Geçtiğimiz ay, kapitalizmin çürümüşlüğünü tekrar tekrar yüzümüze vuran bir gündem daha hızla geldi geçti. Hızla gelip geçmesi bile bu çürümüşlüğün bir göstergesiydi. Neden bahsediyorum? “Wayfair skandalından”. Skandaldı, komploydu derken, bu gündem üzerinden tekrar açığa çıkan kapitalizmin pedofilik kültürünün üzerine de tekrar toprak atıldı. Herkes “Bu kadar da olur mu?”sunu tartışırken, “Herkese açık internet sitesi üzerinden çocuk ticareti yapılır mı?” derken görmüş olduk ki, çocuk ticaretinin kendisini değil lojistiğini tartıştığımız ve buna göre tepki verdiğimiz bir noktaya geçmişiz. Asıl sorunun, sorulan bu sorularda gizli olduğu kısmına değinmeden önce, bilmeyenler için bahsi geçen “skandal”ın detaylarından kısaca bahsedelim.
Temmuz ayında ilk olarak internette bir forum sitesinde, bir kullanıcının Wayfair adlı online alışveriş sitesindeki sıradışı ürün yüklemelerini paylaşmasıyla açığa çıktı bu mevzu. ABD’nin en çok tıklanan beş sitesinden biri olan ve daha çok ev eşyası ve mobilya üzerine online satış yapan bu sitede, bazı fahiş fiyatlı ürünler bulunduğu ve bu ürünlerin isimlerinin son aylarda ABD’de kaybolan 18 yaş altı kız ya da erkek çocuklarla eşleştiği açıklandı. Bunun site üzerinden çocuk ticareti yapıldığına dair kanıt olarak sunulmasına asıl sebepse, öncelikle aynı ürünlerin adında çocukların ismi bulunmayan versiyonlarının standart fiyatlarda olması; ancak çocuklara ait isimler eklendiğinde bu ürünlerin mümkün olamayacak derecede fahiş fiyatlara çıkması ve bahsi geçen isimlerin çoğunun ABD’de kullanım yüzdesinin çok düşük olmasıydı.
Bununla birlikte iddialar, bahsi geçen ürünlerin stok kodlarının ABD menşeili olmayan Yandex gibi bir arama motorunda aratıldığında çocuk görselleri ve çocuk pornografisine dair fotoğraflar çıktıması, ürünlerin detaylarında belirtilen bilgilerde, -fahiş fiyatlı olmayan ürünlerdeki ölçülerden farklı olarak- kayıp çocukların uyruklarının, yaşlarının, kayıp olarak kaydedildikleri tarih ve konumların kodlanmış olduğu gibi verilerle desteklendi. Ardından Etsy ve benzeri başka sitelerde de benzer ürünler olduğu; örneğin alelade çizilmiş suluboya çocuk çizimlerinin 30.000 dolara varan fiyatlarda satılması da konuya dahil edildi. Türkiye’den de Trendyol’un sitesinde benzer durumlar olduğu fahiş fiyatlı bazı ürünlerin detayında, örneğin bir kilimin ölçülerine tıklandığında çocuk bedenleri tablosunun açıldığı söylenerek “skandal” daha da çetrefillendi.
Wayfair’ın beklenenden uzun süre sonra yaptığı açıklamaysa iddiaları güçlendirmişti yalnızca. Wayfair, bahsi geçen ürünlerin piyasa değerlerine göre fiyatlarda anormallik olmadığını iddia etmekle yetindi. Ancak hemen ardından “tedarikçi firmanın yeterli bilgi vermeyerek ürünü siteye koyduğu” gerekçesiyle bahsi geçen tüm ilanları kaldırdı.
