Yeniden korkacağı günler yaklaşıyor o bakışın. O gözlerin bir daha kimseye öyle bakmaması gerektiğini öğrenmesi için sandıklar yaprak açmalı.
Elbette sürekli biçimde asrî bir ufka akan efendiden bir beklentimiz yoktu, olamazdı. Ama her dönemde başka bir kılığa giren düşkünlere içlendiğimiz, kızdığımız, hatta onlardan nefret ettiğimiz oldu.
Evlerimiz, derneklerimiz, parti şubelerimiz, derme çatma dükkânlarımız, paramparça göğümüz tepemize yıkılırken vicdan ve “xîret” geçirmez bir perdenin arkasından halimize bakıp durdular. Giysileri, tavırları, yüzleri değişiyordu ama o “bakış”, ânın göğsüne asılmış o bakış hiç değişmedi. Efendilerin bize vurdukları her darbenin açtığı her boşluğa işte o bakışı kuşanarak girdiler.
Boykot, seçime sokulmama, baraj altında bırakılma ve kayyımla yönetilme; her ne olursa belediyeden vekilliğe kadar her şey bunlara verildi, işbirlikçi ailelere; asimilasyon ve ulusal yok oluşu engelleyen aşiret örgütlülüğünün düzen tarafından teslim alınmış formuna.
Daha önce düzen partilerine blok halinde oy akıtan bu yapının, Kürt siyasetinin yükselişi ile birlikte etkilediği, daha doğrusu güttüğü kitle epey azaldı. Ancak devletin ve onun türlü kanatlarının Kürt siyasetini demokratik alanın dışına itme operasyonundaki rolleri için artık eski kitleye ihtiyaç kalmadı.
Artık kimseyi ikna etmeden ve teslim almadan da kazanıyorlar! Bir apartman yönetimini kazanmaya yetmeyecek oy sayılarıyla vekil ve belediye başkanı oluyorlar. Büyük bir hezimetle kaybettikleri seçimlerin kazananı oluyorlar. Şanslı olanların tek parça halinde bir tabutun içinde dönebildikleri mahalle ve köylerde yoksulluk ve acı mayalanırken bütün ihaleler ve kadrolara pisboğaz bir iştahla çörekleniyorlar. AKP, MHP, BBP ve Hüdapar’ın ortası nasıl ise öyleler.
Ruhumuz etimizden soyulurken, faşizm çelik gergedanlarla sokaklarımıza dalıp çocuklarımızı ezerken bunlar şiş göbeklerini okşayarak bakarlar. Daha önce çok korkaktılar, ama son üç yıllık süreçte bir cesaret de geldi bunlara. Kraldan daha kralcı oldular, hatta ideolojik bile sayılırlar. Bu ailelerin toraman çocukları, boyuna yenen ve içilen şeyler, art arda yükselen binalar, havaya kalkan burunlar, kabalıkla örülmüş saldırgan bir zenginlik, uzak yakın mahallelere akan açlık nehrinin üzerinde yüzen hoyratlık.
Fazla yemekten şişmiş beyinleriyle halkın tekrar ezilmesini bekliyorlar şimdi. Baraj olsun, oy gaspı olsun, sandıklara el konsun, seçim çalışması yapanlar ezilsin, evleri, odaları, sokakları demokratik sistemden dışlanmış, aç bırakılmış insanlar kaplasın ki bunlar yeniden kursaklarını doldursunlar. Onurun, gururun, şahsiyetin uğramadığı muhitlerde ellerini ovuştursunlar.
Oysa esmer bir çakmaktaşı gibi hülyaya daldığımız günlerdeyiz. Haklı olmanın yetmediğini, kazanmak zorunda olduğumuzu hissettiğimiz andır bu. Bugün de birkaç nehrin coşkuyla kavuşması gibi bir araya geliyoruz. Kırların dağlara, gözelerin dallara söylediği sözcüklerimiz, özgürlük denen efsunî dinin kitabına doluşuyor, yine.
Ama o bakış, sadece efendiye teslim olmanın lüksünü değil, iğrenme ile görmenin bakışı, fazla iştahın, ölü eti yemeye alışmış kuşların bakışı uçuşuyor yine. Halkın çocuklarının düşmesini bekleyen, bunu yapmaya girişen efendinin arkasındaki güvenli boşlukta yüzen, xîretten soyunmuş bakış, onurlu halkın terine ve kanına göz diken o bakış.
Yeniden korkacağı günler yaklaşıyor o bakışın. O gözlerin bir daha kimseye öyle bakmaması gerektiğini öğrenmesi için sandıklar yaprak açmalı.