Özellikle İstanbul’da şiddetli yağışların kış aylarında buharlaşma riskinin daha fazla olduğu yaz aylarına doğru kaydığı belirtiliyor.
Sıcaklıklar mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor.
İstanbul’un aralık ayı yağış ortalamasında yüzde 80 oranında düşüş yaşandı.
Metrekareye sadece 21 kilogram yağış düştü.
Son aylarda beklenen yağmurların yağmaması sonucu İstanbul’daki barajlar büyük oranda boşaldı.
Barajlardaki doluluk oranı yüzde 20’ler seviyesinde.
Özellikle İstanbul’da şiddetli yağışların kış aylarında buharlaşma riskinin daha fazla olduğu yaz aylarına doğru kaydığı belirtiliyor.
Meteorolojik verilere göre aşırı hava olaylarına bağlı yaşanan meteorolojik afet sayısı 2000’li yıllardan beri belirgin bir artış göstermeye başladı.
Bugün kuraklığı ve susuzluğu konuşuyoruz ancak bundan birkaç ay önce İstanbul’da yoğun dolu ve şiddetli yağmur yağışının etkilerini konuşuyorduk. Çoktan unuttuk bile…
Giderek daha sık karşı karşıya kaldığımız aşırı hava olayları, iklim krizinin gündelik hayatımızın korkutucu bir şekilde parçası haline gelmeye başlamasının bir sonucu.
Ancak şiddeti normalin üzerinde hissedilen bir aşırı hava olayına kadar bu gerçek hayatımızda yokmuşçasına yaşamaya devam ediyoruz.
Hayır, böyle yaşamaya devam edemeyiz.
Örneğin, su tasarrufunun, suyu verimli kullanmanın sadece kuraklık dönemlerinde gündeme getirilmemesi, gerek karar vericilerin gerek yurttaşların bu konuda sorumlu davranış göstermesi gerekiyor.
Aşırı hava olayları sadece bununla da sınırlı değil.
- Dünya Bankası’nın raporuna göre Türkiye, 21’inci yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya bölgesinde aşırı iklim olaylarına en çok maruz kalacak üç ülkeden biri olacak.
- 2050 yılında Karadeniz’de avlanabilecek balık sayısı 2010 yılına göre yüzde 50 oranına kadar düşüş gösterebilir.
- Doğu Karadeniz bölgesinde artacak yağış heyelan riskini arttıracak. Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan bölgelerde kış yağışları yüzde 20-50 arası azalacak. Kuzey bölgelerde ise sel riski artacak.
- Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da hakim olan sıcak ve kurak iklim kuşağının etkisine girme riskine sahip. Bu risk gerçeğe dönüşürse zaten çölleşme tehlikesi bulunan özellikle İç Anadolu, Güney Doğu Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölgeleri gibi yarı kurak ve yarı nemli bölgelerinde tarım yapılamaz hale gelecek.
Bugün artık geldiğimiz noktada, Kanal İstanbul ile Yenişehir Rezerv Alanları ve yapımı tamamlanan 3’üncü Havalimanı projelerinin İstanbul Avrupa yakasının su ihtiyacını karşılayan su havzalarında önemli bir yıkıma neden olduğunu görüyoruz, etkilerini deneyimliyoruz.
İstanbul’un Avrupa yakası havzalarının mega projelerle yapılaşmaya açılmasından doğan su ihtiyacını karşılamak için Melen Su Sistemi, Sungurlu Barajı gibi alternatif projeler geliştirildi. Ancak, taşıma su ile sorun çözülemiyor, bu durum mega projelerin gerçekleştirildiği yerler dışında da ekolojik yıkıma neden oluyor. Mega projeler ve yapılaşma zamanla vadiler arasında suyun taşınmasını artıracak gibi görünüyor.
Birkaç yıl önce dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun “2071 yılına kadar su sorunu yok” diye lanse ettiği Melen Su Sistemi tamamen bir çözümsüzlük yumağına dönüşmüş durumda.
İstanbul’un yeni su kaynaklarına ihtiyaç duymasının en büyük sebebi, kentin su yönetiminden sorumlu kişi ve kurumlar başta olmak üzere yönetici aklın İstanbul’un su havzalarını yapılaşmaya açma yaklaşımından vazgeçmemesi olarak özetlenebilir.
Herhangi bir tavır değişikliğine gidilmediği takdirde de, bu yaklaşım bugün ve yakın gelecekteki su krizlerinin en önemli nedeni olarak görülmeye devam edecek.
İstanbul gibi 16 milyon insanın yaşadığı mega kentlerin artık iklim krizine uyum ve azaltım arasında seçim yapma şansı yok. Her ikisinin de hemen şimdi hızlı ve dönüştürücü şekilde gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Giderek artan nüfusla birlikte kentin su ihtiyacı giderek artarken, su kaynaklarının sermayenin kullanımına açılması, suyun ticarileştirilmesi gelecek dönemde İstanbul’u susuzluk ve sağlıklı, temiz suya erişim sorunuyla daha fazla yüzleştirecek.