Tüm bunların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı sorusu bir yana, Wayfair “skandal”ı patlak verdiği andan itibaren hem sosyal medyada hem de ana akım medyada, sözkonusu olayın içinde çocuk ticaretinden söz edilmiyormuşcasına bir gevşeklikle mevzu, anında “komplo teorisi” dedektifliğine dönüştürüldü. Günümüz dünyasındaki çocuk istismarı ve çocuk ticareti gerçeği kenara itilerek, “internetten de yapmazlar canım” tartışmaları, iddialaşmaları baş gösterdi. Bir teoriye göre tüm bunlar pandemi sebebiyle lojistik sorunlar yaşanan çocuk ticareti trafiğine bir çözüm olarak ortaya çıkmış, “ünlülerin gençlik iksiri”, “zenginlerin süper uyuşturucusu” olduğu iddia edilen adrenochrome kimyasalının tedariğiyle ilgili çıkan sorunlar nedeniyle bu uygulamaya başvurulmuştu. Bu teori yakın zamanda ABD’de çok ünlü bir talk showda oyuncu Sandra Bullock’un yüzüne çocuk derisi enjekte ettirerek genç kaldığı açıklamasıyla da desteklendi.
Hazır bahsi geçmişken, yıllardır bir şehir efsanesi gibi dolaşan adrenochrome kimyasalı meselesine değinmeden olmaz. Merak edenler, hakkındaki sayılı makaleden yararlanıp konuyu inceleyebilir. Ancak Wayfair’la da ilişkilendirilen iddiaki biçimiyle bu madde, 12 yaş altı çocuklardan elde ediliyor, çocuklara işkence edip korku duymaları sağlanarak bu maddenin vücutta salınımına sebebiyet veriliyordu.
Bakın, gerçek veya değil, bir biçimde birilerinin ortalıkta Kanlı Kontes gibi gezdiği iddia ediliyor, televizyonda birileri çıkıp çocukların derilerini -masumlaştırarak sünnet derilerini- yüzlerine enjekte ettiğini anlatıyor. Bu düşüncenin kendisi bile kapitalizmin kan emiciliğini bizzat gösteriyor. Tüm bunları tartışırken olanın kendisinin tam olarak nasıl gerçekleştiği sorularından çok, şu yeryüzünde vicdanlı ve aklı selim kimsenin gönül rahatlığıyla bunların “mümkün olamaz” olduğunu söyleyememesi önemlidir.
Bir kesim de Pizzagate skandalını hatırlatarak, Wayfair gündemini de seçim öncesi komplo olarak değerlendirdi. Trump, Wayfair üzerinden pedofili ağını deşifre etmekle tehdit ediyor, kendisini desteklemeleri için gözdağı veriyordu. Ancak bunu iddia ederken bile, çocukları içeren böylesi bir konuyu bile gevşek gevşek sırıtarak tartışabilen Cüneyt Özdemir ve türevleri, “yaa bu safsatalara inanmayın, bunlar seçim öncesi oyunlar” diyorlardı ağızlarını yaya yaya. Yani bu pedofili ağının varlığı onları ilgilendirmiyordu, ilgilendikleri konu bunun internet üzerinden alenen işletilip işletilmediğiydi. Tıpkı Pizzagate’te olduğu gibi…
Ve yine Pizzagate her ne kadar şaibeli olursa olsun, bir seçim öncesi karalama kampanyası olsun ya da olmasın, tüm bunlar, Bill Clinton’ın Epstein davası sürecinde açığa çıkan “Lolita Express” seyahatlerini gölgeleyemiyordu nihayetinde.
Wayfair’le birlikte zaten bildiklerimize kanıt mı bulmaya çalışıyoruz, yoksa gördüklerimize duyduklarımıza inanmak mı istemiyoruz ikilemi açığa çıkmışken, sınıflı toplumların tümünde egemenlerin para ve itaat kültürü adına devlet mekanizmalarına entegre ettiği pedofilik kültürün devamlılığını ve çocuk ticaretinin kapitalizmdeki yerini gözler önüne seren Epstein davasından da kısaca söz edelim. Epstein davası, bildiğimiz çürümüşlüğün resmidir. Bir “sapığın” imparatorluğu gibi gösterilmeye çalışılan; ancak burjuva düzenin ta kendisini gösteren bir resim.
