Eşimle bazı işleri paylaşmaya çalışıyorum. Adı konmuş sorumluluklar yok, hani çamaşır onundur, yemek bunundur gibi bir şey değil. Ben yemek hazırladıysam masayı, mutfağı toplamayı o yapabiliyor. Bazen kızımın eğitim programıyla o ilgileniyor. Ama bunları hep birinin düşünmesi ve söylemesi gerekiyor.
Esra, 40 yaşında, işini seven, başarılı bir yazılımcı. O dünyanın kurallarını ve güçlüklerini bilecek kadar tecrübeli. Fakat bu salgınla başka bir yerden sınanıyor: Altı yaşındaki kızının eğitimi, bakımı ve ev işleri ona bakarken bir de evden çalışmak… Onu “tırlattıran” bu hal, normalde profesyonel ya da gönüllü destek alarak çalışma hayatına devam eden çok kadının kendini ortasında bulduğu bir çıkmaz. Görünmez ev emeği karantinada hem daha görünmez oluyor, hem daha da heyula.
Ben yazılımcıyım. Mezun olduğumdan beri de IT sektöründe çalıştığım için, birikimimle geliştiricilik dışında daha üst seviye tasarımlara, eğitimlere yöneldiğim bir evresindeyim kariyerimin. Açıkçası işimi çok seviyorum. Yöneticilik de yaptım ama bana çok uymadı, ben daha çok bir ekibin ablası tadında tecrübe aktarmaktan hoşlanan biriyim.
Altı yaşında bir kızım var. Neredeyse doğuma kadar çalışmıştım. Doğduktan sonra da sekiz ay ara verdim işe. Biraz daha fazlasını planlıyordum, “İhtiyacımız var, gel artık” diye aradılar. Şirketin öyle bir aylık bir kazığı olmuştu o zaman. Kayınvalidem yardıma hazır olmasa çok zorlanırdım. O evde olduğum dönemde bebek, bütün ev işi bendeydi. Süt meselelerinden dolayı da delirme halim vardı. Nasıl buğulu bir dönem, parça parça geliyor aklıma… Ara ara tırlattığımı, bir anneme, bir kayınvalideme gittiğimi hatırlıyorum.
İşinden çok keyif alan biriyim ama bu salgın bambaşka bir şey oldu hayatımızda. Bir kere çok az insana denk gelmiştir, ben bu süreçte iş değiştirdim. Yeni bir iş bulmuştum, yıllardır çalıştığım şirketle görüştüm, mart sonu bırakmam için güzelce de anlaştık. Ayın ortasında salgın patlak verdiği için, zaten eski iş yerimdeki son iki haftayı evden çalıştım. Gitmeden bir şeyler yetiştirmem gerektiği için çok stresli geçti. Sonra da yıllardır çalıştığım arkadaşlarımla yüz yüze vedalaşamadan ayrılmış oldum.
Normalde iki iş arasında küçük bir tatil hayalim vardı. Fakat SGK neyi karşılıyor, özel sağlık sigortam neyi karşılıyor, işe başlamazsam ne olur diye panikleyip yeni başlayacağım işi de erkene aldım. Eşim de turizmci ve bombalardır, vesairedir son beş yılda üçüncü kez her şeyi sıfırlandı. Belirsizlik endişelendirdi açıkçası. Yeni iş için bir tomar belge toplamanız gerekiyor, her yer karantinaya girerse ben ne yapacağım diye ayrı panikleyip onlara koşturdum sonra. Kızım ne olup bittiğini anlamıyor, kalp büyümesi sorunu olan bakıcımızı risk altına almayalım diye o zaten mart ortası gitmiş. Durum şuydu: Evdeyim, kızım, bütün evin işleri bana bakıyor, bir de yeni bir işe, hem de doğrudan evden çalışarak başlamışım…
Nasıl olayım, deliriyorum tabii ki. Ama az az delirmeye izin veriyorum kendime. Bir kere her şeyi kızıma göre ayarladım. Okul öncesi için bu kadar yapılandırılmış programı çok gerekli göremesem de günlük planımı ona göre yaptım. Sabah 10’da ana sınıfının zoom toplantısı oluyor. Ona kadar kahvaltı ettirmiş olmam lazım. 14’teki bir sonraki toplantıya kadar da sporu, etkinliği her şeyi tamamlamaları gerekiyor. O zamana kadar da öğle yemeği hazır olmalı. Bir yandan da çalışıyorum. Yeni iş yerime 13-14 arasında öğle tatili yapmak istediğimi söyledim. Bazen o arada akşam yemeğini de yapıyorum. 14’ten sonra kızımı tekrar ekran karşısına oturtunca başka tatlı bir kaos başlıyor. Çalışmam gerekiyor, çok odaklanamıyorum, ki bizim iş sürekli olmasa da odaklanmak gerektiriyor. Yeniyim diye baskı uyguladıklarını söyleyemem ama bir yandan da biliyorum ki şu anda iş arama sürecinde olmak istemezdim. Bunun da tabii üzerimde baskısı var bir miktar. Ne olacağını bilmiyoruz. Bu bütün dünyada yaşanıyor, her sektör daralmaya gidebilir ve “son giren ilk çıkar” mı diye düşünmeden edemiyor insan.
