Öğretmen Semih Özakça ve akademisyen Nuriye Gülmen “İşimizi geri istiyoruz” talebiyle başlattıkları açlık grevlerinin 134. günündeler. Özakça tutuklu bulunduğu Sincan Cezaevi’nden, açlık grevinin 125. gününü anlatan mektup gönderdi.
Semih Özakça ve Nuriye Gülmen, OHAL kapsamındaki KHK’ler ile ihraç edildikleri işlerine geri dönmek için “İşimizi geri istiyoruz” talebiyle başlattıkları açlık grevlerinin 134. gününde, 58 gündür ise Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunuyorlar. Özakça’nın açlık grevinin 125. gününü anlatan “Açlığın 125. gününden notlar” başlığıyla yazdığı mektup kamuoyuyla paylaşıldı. Mektubunda tecrit koşullarında yazdığı “Böcekler” şiirini de paylaşan Özakça’nın mektubunun tamamı:
‘Günaydın adalet için dövüşenler’
Başucumda, gözlerimi açar açmaz gördüğüm resimler; karımın sevdası, Nuriye ablamın fotoğrafı, panoya astığım köşe yazılarımın yazarları, 111. günümüzde 111 imza veren aydın ve sanatçılar, bize destek olmak için süreli ve süresiz destek açlık grevi yapan dostlar, dışarıda ekmeği için direnen ve direnecek olanlar, desteğini bizden esirgemeyenler, işimizin geri verilmesini isteyenler, aklının bir köşesinde bizi düşünenler, aç kaldığımız için üzülen vicdanlı insanlar, beni sesleriyle, cıvıltılarıyla uyandıran havalandırmadan seslenen kuşlar ve çok uzaklarda hiç göremediğim kuşlar ve bütün uçan memeli ve memesizler, uçamayan memeli ve memesizler, yüzen memeli ve memesizler, sürünen omurgalı ve omurgasızlar, bakteriler ve planktonlar, böcekler ve asalaklar, mikroorganizmalar ve virüsler, atomlar ve bilinen ve bilinmeyen aday atom altı parçacıkları… Günaydın hepinize.
Günaydın inancım ve umudum, günaydın umudunu eksik etmeyenler ve onu büyütenler, adaletli bir dünya için dövüşenler, dövüşmek için öğrenenler ve dövüşerek bilenler, dostlar ve yoldaşlar, hepinize her aydınlığa çıktığımız gün gibi günaydın. Sürekli aydınlık günler adına günaydın herkese.
‘Yaşasın açlık grevi direnişimiz!’
Her gün birbirine benzese de değişiyor günler; hücrem dünkü hücre değil, masa saatimin pili biraz daha azaldı, tekerlekli sandalyeyle hücreye giriş çıkış yapabilmem için, aslında idare tarafından gelecek olan denetçilerin gözünü boyamak için, kapı girişlerine beton dökülerek rampa yapıldı. Çocukluğumda abilerimin ve ablalarımın yeni dökülmüş betona isimlerini yazıp, o günün tarihini attığına tanık olmuştum. Benim böyle bir şey yapmaya hiç imkanım olmamıştı, elimdeki fırsatı değerlendirip hücremdeki yeni dökülmüş betona -iki rampa yaptılar; havalandırma girişi ve hücre girişine- ‘Yaşasın açlık grevi direnişimiz! / Nuriye-Semih / 10.07.17 ve ‘İşimizi geri istiyoruz! / Açlığın 125. Günü – 10.07.17’ yazdım kocaman harflerle.
‘Kaslarım eriyor, kemiklerim zayıflıyor, beynim berraklaşıyor’
Hücrelerim değişiyor, kaslarım eriyor, kemiklerim zayıflıyor ve beynim durmaksızın berraklaşıyor; hayatın çelişkilerini daha iyi görüp anlayabiliyorum, daha da netleşip keskinleşiyor düşüncelerim. Yapmam gerekeni ‘acaba’ demeden yapıyorum her fırsatta. Dışarıdayken uykuyu seven ben gitti, artık disiplinli, planlı-programlı olup kendimi eğitip geliştirme adına daha az uyumaya çalışıyorum.
‘Adaletsizlikler karşısında… Nasıl rahatça uyunabilir?’
Öyle görünüyor ki daha az uyumak için çaba göstermeme gerek kalmayacak yakında çünkü uyumaktan nefret etmeye başladım. Onca düşünülecek ve yapılacak şey var ki. Bir insan, kelimenin gerçek anlamıyla, her saniye katliamlar yaşanırken, geçen her saniyede onlarca çocuk doğar doğmadan, sadece besin alamadığı için ölürken, adaletsizlikler karşısında umut arayıp bulamayanlar bunalıma girerken, emperyalizm ve kapitalizm bütün yaşadığımız haksızlıkların sorumlusu olarak daha azgınca halklara saldırmaktan geri durmazken…Nasıl rahatça uyunabilir? İşini isteyen, sevdasının açlığını düşünen, öğrencilerini özleyen biri nasıl rahat olabilir? Bir de şu açıdan bakalım: Havalar ısındı ve kapı pencere açık sabahtan geceye kadar, benden dolayı casus sivrisinekler hücrenin içine doluşmuş, pusu kurmuşlar. Çıkmıyorlar, göstermiyorlar kendilerini, ses etmiyorlar kulağımın dibinde.
