eskisi kadar sıcak karşılanmayacaklardır. Adım adım, kazanımlarını devretmeleri talep edilecektir. Elbette, onların bir gücü, örgütlü bir gücü var ve bu çok kıymetlidir. Kendi güçleri olduğu oranda kendileri için çok kıymetlidir. Ama bugünün kazancının, gelecekte de kazanç hanesine yazması otomatik bir süreç değildir. Hele ki ABD ile ilişki geliştiriliyorken.
Suriye, artık bir sömürgedir.
Neonazi yönetimi, Ukrayna’dan sonra, şimdi de Suriye’dedir.
Zaferi ilan edenler, ABD, İngiltere, Türkiye ve İsrail’dir.
İsrail, hemen Suriye topraklarına daldı.
Türkiye de hemen Kürtlere karşı harekete geçti. Bir yere kadar, şimdilik. Münbiç ile yetinmeyecektir.
Rusya’ya göre, Astana süreci var. Astana formatı, İslamî çeteleri Türkiye’ye emanet ediyordu. Ve şimdi Rusya, bir kere daha Erdoğan tarafından aldatıldığını söylemektedir. Ya da birçok yorumcu bunu yapmaktadır. Açıkça Astana sürecinin öldüğünü dile getirmiyorlar. Ve şimdilik ana sorunları üslerdir. İsrail, üslerin bulunduğu sahayı bombalamaktadır. Aynı anda Ukrayna üzerinden her türlü saldırıyı devreye sokacakları da açıktır. Nasıl olsa Trump’a kadar 45 gün var. 45 gün boyunca saldırabilirler.
Resmi olarak ise Rusya, Lazkiye’deki üslerini korumak için, muhtemelen ABD ile doğrudan değilse de, dolaylı olarak, ama Türkiye ve İsrail ile direkt olarak konuşmaktadır. Rusya, şimdi, zararı bir yerde sınırlı tutmakla uğraşmaktadır.
Rusya savaşın kaybedenidir. Her ne kadar “Esad’a sahip çıktık” deseler de, aslında Suriye sahasında güç kaybetmiştir. Şimdi, bu kaybı, “Erdoğan’ın ihaneti” ile açıklamak çok da mümkün değildir.
Rusya, kanımızca, en başından, yani saldırının başladığı 27 Kasım öncesinde ABD ile bir anlaşma yapmış değildir. Zira böylesi bir anlaşmada alacağı şey Ukrayna ise, bu çok daha kötü bir durum demektir. Çünkü Ukrayna’da kaybeden Batı’dır, NATO’dur, ABD’dir. Ukrayna’ya karşı bir şey almak, aslında görünenden daha kötü bir hâli mi ifade eder? Bunu bizim bilmemiz mümkün değildir.
Ama savaşın bugünkü aşamasındaki durumda, Rusya’nın üsleri için yapacağı pazarlık, Ukrayna’ya uzanacaktır. Çünkü bu Suriye’yi aşan bir savaştır. Elbette, Rusya’nın yakın dönemde ne yanıt vereceği tartışılabilir. Ama bu tartışma, Suriye’deki kaybı ortadan kaldırmaz.
Savaşın kaybedeni, elbette Suriye halkıdır, tüm bileşenleri ile Suriye halkı. Zira emperyalist ABD-İngiltere, onların tetikçileri İsrail ve Türkiye, asla Esad’dan daha iyi bir sonuç doğurmaz. Suriye artık bir sömürgedir. TC devleti, müteahhit firmaları eli ile Suriye pastasından aldığı payın çok daha fazlasını almaya niyetlidir. Suriye halkının (halklarının), derinden bir direniş örgütlemesi dışında, açık sosyalist bir ayaklanma örgütlemesi dışında bir kurtuluş yolu yoktur. Böylesi bir direniş ise, yaşanan şok edici gelişmeler nedeni ile oldukça zordur. Zor ya da çok zor, ama tek çıkış yoludur. Kürtler kendi konumlarını korumak için elbette bu direnişin uzağında duracaktır. Zira şimdi Kürtler, hem sahadaki unsurlara hem de ABD’ye karşı kendilerini koruma sorunu ile karşı karşıya kalacaklardır.
