Erdoğan, haziran aynın sonunda, bir anda, Suriye ile görüşmeye hazır olduğunu, Esad ile ailece görüşmelerinin yeniden mümkün olduğunu söyledi. Dili de farklı idi. Farklı idi, çünkü Suriye ismini düzgünce söyledi ve dahası “ailece” görüşmekten söz etti. “Şahsım” davranışları biliniyor ve “şahsın” ailece görüşmekten söz etmesi, biraz özel bir duruma işaret ediyor olabilir.
İyi ama, sizce Erdoğan’ın söyledikleri bir ölçü müdür?
Bizce değildir.
Peki, önemsiz midir?
Bizce önemlidir.
Önemi, doğru olmasından gelmiyor. Önemi, söyleyenden değil, söyletenden geliyor. Hangi koşullar, kimler, neler bu konuşmayı koşullamış oluyor? Bu nedenle bir önemi var.
Adalı, bir yazısında, Erdoğan’ın paralı, eklenmiş savunucularının işinin çok zor olduğunu söylüyordu. Bugün bir şey söylüyor. Tüm güçleri ile “Esed” olmuş Esad’ın ne zalim, ne kötü vb. olduğunu anlatmak için, bu yazar takımı, her yola başvuruyor. Zavallıların dağarcıkları da geniş değil, onun için uyduruyorlar. Ama o da ne, ertesi gün Erdoğan, tam tersini dile getiriyor. Bu durumda da, dün söyledikleri, allayıp pulladıkları şeylerin tümünü yalayarak, bambaşka görüş ve argümanlar öne sürüyorlar. İçlerinde, “bu kadar para ile bu iş yapılır mı” diyenler oluşmaya başlamıştır. Ama ses çıkartamazlar, zira birincisi belkemikleri yoktur ve zaten bir yerde duramazlar, ikincisi parayı çok sevdikleri için dolar işaretleri ile dolu gözleri, kendilerine dahi, dün yazdıklarını unutturur.
Bunu sürekli yaparsan, acaba, her gün bir gün önce Erdoğan’ın söylediği şeyi savunmak için kullandığın her şeyi yalayıp ertesi gün tam tersini yaparsan, ama bu bir kere değil, sürekli, yıllarca yaparsan, acaba sende dün diye bir şey kalır mı, acaba sende zaman kavramı nasıl olur? İşte tüm bunlardan boşalmış yere dolarlar dolar. Boşlukları dolar doldurur.
Peki bu yazarların, bu sözcülerin, bu akıl hocalarının, bu danışmanların hâlleri nasıldır? Trajikomik yeterli olmaz. Bunlar insandan başka bir şeye dönmüştürler, mesela parazit bunlara yakışır, eğer parazitler bunu hakaret olarak görmezlerse. Muhtemelen Erdoğan, kızdığında genişleyen hacmi ile dün kükrerken, bugün yeterince genişleyemediği için bunlara şiddetle “parazit” diye kızıyordur. Ama konumuz bunlar değil.
Erdoğan, ne demişse, mesela siz bu yazıyı okuduğunuzda en son ne söylemiş ise, test edin, geçmişe bakın, onun tam tersini de söylemiştir. Demek ki, Erdoğan’ın söylemlerinin ciddiyet anlamında bir önemi yok. Sadece, bu söylediğini söylemesine neden olan etkenleri görmek açısından bir önemi var.
Mesela, en son, “yumuşama” gereklidir demişti.
Sonra da, “ne yumuşaması” anlamına gelen şeyler söylemiştir.
Mesela, bu yıl emekli yılı olacak demiştir. Öyle olmuştur ama tersinden, emekliler 10 bin TL’ye talim etmiştir.
Mesela, faiz yok, bu kardeşiniz burada olduğu sürece faiz artmayacak, nas var, sana bana ne oluyor, demiştir. Ardından da faiz oranları yükselmiştir ve Erdoğan, bu durumun en iyi durum olduğunu söylemiştir.
Mesela, ülkemizde açlık, yokluk yok demiştir, sonra da 19 milyon kişiye sadaka verildiğini açıklamıştır.
Mesela, İsrail’e karşı köpürmüştür, sonra İsrail ile en gelişmiş ilişkileri kurmuştur.
Mesela, Filistin halkının yanındayız, demiştir, ama İsrail’in tedarikçisi olmuştur. En son, tepkiler üzerine, İsrail ile ticareti kestik demiştir ama Yunanistan limanları üzerinden aynı hızla tedarik sistemi devam etmektedir.
Mesela, Gezi için FETÖ’cüler yapmıştır demiştir, ama ardından emri ben verdim, demiştir.