Servetinin kaynağı resmileştirilemediği için Forbes listelerinde yer alamayan bu ünlü milyarder, sözde finansçı, devlet başkanlarının, bürokratların, İngiltere kraliyet ailesinin, Nobelli akademisyenlerin, savcıların ve dahasının gözdesi, biricik dostu Jeffrey Epstein’in çocuk istismarı üzerine kurduğu saadet zincirini detaylarıyla öğrenmek isteyenlerin bugüne kadar süren davaları takip etmelerini öneririm. Epstein’i ve onun tüm ilişkileriyle açığa çıkan burjuvazinin pedofili kültürünü ve ‘kült’ünü anlamak içinse Ümit Kıvanç’ın “Bir Erkeklik ve Zenginlik Öyküsü” isimli yazı dizisini okumalarını. Her ne kadar olayı münferit bir örneğe indirgeyen yönleri olsa da Netflix’in bu yıl yayınladığı “Filthy Rich: Jeffrey Epstein” belgeseli de bazı detayları görebilmek açısından ilgi çekici.
2005’te soruşturması başlayan; fakat kendisine kurduğu, Harvardlı ‘seçkin’ profesörlerin ve Trump’ın başkanlığında görevlendirdiği çalışma bakanının da aralarında olduğu avukat ordusuyla birlikte, onlarca tanığa ve delile rağmen çocuk istismarından yargılanmayan ve fuhuşa teşvikten hafif cezalar ultra konforlu bir ev hapsiyle paçayı sıyıran ve fakat 2019’da “Me Too”nun da etkisiyle tekrar karşılaştığı davada hapse atılmaya mecbur bırakılan ve cezaevinde davası henüz başlayamadan şüpheli şekilde intihar eden -ölü bulunan- bu adamın hikayesinin bize gösterdiği çok şey var.
Hiçbir akademik yeterliliği, lisans eğitimi olmadığı halde New York’un en ‘seçkin’ liselerinden birinde matematik öğretmeni olarak başlayan ‘kariyeri’nden mi bahsetsek önce yoksa Victoria’s Secret’ın sahibi Les Wexner’in ‘finansçı’sı olmasından mı? Dünyanın farklı farklı yerlerinden 18 yaşın altında yüzlerce kız çocuğunu istismar ettiği, para karşılığında kendisine başka kızlar bulmaları için kullandığı ve bu kızları başkalarıyla ilişkiye girmeye de zorladığı apaçık ortada olan bu adamın kaynağı belli olmayan kariyerinin başlangıcının Victoria’s Secret’ın sahibine dayanması bile olayın münferit bir mesele olmadığının ne kadar da açık kanıtı, öyle değil mi?
Palm Beach’te, Batı Palm Beach’in yoksul kesimlerindeki kızları kullanabileceği koca bir malikane, Manhattan’da, tüm yetkilerini devraldığı Wexner’in kendisine dayalı döşeli haliyle hediye ettiği ultralüks bir apartman, Virginia Adaları’nda kendi aralarında “Pedofili Adası” olarak da bilinen bir ada. İşte bu adamın sahip olduğu ve bu pedofili ağını işlettiği mekanlardan birkaçı. Tabii bir de Bill Clinton’ın da sürekli seyahat ettiği, camianın “Lolita Express” olarak dillendirdiği bir Boeing 727 – ki bu uçak da Epstein’e Wexner’den küçük bir hediyeydi-.