Savaşın kaybeden güçleri içinde elbette İran da vardır. Ve şimdi, Rusya ve Çin cephesinin durumu nedeni ile, İran’a karşı savaş daha da yakınlaşmıştır. Suriye orada duruyorken, İran’a saldırı daha zordu. Hele hele Türkiye’nin bu savaşta, İran’a karşı sıcak savaşa girmesi daha zordu. Ama bugün bu kolaylaşmıştır. TC devleti, Saray Rejimi, şimdi daha hızla savaş politikalarına girecektir. Erdoğan’ın zafer ilanı, Rusya’dan korkularının azaldığı anlamına da gelmektedir. Kendisi, Esad’ın pılısını pırtısını toplayıp kaçtığını söylemektedir. Kendisinin hazırlığı da böyledir. Esad’dan farklı olarak Erdoğan, parasını dert etmektedir. Bu nedenle, bugün, var gücü ile saldıracaktır ve kendisine uzatılan pasta, daha da iştah açıcıdır. İran’a karşı savaş, bu nedenle, çok daha günceldir, ilk sıradadır.
Burada bir noktaya değinmek gerekir. Batı basını, tekelci medya utanmazdır, yalan makinasıdır, karanlık üretme merkezidir. 12 yıldır savaşta olan bir ülkenin liderinin 135 milyar dolar ile ülkeyi terk ettiğini söylemektedirler. Her biri 100 dolarlık banknotlardan oluşuyor olsa, bir adet 100 dolarlık banknot 1 gram gelse, bu 1 milyon 350 bin kilo demektir. Sanırım, taşımacılık açısından hacmi daha da büyüktür. Boeing firmasının kargo uçakları ile bu 1.700 uçak demektir. Tır ile 15.000 tır demektir. Bunun nasıl taşındığı bir soru değil midir? Dahası, 12 yıldır savaş yaşayan bir ülkede, ambargo altındaki bir ülkede, Esad bu parayı nereden bulacaktır? Bu paranın, uçağa ya da tırlara yüklenmesi ne kadar zaman alır? Ama Erdoğan’ın kendi parasını nasıl taşıyacağı bir sorudur. Bu nedenle Erdoğan’ın parasını çok farklı ülkelere taşıdığı söylenmektedir.
Erdoğan’ın, Esad’la görüşmek istiyoruz, söylemlerinin yalan olduğu artık biliniyor. Esad’a seslenen Erdoğan, şimdi zafer sarhoşudur. Emevi Camiinde namaz kılma seremonileri de cabasıdır.
İran’a dönersek, İran, her ne kadar “direniş cephesi”nden söz etmeyi sürdürse de, durum kritik hâle gelmiş gibidir. İran, İsrail’in demir kafesini delerken, karşılığında İsrail’in nükleer tesislere saldıracağı ihtimali çok zayıf idi. Ama şimdi bu ihtimal güçlüdür, daha güçlüdür.
Elbette İran’ın bu saldırılara sessiz kalacağını düşünmek mümkün değildir. Ancak, Suriye’de ekonomik yardımda bulunmakta tereddütlü davranan Çin ve Rusya, İran’a ne denli sahip çıkacaktır sorusu da ortadadır. Kaldı ki İran, İslamî rejimi ile, halkına karşı da savaş yürütmektedir. Ve İran, bir sosyalist devrim ile ayağa kalkmadıkça, bu durum da değişmeyecektir.
Şimdi, Batı cephesi, ABD, İngiltere ve NATO, İsrail eli ile yeni saldırılar devreye sokacaktır. Türkiye’de de yeni Osmanlıcılık moral bulacaktır. İsrail şimdi daha da morallidir. Eski ve yeni ABD yönetiminin İsrail’e desteği de artacaktır. Bu durumda İran’a dönük saldırılar artacaktır. Belli ki bunun için Irak sahasına da müdahale gelişecektir. Kürtlerin içinde Barzanici hattın ya da ABD’ye umut bağlayanların elleri güçlenmiş gibidir. Şimdi tüm Ortadoğu’da, ABD yeni hamleler için hazırlık yapacaktır. Ve elbette savaşın hedefi, İran olarak daha da açık hâle gelecektir. ABD, sahadaki tüm güçleri, İran’a karşı savaş için yeniden dizayn etmeye yönelecektir.
