Bu hafta bana sadece üç mektup ulaştı-ulaşabildi. Neden ‘ulaşabildi’ diyorum: Öncelikle içeriden gönderilmek istenen mektuplar, her zamankinden daha çok sansüre uğruyor ya da daha doğru deyişle engelleniyor. Yani hiç gönderilmiyor. Sakıncalı bulunuyor. Mektuplarda anlatılanlar ise aslında gerçekte yaşanılan sorunlar. Bu sorunların duyulmasını istememeniz, acaba aslında böylesi sorunların olmaması gerektiği olabilir mi acaba. Bu sözü cezaevi idarecilerine söyledim elbette. Hatta onların yöneticilerine, ucu Adalet Bakanı’na gidecek şekilde.
İçeriden gelen mektupların azalması, hem de iyice azalmasının bir başka sebebi ise pul paralarına gelen olağanüstü zam. En düşük fiyatlı mektubu gönderebilmek için üstüne 15 liralık pul yapıştırmak gerekiyor. Hele hele mektubunuz kaybolmasın, gideceği yere ulaştığından haberim olsun diye gönderdiğiniz taahhütlü mektupların fiyatı ise 40-45 liralardan başlıyor. İçerideki kişiye akrabaları ayda bin lira yatırabiliyorsa, ne mutlu ona. İşte bu kadar havaleden çay, sigara, meyve ve zorunlu hijyen malzemeleri parasından mektup puluna ne kadar kalabilir ki?
Bu hafta başında İHD’nin tüm şubeleri, tahliyesi cezaevlerinin İdare Gözlem Kurulları tarafından en az üç ay uzatılan mahpuslar için basın açıklaması yaptı. Şimdiye kadar yapılabilen tespitlere göre en az 313 mahpusun tahliyesi en az üç ay uzatılmış bulunuyor. Her uzatma -özellikle 30 yıl gibi çok uzun süreler- içeride kalanlar için yeni bir işkence yöntemi. Bu insanlar zaten kendilerine verilen cezayı benimsemiş, doğru bulmuş kimseler değil. Kendilerinin tutsak tutulduklarını düşünüyorlar. Her toplantı için huzur hakkı parası alan kurul üyelerine sesleniyorum: Çok yanlış yapıyorsunuz, çok uzun süreli kişisel düşmanlıklara dönüşecek bu kararlarınız. Lütfen yeniden düşünün!
* * *
İzmir-Kırıklar Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan Bekir Kudar, 21 Ağustos tarihli mektubunda şöyle diyor: “Bizler PKK davasından tutsak edilmiş 20 kişiyiz ve altı aydır buradayız. Zindanda maruz kaldığımız tecrit, ruhsal ve fiziksel sağlığımızın kasten hedef alınması, psikolojik, ruhsal ve fiziki işkenceler had safhaya ulaşmıştır. Zira tüm uygulamalarda, siyasi konjonktür ve cezaevi idaresinin bizatihi politika uygulayıcıları olması gereği etnik, siyasi ve ideolojik mülahazalarla uygulanmaktadır. Yaşamakta olduğumuz işkenceleri sıralayacak olursak:
- 5275 sayılı yasada tanınan 10 kişinin haftada 10 saat sohbet hakkı tamamen kaldırılmıştır. 20 kişiyiz. 10 ayrı bloğa dağıtılmış durumdayız. Sesimizin bile birbirimize ulaşması engellenmiştir. Bulunduğumuz koridorlara IŞİD, Fetullahçılar ve ırkçı adli mahpuslar konulmakta ve can güvenliğimiz riske atılmaktadır.
- Hastane sevklerinde aynı ringlere denk gelmemizi engellemek için revirin sevk tarihleri yerine idarenin sevk tarihleri uygulanıyor.
- Koridorda bir yere giderken üç metre mesafede iki üst araması, beş metre mesafede üç üst araması yapılmaktadır.
- Aile görüşleri esnasında sadece bizlere değil, ailelerimize de kötü muamele ve psikolojik işkence yapılmaktadır. Ziyaretçilerimize onur kırıcı aramalar yapılmakta; tuvalet ihtiyacı gelen çocuklara, “tuvalete giden görüş yerine geri gelemez” denilmekte.
- Tuvaletin ve banyonun içini gören kameralar var. Bu konuda AYM ve AİHM kararlarını hatırlattığımızda, “burada yasa-masa geçmez” denilmekte.
- Pencerelerimize sineklik tipi demir teller takıldı. Bu teller yüzünden oda içerisinde hava sirkülasyonu sıfırdır. Yaz mevsimi itibariyle baygınlık, bitkinlik ve baş dönmesi halleri yaşıyoruz. Buraya benzer kimi cezaevlerinde bu telleri mahpusların -disiplin cezası alma pahasına- söküp çıkardığını duyduk.
- Gün doğumundan gün batımına değin olması gereken havalandırma süremiz keyfi olarak iki saat olarak uygulanmaktadır. Oysa hiçbir arkadaşımızın cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis değildir.
- Her gün neredeyse 20 kez odamıza girilmekte. Girdiklerinde girme amaçlarını soruyoruz. “Sizi kontrol ediyoruz” diye cevap veriyorlar. Geceleri de koridorda devriye yürüyüşü yapıyorlar.
- İdare tarafından kışkırtıldığına inandığımız bazı provokatör gardiyanlar, bize fiziki işkence yapmakla tehdit ediyorlar. Buna istisnasız her gün maruz kalıyoruz.
- Resmi kurum ve kuruluşlara yaptığımız şikayet dilekçeleri cezaevi dışına çıkarılmamakta, yazdığımız mektupların çoğu ‘örgüt propagandası yaptığımız’ iftirasıyla el konulmakta ve postaya verilmemektedir.
- Ailelerimizin postayla gönderdiği kimi fotoğraflarda kültürel ve yöresel kıyafetler var diye, manzara ve köy resimleri ise ‘moral oluyor’ denilerek bizlere verilmemektedir.
Onbir maddede özetlemeye çalıştığımız; ancak çok daha fazla konuda işkence görüyoruz ve hak ihlallerine uğruyoruz. Bu hususları kamuoyunun dikkatine sunuyoruz.”
* * *
TEŞEKKÜRLER: İzmir-Şakran 2 nolu T Tipi Cezaevi’nde tutulan mahpuslardan Yakup Güneş’in şiir kitabı bana ulaştı. “Akıntılar Kadar Sahipsiz” isimli şiir kitabını Sîtav Yayınları yayınlamış. Gerçekten güzel-anlamlı şiirleri için Yakup Güneş’e ve kitabı yayınlayan Sîtav Yayınları’na teşekkürler. Bu arada, şiirden pek anladığımı söyleyemesem de, Yakup Güneş’in şiirleri çok güzel. Çok az şiirini yayınlamak üzere yayınevine göndermiş ama bunların pek çok şiir arasından seçildiği anlaşılıyor. Yani şair arkadaşımız, kaleme aldığı her şiiri yayınlanmaya değer görmemiş olmalı. Kendisini bu kitabı için yeniden kutluyorum!
MEKTUBU GELENLER:
Bekir Kudar – Kırıklar Yüksek Güvenlikli CİK
Sedat Yılmaz – Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi
Yakup Güneş – Şakran 2 nolu T Tipi Cezaevi