Dava sürecinde hiçbir şey bilmediklerini iddia edenler “Lolita Express”, “Pedofili Adası” gibi tanımlar kullanıyorlardı. Hani tanıkların ifadelerine göre Prens Andrew’un 13, 14 yaşında kızlarla havuzda ilişkiye girdiği ada. 2008’de kendilerine de çocuk tedarik eden Epstein’i canla başla savunarak ceza almaktan kurtaran ve işbirliği içinde olduğu öne sürülen kişilerin soruşturulmaması anlaşmasını bağlayan avukatlar, konuyu en ılımlı haliyle Epstein’in kendi çarpık yaşantısına ve yoldan çıkmış, kötü aile mağduru kızlara indirgemeye çalışsa da 2019 sonrası bunun ne Epstein’le ne de sadece ABD’nin ‘elit’ tabakasıyla sınırlı olmadığının ortaya çıkışını engellemek mümkün değildi. Epstein’in ifade veremeden ölmesi tek tesellileri olabildi (!)
Detaylarda boğulmanın ve bunalmanın mümkün olduğu bir dava örneği bu. Prens Andrew ve Harvardlı hukuk profesörü Alan Dershowitz hakkında bu ifadeleri veren genç kız, Trump’ın Mar-a-Lago tesislerinde çalışırken Epstein’in ve iş ortağı Ghislaine Maxwell’in ‘keşfettiği’ kızlardan biriydi. Epstein hakkında “Jeff’i on beş senedir tanırım. Şahane adam. Birlikte çok eğlenirsiniz. O da tıpkı benim gibi güzel kadınlardan hoşlanır, çoğunlukla da daha genç olanlarından” diyen Trump’ın tesisinde.
Maxwell demiştik, babasının istibarat örgütleriyle ilişkileri bile bir başka konu olan bu kadın, Jeffrey Epstein’in sağ koluydu. Küçük kızların bulunması ve Epstein’e getirilmesi bu kadının göreviydi. Kendisi de istismarcıydı aynı zamanda. Bir anlamda Epstein’in sosyeteyle ilişkisiydi Maxwell. İngiltere kraliyet ailesiyle de sıkı dosttu. 2008 davasından sonra yapılan anlaşmayla soruşturmadan kurtulan ve fakat alenen içinde bulunduğu ilişki ağı ortada olan bu kadın, ilişkilerini kaybetmemişti. İşler hala tıkırında ilerliyordu onlar için. Trump’la golf oynamaya devam ediyor, Clintonlar’ın aile davetlerine katılıyor, Elon Musk’la davetlerde görünüyordu. “Me Too” sürecinde Hollywood’da yüzlerce kadına taciz ve tecavüzde bulunduğu ortaya çıkan yapımcı Harvey Weinstein’le de elbette. Sözde çevreci bir örgüt kurdu ve Birleşmiş Milletler’de konuşma bile yaptı. Yani görüldüğü üzere, hepsi birbirlerine bağlıydı.
İşin detaylarına indikçe girdap artıyor. Eski İsrail başbakanı Ehud Barak’tan, ‘Epstein’in’ ağına tedarikçilik yapan manken ajansı sahibi Jean Luc Brunel’e, yine bir mankenlik ajansı bulunduğu da unutulmaması gereken Trump’tan Clintonlar’a, ünlü Hollywood siması Peggy Siegal’dan sihirbaz David Copperfield’a varan bir ilişkiler ağı. Bir illüzyon değil, düpedüz gerçek, düpedüz çürümüş kapitalizm! Bir hücredeki şüpheli bir intiharla üstüne toprak atılmaya çalışılan ve çeşitli siyasi atmoserlere göre yaratılan ‘komplo teorileriyle’ aba altından sopa göstermek için kullanılan bir pislik çukuru!
