Kızıltepe’de seçilmiş başkanın belediyeye sokulmaması, HDP’ye yönelik kuşatma ve tutuklamalar, partinin legal siyasi faaliyetlerinin tümüyle engellenmesine yönelik bir devlet mesajı gibi…
Geçtiğimiz günlerde tanık olduğumuz, yaşadığımız birçok olay arasında iki vahim olay, verdiği mesajlar açısından çok önemliydi.
Birincisi, 4 Kasım’da Mardin’in Kızıltepe ilçesinin HDP’li Belediye Başkanı Nilüfer Elik Yılmaz’ın görevinden uzaklaştırılması olayıydı.
“Ne olacak? Bu da görevden alınıp kayyım atanan 16’ıncı belediye” deyip geçenler olabilir.
Kızıltepe’deki olay da böyle bir şey. Yüzde 70 oyla seçilen bir başkanın görevden alınarak, -beylik ifadeyle- milli iradenin ayaklar altına alınması meselesi…
Yalnız bu kez işin şekli oldukça değişik.
Polisler geceden belediye binasını işgal edip her şeye el koydular. Kapıları kapatıp, sabah görevine gelen Belediye Başkanı’nı ve belediye personelini içeriye almadılar.
Belediye Başkanı, seçildiği belediyesine sokulmadı ve bu konuda kendisine herhangi bir tebligat bile yapılmadı.
İşte o an, Belediye Başkanı Nilüfer Elik Yılmaz’ın polisler tarafından içeri alınmaması üzerine başkanın durumu protesto ederek tepkisini göstermesi anı çok çarpıcı ve dramatik bir görüntü olarak hafızalara kazındı.
İkinci olay geçtiğimiz cumartesi günü gerçekleşti.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul İl Örgütü’nün Pazar günü yapılan kongresi öncesi partililerin İstiklal Caddesi’nde bildiri dağıtımını engelleyen polis, sadece milletvekillerine etraflarını kuşatmak şartıyla izin verdi. Böylece inanılmaz bir polis şiddeti görüntüsü ortaya çıkmış oldu.
Kalkanlı polislerin çepeçevre sardığı milletvekilleri İstiklal Caddesi’nde polis gözetiminde bildiri dağıtmak zorunda kaldılar.
Bu görüntü de devletin ve iktidar koalisyonunun Kürtlere, Kürt siyasi hareketine ve yasal bir parti olarak HDP’ye yönelik tutumunun somut bir göstergesi olarak hafızalardaki yerini aldı.
Kürtlere sivil siyasetin kapıları da kapanıyor
Bu olaylar ve görüntüler sadece hafızalara kazınmakla mı kalacak?
Hayır tabii…
Başta Kürtler, bunu asla unutmayacak.
Kürt meselesi çözülmeden bu ülkenin rahata, huzura, hukuk devletine, evrensel insan haklarına, özgürlüklere ve gerçek demokrasiye ulaşmasının olanaksız olduğunu düşünenler de bu olayı hafızalarının bir köşesinde kayıt altına alsalar iyi olur.
Çünkü olayların hukuksuzluğu, çirkinliği ve vahameti bir yana bu fotoğrafların simgesel mesajları çok önemli.
Devlet ve iktidar koalisyonunun bu uygulamaları ile adeta Kürtlere, sadece Kızıltepe Belediyesi’nin kapıları kapatılmıyor. HDP üyelerinin, milletvekillerinin İstiklal Caddesi’nde bildiri dağıtmaları engellenmiyor.
Daha vahim olarak, sivil siyasetin kapılarının da artık kapanmakta olduğunun, giderek HDP’nin hiç hareket edemez hale getirileceğinin mesajı veriliyor.
Kürtleri kriminalize ederek, sivil siyaseti ve sivil toplum çalışmalarını da tamamen yasa dışı, terörist faaliyetler olarak değerlendirerek, Kürt siyasi hareketini ve bu doğrultudaki siyasi faaliyetleri tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bir devlet planı söz konusu.
O belediye kapısının seçilmiş belediye başkanının ve o başkanı seçen yüzde 70’in üzerine rezilce kapatılması, milletvekillerinin ablukaya alınmaları öyle tesadüfen, oradaki görevli polislerin inisiyatifi ile gerçekleştirilmiş işlemler değil.
Nitekim kapıyı kapatıp belediye başkanının içeriye girmesini engelleyen polis memurunun başkana verdiği cevaptan, İstiklal Caddesi’ndeki uygulamaya karar veren polis şefinin yaptıklarından da bu anlaşılıyor.
O memurlar, bu uygulamayı amirlerinin talimatıyla gerçekleştiriyor.
Yani planlı, programlı ve kararlı bir uygulamadan söz ediyoruz.
Kürtlere ve Kürtlerle birlikte hareket eden bileşenlere ve demokrasi güçlerine ama özellikle Kürtlere sivil, yasal ve meşru bir alan bırakmamaya yönelik sinsi ve ülkeyi uzun yıllar sürecek bir kaos ortamına sürükleyebilecek bir plan bu…
Bu plan çok da orijinal değil.
Bu plandan Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana konjonktüre göre değişik dozlarda uygulanan ve zaman zaman yumuşatılsa bile asla vazgeçilmiyor.
Kürtlerin tamamen sindirilerek seslerini çıkaramaz, farklılıklarını ve kültürlerini dahi yaşayamaz hale getirilerek asimile edilmeleri esasına dayanıyor.
Neredeyse 100 yıldır gerçekleştiremedikleri bu planın sınır ötesindeki Kürtlere uygulanmak istenen bölümünü de düşünürsek mesele daha iyi anlaşılır.
Ülkeyi yöneten güçler, yurt içindekilerden sonra, sınır ötesindeki Kürtlerin de yok edilemese bile iyice ezilmelerinden sonra uzunca bir süre rahat edebileceklerini hesaplıyor olabilirler.
Bu süre içinde Türklük, İslamcılık, hamaset, milliyetçilik soslarına bulanmış baskı politikaları ile asimilasyonu daha da derinleştirerek bütün Kürtlerin sonunda, “Ne mutlu Türküm diyene” kıvamına getirilebileceğini mi hesaplıyorlar acaba?
Bu hesap hep yanlış çıktı. Bu yanlışların ağır faturasını hep halklar ödedi…
Sonuç yine aynı olacak.
Ama ne yazık ki şu günlerde bu boş hesaba niyet edenlere bu gerçekleri anlatabilecek akil insanlara sahip değiliz.
Kaynak: Artı Gerçek