3
Demek oluyor ki savaş yeni dönemine girmiştir. Savaş daha da boyutlanacaktır.
Suriye sahası asla sükûn bulmayacaktır. Burada Suriye’de derin bir direnişin başlaması da zaman alacak gibidir.
PYD bölgesinde bir Kürt oluşumu şekillenmeye zaten başlamıştır. Irak’taki gibi bir yapının ortaya çıkmasının önünde tek engel, Kürt devrimci çizgisidir. Ama belli ki Kürtler içinde ABD bağlantılı ya da ABD’ye umut bağlayanlar daha da “güçlenecek”tir. Her şeye rağmen, oradaki direniş, Irak’takinden birçok açıdan farklıdır. Bir yandan TC devletinin katliam politikaları her fırsatta ortaya çıkacak, diğer yandan ise ABD koruyucu olarak ortaya çıkmaya devam edecektir. Bu ikili durum, Kürt direnişi açısından son derece zorlu bir dönem anlamına gelmektedir. Suriye sahasında TC güçlerinin varlığı, daha da artacaktır. Şam’ın bir Türkiye şehri olması hevesleri şaha kalkacaktır.
Öte yandan ise, İsrail’in Şam hayali de vardır. Böylece Türkiye ve İsrail, birer komşu hâline gelmiştir, gelsin istenmektedir.
Ne olursa olsun, emperyalist Batı’nın hiçbir halka dost olamayacağı, olmayacağı, sadece ve sadece kendi çıkarlarını düşünecekleri kesindir. Bu nedenle, ne dün ne de yarın ABD, Kürt halkı için bir koruyucu olmayacaktır. Ortadoğu’da hiçbir halk, değil sadece Kürtler, bugünkü hâlde iseler, bu zaten Batı güçlerinin sömürgeci politikalarının sonucudur. Bu herhangi bir halkın, içinde yaşadığı topraklardaki devletle savaşmasının önünde engel değil. Ama bu savaş, eğer emperyalizme karşı net bir tutum ve savaşla birleşmiyorsa, çıkışı ifade etmeyecektir, etmez.
Yanlış anlaşılmasın, Kürtlerin her kazanımı önemlidir. Ama ortada var olan kazanım, gerçekte bir kazanım mıdır? Soru budur. Yoksa Kürt halkının bir devletinin olması, kendi yönetimlerinin olması, hiçbir devrimci için olumsuz değildir, olmaz. Ama bu ABD desteği ile gerçekleşemez. Bu net olmalıdır.
ABD, Batı, tüm Ortadoğu’yu kaosa sürüklemek istemektedir. Bu kaos olmadan, yeni düzenlerini kuramazlar. Bu amaçları için, elbette, her gücü birbirine karşı kullanacaklardır. Tüm halkların emperyalizme karşı ortak mücadelesi olmadan, bir çıkış mümkün değildir. Halkların anti-emperyalist mücadelesi ise, gerçekte ne denli zor olursa olsun, tüm bölgede işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin içinde anlamlıdır. Bölgedeki her alan, devrimci sosyalizmin mücadelesi için giderek büyük bir nesnellik üretmektedir. Bu nesnellik içinde, en örgütlü güçler, Kürt devrimcileridir. Ne olursa olsun, tüm bölgeyi devrimci politikanın alanı olarak düşünmek gereklidir. Bu da, ulusal kimlikleri reddetmeden, ama onları aşan bir sosyalist devrimci tutumu gerekli kılmaktadır. Tüm Ortadoğu’yu, Balkanları, Kafkasları içine alan bir devrimci direniş hattı gereklidir. Bunun zor olduğu açıktır. Ama başka da yol yoktur.
ABD’nin BOP projesi, hâlâ devrededir. ABD, İsrail ve Türkiye aracılığı ile, Suriye sahasında istediği adımları atmak istemektedir. Bu konuda epeyce yol aldıkları, son savaş hamlelerinden anlaşılmaktadır. HTŞ’nin birkaç günde kimlik değiştirir gibi davranması boşuna değildir. Bu değişim ile Şam’ı almaları aynı sürecin iki parçasıdır. Bugün, Suriye sahasında, herkes, karşı tarafın liderlerini düşürmeye çalışacaktır. İsrail’in, hemen Suriye ordusunun tüm altyapısını imha etmeye çalışması, aslında bunun en somut kanıtıdır. Bu konuda suikast politikaları da biliniyor. Kendi amaçlarının önündeki her liderliği, her örgütlü gücü devre dışı bırakmak için, bilinen saldırılarına yenilerini ekleyeceklerdir.