Epstein’in kara kaplı telefon defterinde, ABD başkanları, ulusal güvenlik danışmanları, senatörler, valiler, farklı ülkelerden milyoner işadamları, sosyete mensupları, kraliyet ailesi üyeleri, kontlar-kontesler, CEO’lar, gece kulübü sahipleri, medya patronları, sultanlar, bilimadamları, moda yazarları ve dahasının adı çıktı. Bu pislik hepsinin ortak pisliğiydi. Ve bu pisliğin altında çaresizlik ve geleceksizlik duygularıyla kalan çocuklar…
Epstein Üçlü Komisyon ve Dış İlişkiler Konseyi üyesiydi. Milyonluk bağışlar yaptığı Harvard’daki profesörler tarafından bir bilim aşığı ilan ediliyordu. Ve bu adamlar, onun tutuklanması üzerine “bir bilimadamı olarak ampirik kanıtlarla hareket ettiklerini” iddia ederek olan bitenle ilgili ne haberleri ne de ilişkileri olduğunu iddia ettiler. Bilimadamı kimliklerine sığındılar. İşte onların bilimi! Yine onu davalardan kurtaran adamlar “14-15 yaşında kızların bugün artık 60 yaşındaki kadınlar gibi olduklarını” söyleyerek kendilerini savundular. Tüm bunlara bulaşan insanlar, azınlık öğrencilerine destek vermek amaçlı kurulduğunu iddia ettikleri dernekleri yürütüyordu. Tüm bu kurumların da arka planı araştırılmaya muhtaçtır.
İşte Wayfair’ı tartıştığımız, konuştuğumuz gün böyle bir gün, bunların bahsedildiği düzen böyle bir düzen. Elini kolunu sallayarak gezen, lüks villasında ‘yakalanan’ Epstein’in sağ kolu Maxwell hakkında birkaç ay önce soruşturma açılmasıyla Wayfair gündeminin ilişkisiz olduğu düşünülebilir mi?
Yılda en az 3 milyon çocuğun kayıp olarak bildirildiği -ki bunlar yalnızca kayda geçenler-, eski CIA ajanlarının çeşiti alanlarda kullanılmak üzere kayda geçmeyen çocuklar doğurtulduğu ve ötesine dair açıklamalar yapabildiği bir dünyada, çocukların kozmetik uğruna işkenceye maruz bırakıldığına, organ ticareti ve fuhuş için kullanıldığına kesinlikle inanmamak mümkün mü?
Sorun apaçık ortadayken komplo teorileri tartışmak bu işin neresinde? Onlar komplo teorileri tartışmalarıyla tekrar gün yüzüne çıkacak pedofili gerçeğini örtmeye çalışırken, sosyal medyada da kullanıcılar tarafından “Wayfair’den dolap aldım, içinden Ortadoğulu bir kız çocuğu çıktı” ‘mizahları’ yapılıyordu. Komplolara kanmayacak kadar akıllı olduğunu kanıtlamaya çalışan insanlar, pedofili gerçeğini inkar edecek, bununla alay edecek, nasıl bir dünyada yaşadığımızdan habersiz olan bir aptal olma noktasına geldiğini ortaya koyuyordu. Bu ülkede de konuyu aynı biçimde tartışanlar, değil milyarderlerin, devlet yardımlarıyla geçinenlerin bile söz konusu çocuk istismarı ya da kadına şiddet olduğunda nasıl paçayı kolayca sıyırdığını bile unutmuş, es geçmiş gibilerdi.
Tüm bunlara dair söylenecek sözler bitmez, bitmemeli de. Burada çok azına değinebildiğim detaylar için bahsettiğimiz kaynaklara bakılabilir. Hatta bana kalırsa, herkesin Epstein davasını incelemesi gerekir.
İşin özü, alaycı “bu kadarı da olur mu?” sorularının altında yatan bir “Olur; ama olmaz olsun!” cevabı var. Bu cevabın da hemen herkes farkında. Asıl yanıt “Olmaz olsun” deyip geçmek ya da oldurmamak için mücadele etmek arasındaki farkta gizli. Gerçeklerin detaylarında boğularak, gerçekleri inkar etmek belki mümkün; ancak içinde bulunduğumuz çürümüş düzeni değiştirecek olan, çocuklarımızı ve bizi bu girdaptan çıkaracak olan yine bizim sesimiz.
*Bu makale Kaldıraç Dergisi’nin Eylül 2020 tarihli 230. sayısından alınmıştır.