‘Enerjim tükeniyor’
Beslenmeyen her insan gibi benim de enerjim tükeniyor. Işığı kapatıp uzanıyorum yatağıma. Sivriler, her kanattan hücuma kalkıp en kanlı damarlarımı bulup saldırıyorlar, kulağımın dibinde vızıldayan sivriye ‘Lütfen git!’ diyorum onu tokatlayarak. Esasen böceklerin vızıldamasını dahi severim, onların şapşallıklarını izlemesini de. Ancak beni çıldırttıkları o anda, sivrisinekleri böceklikten atarak yetkisini tanrıdan alarak atağa geçiyorum. Enerjisi tükenmiş bir insan ne kadar atik olabilir? Kalkıp ışığı açıyorum, bekliyorum böcek olduğunu yadsıdığım sivrileri ama çıkmıyorlar bir türlü. Dayanamayıp ayağa kalkıp gezmeye başlıyorum.
‘… Örgütlü sivrisinekleri de kimse yenemez’
Keskinliğine uzun zaman önce algılarımı ve görme yetimi kontrol eden organlarım tarafından son verilen gözlerimle bakıyorum kuytu köşeye. Yoruluyor, uzun soluklu beklemeye geçiyorum. Geliyorlar. Kim ne derse desin, işte o an, hücrede bulunan en ‘örgütlü güç’ sivrisinek ordusudur ve nasıl ki örgütlü bir halkı kimse yenemezse, örgütlü sivrisinekleri de kimse yenemez. Temel’in fıkrasında, bir otel odasında bir böceği öldürdüğünde diğer böcekler onun cenazesine gittiği için rahat rahat uyuyabiliyordu. Yine o an anlıyorsunuz ki bu tür fıkralarda yapılanları uygulamak size hiçbir yarar sağlamadığı gibi elinizi kana bulamış oluyorsunuz, hem de kendi kanınıza. Diğer sivriler olayı namus davasına dönüştürüp kanlılarının kanını daha iştahla içmek istiyorlar. Edvardo Galeano’nun sorusunu öfkeyle hatırlıyorum: Nuh sivrisinekleri neden gemisine aldı?
Belli ki mülayim adam olduğunu düşündüğü bir aziz için de şöyle soruyor: ‘Aziz Assisili Francesco sivrisinekleri de sever miydi?’ Nuh Peygamber bir çift sivrisineği konuşarak i̇kna etmeden o gemiye kesinlikle sokamazdı, emin olabilirsiniz.
Soktuğuna da pişman olmuştur. İşte o vakit ne kadar dil dökerseniz dökün gitmezler. Güncemi devletin lanet sivrisineği lanet başlığı altında görebilirsiniz ancak, şundan daha çok emin olabilirsiniz ki ‘sivrisinekleri de sever misin?’ Sorusuna ‘Evet az da olsa severim; en azından nefret etmem’ diyecek nadir kişilerden biriyim şu anda.
Yazının başında dedim ya her şey değişiyor, düşüncelerim de. Ne oldu da ben artık eskiden olmaktan, sivrisinek düşmanı olmaktan vazgeçtim? Her şey o animasyon filmiyle başladı. Filmin adı ‘Bitirim Karınca’ Yalnız bir çocuğun bahçede vakit geçirirken gördüğü karınca yuvasına su doldurma suyuyla film hareketleniyor karıncalar bir tür iksirle çocuğu küçültüp kendi kolektif yaşamlarında katıyorlar. Karınca yuvasına sinekleri ilaçlamak için gelen kişiye karşı birlik olup savaşıyorlar. Birlik içinde yer alan sivrisinekler benim takdirimi kazanmayı başarıyorlar. Filmi uzun uzun anlatmayacağım. Sözün kısası sivrisineklerden artık nefret etmiyorum aksine sıska ve sempatik hayvanlar…
Ama şunu da itiraf etmeliyim ki İki tür sivrisinek vardır bu hayatta. Birincisi, i̇yi sivrisinekler; ikincisi kötü sivrisinekler. İyi sivrisineklerin damarımın üstünde yeri var. Kötü sivrilerin hala düşmanıyım. Çünkü onlar beslenme amaçları dışında, sırf sizi rahatsız etmek için kulağınızın dibinde vızıldayıp dururlar. Ve bu anlamsız sözcük akışı, sizin bütün animasyon filmleri nedeniyle değişen bakış açınıza rağmen sinirinizi bozmaya devam eder.
‘Tecritte böcekler ve kuşlar çok önemlidir. Size asla yalnız yürümeyeceksin derler’
Ancak şuna unutmayın: tecrit koşullarında bir böcekler, bir de kuşlar çok önemlidir. Size hayat yolculuğunda ‘asla yalnız yürümeyeceksin’ diyen ender türlerdendir. Böcek ve sinek konusunda son sözlerime rağmen ikna edemediklerim varsa, bir de şöyle düşünün: Sivrisinekler olmasaydı bu yazının son kısmını okumayacaktınız. Okumasaydım da olurdu mu diyorsunuz? O zaman boş verin…
Kendinize has bakın.
Hoşçakalın.
Semih.
Size bir şiir armağan edeyim.
Böcekler
Acemice vızıldayarak uçan
Konmayı unutan sinek
Girdiğin kapıdan çıkmaya
Cesaretin yok mu?
Çengel bulmaca sizi soruyor
Yedi harfli kelime
İlk ve dördüncü harf ‘A’
Beşinci harf ‘R’
Sen ne dersin bu soruya?
Her zamanki gibi
‘Vızzzz’ mı?
11.07.17 / Sincan
Sendika.Org