Mesela, Cumartesi Anneleri için hoş konuşmalar yapmıştır ve ardından tüm azılı köpekleri üzerlerine salmıştır.
Mesela, Hrant’ın katilini bizzat kendisinin bulacağını söylemiştir ama tersini yapmıştır.
Mesela, AB ile üyelik planlarını açıklamıştır ama hepsini bir kenara itmiştir.
Mesela, ABD ile söz düzeyinde sertleşmiş, ama hep ABD adına çalışmıştır. Rahip olayında “ver imamı al papazı” demiştir ama tersini yapmıştır.
Mesela, Putin benim dostum, demiştir ama hem Suriye sahasında ABD tetikçisi olarak çalışmış, hem de Ukrayna’da aynısını yapmıştır.
Mesela, Mısır ile Sisi’ye karşı hakaretvari konuşmalarla ilişkileri koparmıştır ama ardından, Sisi ile oldukça samimi pozlar vermiştir.
Mesela, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamış ama ardından iptal etmiştir.
Bu liste bitmez.
Daha özel olanları da var. Bir arkadaş, Erdoğan’ın sözlerini alt alta koyarak, tüm arşivi tarayıp bir özet yapsa, başka hiçbir şey yapmasa, sanırım, her sözünün tam tersini de söylediğini bulmak mümkündür.
Öyle ise, Esad ile ailece görüşme sözlerini niye tartışalım?
Tartışalım, çünkü, ona bu sözleri söylettirenin ne olduğunu, hangi hakikatin onun böyle konuşmasına neden olduğunu görmek önemli.
Dışişleri Bakanı, eski MİT Başkanı, “savaş” olasılığının ciddiyetini dile getirmiştir. Komiktir, bir ülkenin Dışişleri Bakanı, böyle TV yorumcusu gibi konuşmaz. Bakın mesela uluslararası alacaklıların oluşturduğu konsorsiyumun memuru Şimşek, öyle TV yorumcusu gibi mi konuşuyor? Hayır, söylediği tüm yalanları ile efendilerinin ihtiyaçlarına uygun konuşuyor, şunu yapacağız, şunu unutun vb. diyor. “Yerli halk,” diyor, bize inanmalı. Bu denli açık ve nettir. Nihayetinde parasal alanda işler daha kabadır ve buna uygun konuşma, efendinin memurunun özelliği olmalıdır. CHP, buna liyakat diyor.
Erdoğan’ın dış politikada, iç politikada, ekonomide söyleyeceği fazla bir söz yoktur. Söylemesi gerekeni söyletiyorlar.
2023 Mayısı’nda, meşruluğu her açıdan olmayan bir seçim ile Erdoğan yeniden Saray’ın başı oldu. Saray Rejimi, Erdoğan ile devam etmeye karar verdi. Erdoğan’ı meşrulaştırma görevi CHP’ye verildi ve CHP bunun için oldukça yoğun bir çalışma yürütüyor. Saray medyası ile diğer burjuva medya (Sözcü, Halk TV, Cumhuriyet, Tele1 vb.) ortaklaşa bir programın parçaları olarak iş görüyor. Bu kumpanya, Erdoğan’ı ve Saray Rejimi’ni meşrulaştırmayı hedefliyor. Böylece, kutuplaştırma yerine, halkın tümünü kapsayan bir savaş hazırlığı programı yürütüyorlar.
ABD ve NATO’nun tetikçisi olan Saray Rejimi, TC devleti, ABD’nin planlarını uygulamakla görevlidir. İçeride ve dışarıda savaş politikası, bu planın gereğidir.
Ancak Ortadoğu, dünya, ABD planları açısından “dikiş tutmuyor.” Evet ABD, Avrupa’yı denetim altına almış ya da AB tüm bağımsız hareket etme kabiliyetini kaybederek ABD politikalarına teslim olmuştur. Bu ABD açısından bir kazançtır. Ama işler ne Ukrayna’da, ne Çin ve çevresinde, ne de Ortadoğu’da ABD’nin planladığı gibi yürümüyor.
İran’a karşı savaş planları, Ekim 2023 başında Hamas’ın eylemi ve ardından İsrail’in soykırım politikası ile, planlanan zamandan sapmışa benziyor. İsrail, bugünlerde Lübnan’a saldırı planları yapıyor. Alman basını, bu savaşın 15 Temmuz gibi başlayacağını yazıyor. Ama Hizbullah Hamas’tan farklıdır ve savaşın İsrail’e maliyeti yüksek olacaktır.
