Konser/festival yasakları, müzisyen/grupların yasaklar yoluyla gerçekleşen saldırılara sözel çıkışlar dışında ver(eme)dikleri eylemsel tepkiler, alkollü içki tüketimine yönelik vergiler yoluyla gerçekleşen saldırılar, devlet/polis/mafya döngüsünde uyuşturucu ticaretinin kültürel ve ideolojik olarak nasıl bir saldırının aracı yaratıldığına yönelik sorularımızı, röportaj serimizde İzmir’de müzik ve örgütlenme çalışmalarına devam eden Praksis‘e sorduk.
“Sanat emeği ikili karaktere sahip. Biri proleterlik, diğeri de kültür üreticiliği”
Sokaktan ve doğal olarak emekçilerden kopuk ifade edilen karşı çıkışların konser, alkollü içki yasakları v.d. hakkında bir sonuç verebilmesi mümkün müdür? Müzisyenler ve gruplar bu konuda neden sözel çıkışların dışına çıkamıyor?
Öncelikle bu röportaj tarzı çok değerli, umarız ki bu çizgide devamı gelir. Konser ve festival yasakları sıkça tekrarlanıyor ayrıca yaşam tarzlarına saldırı da sürüyor. Neticede mevcut iktidarın muhtevası bu engellemeler. Salt yaşam tarzı üzerinden oluşan muhalefet elbette sonuç alabilir, mesela ki bazı festivalleri geri kazanabilir, kısmi olarak yasakçıları geriletebilir. Ancak elbette siyasal ve kültürel karşı-hegemonya mücadelesiyle birleşmediği sürece ayakları yere değemez. Defalarca yaşadığımız gibi kazandığını sandığımızı kazanamayız ya da koruyamayız, kaybettiğimizi de derinlikli şekilde anlayamayız. Müzisyenler ve gruplar için konunun bir bölümü bu yasaklar olsa da asıl resim -her anlamda- güvencesiz çalışmak zorunda olmaktır. Müzik emekçilerinin büyük bölümünün durumu -sosyal medyadaki kandırmacanın aksine- budur. Müzisyen karşı çıkışını bu güvencesizlerin, ‘jaklarından başka kaybedecek şeyleri olmayanlar’ın gerçek hareketine dönüştüremediğimiz sürece, tuzu kuru ünlülerin danışıklı karşı çıkışlarıyla ya da bizim cepheden gelen cılız imza kampanyaları ve ‘dikkatle yazılmış’ açıklamalarıyla yetinmek zorunda kalıyoruz.
Sanat emeği ikili karaktere sahip. Biri proleterlik, diğeri de kültür üreticiliği. İşte bu düzenin baskısından nasibini alan müzisyenlerin birincisine dair bir aidiyeti ve bilinci, ikincisine dair de bir ufku ve çabası olması gerekir. Bugün sömürüyü anlatmayan sanatın işlevinin ne olduğuna dair güçlü bir sorgulamaya da ihtiyaç var.
“Dosso Dossi projesi nasıl sınıf bilincine bir saldırıysa…”
Balıkesir’de Hande Yener konseri yasaklandığı, Doğubayazıt’ta da bütün devlet kurumlarının güvenliğinden lojistiğine kadar seferber olarak düzenledikleri/destekledikleri festivalin nasıl değerlendirmek gerekir?
Bir kere genel bakmayı, zoom out yapabilme yeteneğini kaybetmemek gerekir. Neticede karşımızdaki düzen sadece topla tüfekle saldırmıyor, kültürle de saldırıyor. Dosso Dossi projesi nasıl sınıf bilincine bir saldırıysa Hande Yener de benzer bir saldırıdır bizim için. Modası geçmiş olabilir, işlevini ya da etkisini yitirmiş olabilir, devlet açısından öncelikler ve kullanışlılıklar değişmiş olabilir ve daha da değişebilir. Dahası her bölgenin özel yapısı ve sistem tarafından ehlileştirme araçları da değişebiliyor. Okumayı buralara çekmek daha uygun gibi. Bir yandan da geçen sene devrimcilerin organize ettiği Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivali devlet tarafından yasaklanmıştı ama festival direnişle geri kazanıldı. Buna benzer çok sayıda örneğimiz ve yasaklara karşı direnişin mayası var bu topraklardaki devrimcilerde ve devrimci müzisyenlerde.
“Uyuşturucu sadece maddeyle sınırlı değildir”
Doğubayazıt’a komşu Van’daki inanılmaz derecedeki uyuşturucu ticaretinin festivalle ve bu festivalde örgütlenmek istenen akılla ilişkisini nasıl kurabiliriz?
Sibel Hoca direnişteyiz’de yayınlanan yazısında gayet iyi kurmuş bunu. Uyuşturucunun, örgütlü mahalleleri ve özellikle gençleri teslim almak için devlet tarafından kullanılan güçlü bir araç olduğunu biliyoruz. Doğu Beyazıt’taki de doğrudan ya da dolaylı yoldan oradaki mücadeleyi geriletmek, mücadele kültürünü sulandırmak, zedelemek için yapılan bir girişim. Uyuşturucu sadece maddeyle sınırlı değildir. Aynı zamanda sistemin tüm oyalama araçları ve üstyapıda bizi hayallere sürüklemek üzere inandırma peşine düştüğü palavralardır.
Pasifikasyon, Fransa’nın 19. ve 20. yüzyılda sömürgelerinde fetih ve ilhakın ardından uyguladığı askeri-siyasal pratikleri tanımlamada başvurulan bir kavram. İsyancı unsurların askerî-polisiye uygulamalarla bertaraf edilmesi ve ardından girişilen “uygarlaştirma” (“yani fetih ve yönetimin masrafların karşılayabilmek için bölge halkı ve doğal zenginliklerin sömürülmesi”) harekatını birlikte tanımlamada kullanılıyor. Sizce Doğubayazıt Festivali bir pasifikasyon kullanımı içeriyor mu?
Kesinlikle.
Bu tür saldırılara bölge halkı ve müzisyenler nasıl yanıt vermeli?
İki basamaklı mücadele: teşhir etme ve yerine geçecek olanı yapmayı başarmak. Festival gibi şeyler bir toplumsal ihtiyaca denk geldiği için bunu reddetmek değil, güçlü bir festivali yapmanın direngen yollarını aramak, kitleleri bu yönde seferber etmeye çalışmak, engellemeleri karşı yaratıcı yöntemlerle bertaraf etmek gerek. Tabi bunun için de bölgedeki sanatçıların, özellikle de müzisyenlerin bir araya gelmesi, bu konular etrafında bilinç yükseltmesi, çeşitli düzeylerde örgütlenmesi gerekir.
Teşekkür ederiz.