Normalde de kendine ayırabileceği zamanı az olan biriyim. Zaten öyle bir güzellik yoktu hayatımda. Ama özeniyorum. Beşinci haftadayız evde ve ben sadece bir buçuk film izleyebildim. Yogadır, odur budur öyle bir sürü şey yapan arkadaşlarıma bakınca kendimi çok yetersiz hissediyorum. Onların çocukları genelde daha büyük. Bari bir kitap bitirebilseydim diyorum kendime. Telefonuma bir uygulama kurdum, bana su içmemi söyleyen, iyi yaşamla ilgili bir şeyleri hatırlatan… Eyvah onu yapmadım, şunu unuttum diye o da beni iyice strese soktu, para da vermiştim ama asabım bozuldu, sileceğim.
Çevremde bir noktadan sonra bakıcılarını geri çağıran kadınlar var. Sitemizde karı-koca doktorlar var, onlar zaten yardımcılarıyla devam ediyor. Bizim bakıcı da kendi evinde olmaktan mutsuz, çocuklarının hepsi ücretsiz izne çıkarıldı. Ben maaşını tam vereceğimi söylemiştim ama o da ayrıca endişeli. Bunun bütün dünyada bir sorun olduğunu okuyorum. Dayanabildiğim kadar ev işlerini götüreceğim ama gerçekten ne yapacağımı da bilemiyorum. Annem öğretmendi, o bütün gece yemek, temizlik yapar, ertesi sabah da okula giderdi. Onun için hiç absürt durumlar değil bunlar yani. Ben de hep kızım evde hiçbir şeyin ucundan tutmuyor diye düşündüğümde, beni iş yaparken görmemesine yoruyordum. Evde ıncık cıncık yapılması gereken işler olduğunu da bilmesi gerekiyor. Sonra işte başımıza bu geldi, hızlandırılmış kurs oldu ona da. Birlikte cam sildik, simit yaptık.
Eşimle bazı işleri paylaşmaya çalışıyorum. Adı konmuş sorumluluklar yok, hani çamaşır onundur, yemek bunundur gibi bir şey değil. Ben yemek hazırladıysam masayı, mutfağı toplamayı o yapabiliyor. Bazen kızımın eğitim programıyla o ilgileniyor. Ama bunları hep birinin düşünmesi ve söylemesi gerekiyor. Masa toplamak gibi çok az iş için bir şey söylemem şart değil ama onun dışında bu işleri yönetmek, bunun dağılımını yapmak da bana kalıyor. Hep de böyleydi. Mental olarak ağır bir yük bu. Normal zamanda çok daha fazla çıkarırdım sesimi ama şu an aynı ev içinde, karantina şartlarında tansiyonu dengede tutmaya çalışıyorum. Çünkü mecburen aynı yerdeyiz bütün gün, tansiyonu ayarlamak, gemiyi su üzerinde tutmak gerekiyor öncelikle.
Benim geç patlamak gibi bir sorunum var. Geç ve yoğun… İki-üç günde bir sitenin içinde 15-20 dakika yürüyoruz sadece. Evde olmaktan kaynaklanan bunalımı da daha yeni hissetmeye başladım. Dalga dalga vuruyor ağırlığı. Her gün yeni bir koşturma, macera. Sıkılmaya vaktim olmadı. Kızımı erken yatırmayı başarırsak, balkonu düzenledik, havalar da tam düzelmediği halde, arada o balkona kaçıyorum. Çok heyecan duyduğum bir eğitimi izlemek istiyorum mesela, şurada bilmem ne podcast’i vardı… Balkonda tek başıma ne yapacağımı hayal ediyorum ama yapmaya vaktim kalmıyor, uykum geliyor. Bu bütün kadınların derdi bence şu an.
Bilmiyorum, bakalım ne kadar götürebilirim böyle. O kadar yorgunum ki, umarım güzel ifade edebildim kendimi. Böyle şeyleri bulaşıkları toparlarken falan düşünüyordum ben. Birilerinin kulak vermesi iyi geldi açıkçası.
Konuştuğumuz gün 69.392 vaka, 1518 ölüm açıklanmıştı.
*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.
'Nasıl olayım, deliriyorum tabii ki' – Pınar Öğünç
KaynakGazete Duvar