TC, kendisine verilen İran’a karşı savaş planlarının içinde İsrail ile birlikte yer alacaktı. Ama bugün, İsrail ile birlikte İran’a karşı savaş, 9 ay öncesi kadar kolay değildir. İsrail ile açık bir ittifak, TC devletinin içerdeki durumunu zora sokacak gibidir. Ve ortaya çıkmaktadır ki, İran, o kadar da kolay bir lokma değildir. Savaşın getireceği yıkım, ABD ve Batı emperyalistlerini dolaylı etkileyecektir ama İsrail ve Türkiye dâhil, ABD müttefiklerini daha farklı etkileyecektir.
Ve Suriye’de TC devleti işgalcidir.
TC devletinin bu işgalci varlığı, ABD ve NATO desteği ile sürmektedir.
ABD’nin açıktan Rusya’ya karşı saldırıları organize etmeye başlaması, son Kırım’da plaja saldırı gibi örneklerle daha da ileri boyutlar almaktadır. Bu durum, Suriye sahasını da etkileyecektir. Suriye’de ABD ile birlikte hareket eden TC devleti, bu süreçte, varlığını sürdürmekte zorlanacaktır. Suriye’de işgalci durumu, bugüne kadar sürdüğü gibi sürecek gibi durmuyor.
İşte Erdoğan, bu nedenle, Esad ile ailece görüşmekten söz ediyor. Böylece, Rusya ve Suriye’nin, Suriye sahasındaki işgalci varlığına saldırmasını önlemek istiyor.
Esad ile görüşme meselesi, daha önceden de dile getirilmişti. Emevi Camii’nde namaz kılma planları, görüşme meselesine gelmişti. Bu durum ortaya çıktığında Esad, açık ve net olarak, TC devletinin güçlerini Suriye topraklarından çekmesini talep etmişti. TC devletinin IŞİD güçlerini, adına ne denirse densin, desteklediği de biliniyor. Bölgede, ranta, savaş suçlarına dayalı bir örgütlenme vardır.
Erdoğan, Esad ile ailece görüşmeyi telaffuz eder etmez, Suriye’de TC ile birlikte var olan çeteler, hemen tepkilerini dile getirmeye, tırlara ateş etmeye vb. başladılar. Özeti şudur: Bizi satarsanız, bizi oyun dışına bırakırsanız, size saldırırız, demiş oldular. Daha bunların, Hatay, Antep, İstanbul gibi yerlerdeki unsurları da var. Özetle şunu istiyorlar; bir, bizi buradaki ticaretin dışına bırakamazsınız, Şam ile ticareti bizim üstümüzden yapın, iki, bizim bu sahadaki egemenliğimizi tanıyın, koruyun, bizi Suriye devletine karşı koruyun. Talepleri bu ikisidir.
Kayseri’deki olaylar da, TC devletinin bunlara karşı tutumudur. TC devleti, içeride önlemler almak için, Suriyelilere karşı çeteleri devreye sokmaktadır. Bu eskiden beri bilinir. TC devletinin her zaman katliam politikalarında bu ipsiz-sapsız, eroinman vb. unsurları SADAT ve MİT eli ile organize etmesi, TC devletinin eski taktiğidir. Topal Osman hatırlanmalıdır.
Bu noktada Kayseri Valisi’nin tuhaf açıklaması da ilgiye değerdir. Vali, “Suriyeli bir kişinin, Suriyeli 5 yaşındaki çocuğa tecavüz etmesi” şeklinde açıklama yapmıştır. Demek ırzına geçilen çocuk Suriyeli olunca sorun yok. Öyledir de. Mesela kuran kurslarında, tarikatlarda çocukların ırzına geçildiğinde, bu çeteler harekete geçmiyor ve devletin bakanı, “bir kereden bir şey olmaz” diyordu. Tek başına bu örnek, bize devletin bu çetelerle ilişkisinin örgütlü bir ilişki olduğunu göstermektedir.
Konumuza dönelim.
İşte Suriye sahasındaki durum budur.
Bu şartlar altında TC devleti, Suriye’deki güçlerinin olası kayıplarını düşünmekte ve Esad ile ailece görüşebiliriz açıklamasını yapmaktadır. Bu hamle ile Rusya ve Suriye devletinin bir mola vermesini sağlamak istiyorlar.
ABD, Ukrayna’da saldırgan tutumunu sürdürdükçe, Suriye’de de yanıt alacağını düşünmektedir. TC devleti, işte bu nedenle, Suriye’de bir çıkış yolu arar gibi yapmaktadır.