Bu nedenle Suriye savaşının bir sona ulaştığını söylemek doğru değildir. Savaş, elbette yeni bir aşamaya gelmiştir. Suriye devletinin eski güçleri, artık ortada yoktur. Bu nedenle savaş, “zafer” kazanan güçler arasında sürecektir. Sadece HTŞ içinde kaç grup olduğu bile bilinmemektedir. İdlib’deki yapı, şimdi daha geniş bir sahaya yayılmıştır. Bu grupların ne kadarı Suriye kökenlidir, bu da belli değildir. Bu gruplar, yağmacıdır ama artık Suriye içinde yağmalanacak çok da bir şey kalmamıştır.
4
Bu noktada, savaşın dünya çapındaki seyri de önem kazanmaktadır. Görünen odur ki, Ukrayna savaşı da başka bir evrededir. Ve öyle anlaşılıyor ki, Avrupa daha fazla savaşın içine girecektir. Belarus’un almaya çalıştığı önlemler, bunun göstergesidir.
Savaşın bugünkü aşamasında Ukrayna savaşı, Rusya topraklarına ulaşmıştır. Füzelerin atılmaya devam etmesi bunun kanıtıdır.
Güney Kore’deki hareketlilik ise, Çin’e karşı yeni operasyonların devreye gireceğini göstermektedir.
Demek oluyor ki, Suriye savaşındaki gelişmelere takılıp kalmak yeterli değildir. Ortadoğu’da, ABD cephesinin, NATO ve Batı cephesinin bir ilerleme kaydettiği açıktır. Bunun da büyük sonuçları olacaktır. Ama ABD, hem Ortadoğu’da İran’a karşı savaşı geliştirecektir, hem de Çin’e karşı savaşı beraberinde örgütleyecektir. ABD ve Batı cephesi, elbette Suriye sahasındaki zaferlerinden sonra, İran’a karşı savaşmak için çok daha fazla olanaklar elde etmiştir. İsrail ve Türkiye, şimdi İran’a karşı daha etkili adımlar atma hevesinde olacaktır. Lübnan, her açıdan daha da kuşatılacaktır. Suriye sahasında Rusya’nın kaybetmesi, ciddi bir konum kaybıdır.
Türkiye, bu savaşta, ABD cephesinde çok daha rahat hareket edecektir. Ve bu savaşın Kafkaslara yansımaları da olacaktır.
Savaş boyutlanmaktadır.
Bu boyutlanan savaş sürecinde Ortadoğu’da daha çok gelişmeler yaşanacağı açıktır.
Tüm bu savaş süreci içinde, dünya işçi sınıfının ayağa kalkması sürecine şahit olacağımız da kesindir. Bu nedenle, sadece savaşa bakmak, savaş alanındaki ileri veya geri gelişmelere bakmak yeterli değildir. Devrimci sosyalistler, gözlerini, savaşın bulutları arasında gelişmekte olan işçi hareketine, sisteme karşı mücadeleye dikmek zorundadır.
Devrimci mücadelenin esas gündemi budur. İnatla, sabırla, devrimci enerjimizi işçi sınıfının örgütlenmesine vermeliyiz. Bu toz duman içinde, bu kan deryasının içinde, sosyalist devrimin kızıl bayrağı yükselmektedir. Bu nedenle, devrim ve sosyalizm hattına bağlı kalmak, enerjik bir şekilde devrimin örgütlenmesine odaklanmak gereklidir.
Dünyanın neresinde olursa olsun, devrimci işçi hareketi, başka bir güçten medet umarak, kendi rolünü oynayamaz. Dünya halklarının, dünya işçi sınıfının, kendi gücünü örgütlemesi, kendi eylemlerine güvenmesi birincildir. Dünyayı yerinden oynatacak olan da bu güçtür. Dünyanın tüm işçileri, dünyanın tüm halkları kardeştir. Ve dünya işçi sınıfının devrimci eylemi, dünyayı kökünden değiştirmek için hem gereklidir hem de yeterlidir.