İstanbul’un mevcut su kaynaklarının mevcut durumu alarm seviyesinde.
İktidar ise yüzyılın en büyük ekokırım projelerinden biri olacak Kanal İstanbul ile ilgili ihale hazırlığında.
5 bin 461 kilometrekare yüzölçümüne sahip İstanbul’un yüzde 46’sı su havzalarından oluşuyor.
Çevre Mühendisleri Odası’nın Kanal İstanbul ile ilgili hazırladığı teknik rapora göre, Kanal İstanbul, Yenişehir yapı alanları ve 3’üncü Havalimanı kentin yaklaşık yüzde 7’sin kaplıyor ve bu projelerin hepsi Avrupa yakasının su havzalarını yok ediyor.
Tablo 1 – Kanal kazısının Avrupa yakası su havzalarında etkilediği alan büyüklüklerini gösteriyor.
Tablo 2 – Kanal İstanbul proje rezerv alanlarının havzalarda yer alan kesimlerinin alanlarını gösteriyor.
Kanal İstanbul ve Yenişehir Rezerv Alanı Projesi, 3’üncü Havalimanı, 3’üncü Köprü ve bağlantı yolları ile birlikte Küçükçekmece Lagün Havzası’nın, Terkos/Durusu Havzası’nın, Marmara Bölgesi’nin, Kuzey Ormanları’nın ve sulak alanlarının, hatta Marmara ve Karadeniz kıyılarını da alarak denizlerin içine kadar yapılaşmaya açılmasıdır.
Dolayısıyla, Avrupa yakasının su havzalarının olduğu bölge, Kilyos Havzası, Küçükçekmece Lagün Havzası, Durusu/Terkos Havzası, Kanal İstanbul projesi kapsamında yapılacak kanal yapımı, kıyı yapıları, kıyı dolguları ile 3’üncü Havalimanı’nı içeren Yenişehir yapı alanının baskısı altındadır.
Yenişehir Rezerv Alanı 1/100 binlik çevre düzen planı değişikliğine göre, yapımı planlanan yeni kent alanının toplam alanı en az 34 bin 240 hektar ve bu alanın tamamı su havzalarının üzerinde bulunuyor.
Kanal İstanbul ve Yenişehir Rezerv Alanı projelerinin güzergahlarından ve bugüne kadar ortaya çıkan emlak verilerinden anlaşılacağı üzere, mevcut yerleşimlerin olduğu kısımlar da yeniden yapılaştırılacak, Marmara’nın kuzeyine, ortasına kanalı ve havalimanını alan yeni bir kent inşa edilecek. Bu yeni şehirin baskıladığı havzalar arasında Kilyos Kıyı Havzası ve içinde Sazlıdere Alt Havzası’nı da barındıran Küçükçekmece Lagün Havzası en fazla yapılaşmaya açılacak su havzaları olarak görünüyor.
Bu arada, 3’üncü Havalimanı’nın Kuzey Ormanları ile sulak alanlar üzerine ve Karadeniz kıyıları doldurularak inşa edildiğini de tekrar hatırlatalım.
Dolayısıyla bugün İstanbul özelinde ve Türkiye genelinde yaşanan kuraklık ve susuzluk tesadüf değil, bile bile ladestir. Kanal İstanbul ile geri dönülmez bir ekolojik yok oluşa sürüklenecek Terkos, Büyükçekmece Göl ve havzaları, Küçükçekmece Lagün Havzası başta olmak üzere doğal alanların korunması, kentleşmeye açılmaması, sermayenin insafına bırakılmaması, insan faaliyetlerine tamamen kapatılması gerekiyor.
Doğal alanlar suyun rezerv alanlarıdır, asla bozulmamalıdır.
Özetle, eğer siyasi karar vericiler çözümde samimi ise ilk işleri Kanal İstanbul projesinden vazgeçtiklerini duyurmak olmalıdır, kentlerin doğal kaynaklarını yağmalayan mega proje zinciri bozulmalıdır.
Covid-19 pandemisiyle mücadelede umutlar aşıya bağlandı. Ancak, iklim krizini çözebilecek bir tedavi, bir ilaç ya da bulunabilecek bir aşı yok. İklim krizi tüm hayatımızı esir almadan köklü vazgeçişler için adım atmak gerekiyor.
Böyle bir kuraklık ve susuzluk gerçeğiyle yüzleşiyorken, kimsenin göz göre göre böyle bir kent suçunu işlemeye hakkı yoktur.
Kentinize, suyunuza, yaşamınıza sahip çıkın.