Erdoğan’ın sözleri bu açıdan boş olmasa da, ciddi değildir. Erdoğan oraya, Suriye sahasına, ABD ve NATO planları gereği girmiştir ve çıkması için de ABD’den izin alması gereklidir. Ama kendi konumunun zorluğunu dile getirmek için, ABD’nin durumu anlaması için bir hamle yapmaktadır. Bu hamle, söz düzeyindedir ve Suriye sahasında TC uzantıları olarak yer alan unsurların tepkileri de sınırlı ve bu tutumu destekleyicidir. Danışıklı olmayabilir. Ama TC hemen, bu unsurlara, “Erdoğan’ın açıklaması bir politik manevradır, merak etmeyin” demiş olsa, bu unsurları rahatlatabilecek durumdadır.
Ama bu durumun ciddiyetini ortadan kaldırmıyor.
Acaba, Erdoğan’a Putin, Suriye sahasındasınız ve bir gecede kaç ölü istersiniz, diye sormuş mudur? Sormuş gibidir. TC devletinin başı ABD’nin elindedir, ama kuyruğu, Suriye sahasında Rusya’nın eline düşmüştür. İşgalci olmanın böylesi maliyetleri de vardır. Buradaki TC destekli unsurlar, aynı zamanda ciddi bir ranta el koymaktadır. Böylece onların varlığı bir ekonomik temele de ulaşmış durumdadır. Yağmacıdırlar ve o sahayı kurutmak konusunda TC tekelleri ile yakın ekonomik bağlar kurmuşlardır.
İşte Erdoğan’ın açıklamasının arkasında bunlar vardır.
Erdoğan, ABD izni ile, ABD emri ile, İran’ı çevrelemek için, Irak Kürdistanı’na 40 km girme planları yapmaktadır ve bunu açıkça ilan etmişlerdir. Bu durumda Suriye’den, Irak sahasına kayma planları ABD için büyük bir sorun oluşturmaz. Hem TC bu yolla, Kürtlere karşı katliam politikalarını da boyutlandırmış olacaktır. Musul-Kerkük hayali de cabasıdır.
Gelişmeler, TC devletinin, son seçimlerden sonra oluşturduğu, gizli savaş kabinesi, artık açığa çıkmaktadır. İçişleri Bakanı, MİT ve Dışişleri Bakanı, bu savaş kabinesindedir. Ve savaş kabinesinin iki unsuru, İçişleri ve Dışişleri, durumu açığa vurmaktadır. Dışişleri Bakanı’nın savaş geliyor türünden açıklamaları, tam da bunu ifade ediyor.
Mesele ABD’nin Ukrayna’da bir yenilgiyi kabul edip geri çekilmesi ile farklılaşabilir. Ama ABD bunu yapma eğiliminde değildir. Görünen budur. ABD daha saldırgan tutumlar geliştiriyor ve geliştirecektir de. Hem İsrail ile Hizbullah’a saldırı planları açıktır, hem de Ukrayna’da saldırılara devam edeceği yönünde iradeleri açıktır. Önümüzdeki birkaç ay, ilginç gelişmelere gebedir.
Elbette, biz işçiler, kendi cephemize bakmalıyız. Savaşı seyretmek ve bununla yetinmek mümkün değildir. İşçi sınıfı devrimcileşmek, birleşik emek cephesinde birleşmek zorundadır. İşçi sınıfı için geriye atılacak adım yoktur. İşçi sınıfı, devrimci harekete daha net bir tutumla yakınlaşmak zorundadır. İşçi sınıfı, devrimcileşmek zorundadır.
Devrimci hareket, bir bütün olarak, yani sadece biz değil, tüm devrimci hareket olarak, ortak mücadele zeminlerini geliştirmek zorundadır. Bunun bazı temelleri vardır. Burada, birleşik emek cephesi, sadece bir taktik değildir, bir stratejik adımdır ve böyle ele alınmalıdır.
Egemenlerin savaş oyunlarını seyretmek, işçi sınıfı ve devrimciler için oldukça yüksek maliyet demektir. Bu, işçi sınıfının kendi iradesini egemenlere tâbi kılması demek olacaktır. İşçi sınıfı, her türden burjuva muhalefetin kuyrukçusu olarak davranamaz. İşçi sınıfı, bağımsız bir siyasal güç olarak, sınıf mücadelesi sahnesinde örgütlü bir biçimde yer almak zorundadır.
Hem savaşı önlemenin hem de bir bütün olarak toplumsal kurtuluşun yolu, işçi sınıfının devrimci diriliş yoludur.
Bu, aynı zamanda, tüm bölgede enternasyonalist devrimci kardeşliğin temeli de demektir.