Önce, 3 Temmuz’da TÜİK enflasyon rakamlarını açıkladı. Sanki, tüm açıklama komik sayılır niteliktedir.
Ardından, Türk-İş, Hak-İş ve DİSK, yani üç konfederasyon, ortak bir açıklama yaptılar. Bu açıklamanın daha ciddi olduğunu söylemek mümkün müdür?
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, sanki tepki verir gibi, sanki “bu kadar da rezil olduk” der gibi, sanki bir işçi sendikasının üçkâğıtçı lideri değilmiş gibi, sanki bir anda ciddi bir tepki ile iktidarı uyaracakmış gibi ve daha çok da “ya arkadaş bizi ne hâllere soktunuz” der gibi konuştu. Kamuoyuna konuşmadı, aslında Saray’a, Saray’ın izni ile açık mektup yazdı.
Hangisi daha trajiktir ya da hangisi daha komiktir?
Sahi, kim kimdir, kim kimi kim sanıyor?
Gelin, önce enflasyon rakamlarından başlayalım.
Saray Rejimi, her konuda, her zaman, her yerde yalan söylemektedir. Bu konuda uzmandırlar ve Goebbels, yanlarında çocuk kalır.
Öyle ise, yalan söylemelerine asla şaşmamalı.
Ama çok yalan söylediler ve artık, her yalanlarının ömrü çok ama çok kısalmıştır. Öyle yatsıya kadar sürecek yalanları da kalmamıştır.
TÜİK’in yalan söylediği, tüm halk, işçi ve emekçiler tarafından biliniyor. Öğrencisi, ev kadını, pazarcısı, işçisi hepsi ama hepsi, bu yalanları biliyor. Kimse TÜİK’in enflasyon rakamını, 2 ile çarpmadan konu bile edinmiyor.
Sadece sendikalar, bu rakamları çok ama çok ciddiye alıyorlar. Efendim, temmuz ayında enflasyon farkı kadar zam yapılacak. Peki enflasyon ne kadardır? TÜİK, allahtan, “enflasyon sıfır” demiyor. Dese, sendikalar ne diyebilir ki? Değil mi? Herkesin eli kolu bağlı, hiç kimse bir şey yapamıyor. Bir tek Saray’ın eli kolu bağlı değil ve istediğini yapıyor. Öyle mi?
Sendikalar, “enflasyon şudur” dendiğinde, masadan kalkmadan iyi bir kahkaha atarak, toplantı masasından kalkıp, hemen kapının önünde, genel greve gidiyoruz, demeyi düşünmedikleri sürece, “bir şey yapamazlar.” Yani, bir şey yapmak istemeyenin, bir şey yapma olanağı olmaz.
Tersine, sendikalar, kapı arkasında, devletle masaya oturup, efendim işimiz zor, bize biraz destek verin, bir miktar para ile bu işinden üstesinden geliriz inşallah, demektedirler.
Yani, öyle kimsenin eli kolu bağlı değildir.
Devlet, işçi ve emekçilere “eller yukarı” diyor, sendikacılar işçilerin ellerini bağlıyor, yaptıkları tam da budur.
TÜİK, enflasyon rakamlarını, elbette, Saray’ın isteklerine göre açıkladı. Kaç yıldır bu böyledir. Yeni değildir. Bu TC devletinin tutumudur ve Saray Rejimi bunu tümden zıvanadan çıkartmıştır.
TÜİK’in enflasyon sepetindeki ürünlerin, malların, hizmetlerin geçerli, bugünkü fiyatlarının ne olduğu ortaya saçıldı.
Buna göre, Haziran 2024 itibarı ile, yumurta 2,47 TL’dir. Değildir mi diyeceksiniz? Evet, demelisiniz. Ama bunu sizinle dalga geçilmesi olarak algılamalısınız. İşçi sınıfı ile, kadınlarla, gençlerle, halkla dalga geçilmektedir.
Ev kirası 5.844 TL’dir. Demek ki, her kiracı, 5844 TL olan ev talebinde bulunmalıdır. Yani, 17.002 TL alan asgarî ücretli, ev kirasını verdikten sonra, 11.158 TL parası kalacak ki, harca harca bitmez. Nasılsa yumurta 2,47 TL.
Bebek bezi 3,59 TL’dir. Aslında eğer eski fanilalarınızı bebek bezi olarak kullanırsanız, bebek bezi bedava da olabilir.
Uzman doktor muayene ücreti ise 33,69 TL’dir. Zeytinyağı 113 TL, soğan 7,7 TL, beyaz peynir 147 TL. Okul defteri 38 TL’dir. Yurt ücreti 456 TL.
Aslında bu konuda bir tablo 100 kalem mal ve hizmetin son fiyatları şeklinde yayınlanmıştır. TÜİK aslında bunu pek yayınlamaz. Ama bir biçimde sızmıştır ve yalan aynı gün ortaya çıkmıştır.
TÜİK Başkanı, bu sızmayı düşünerek, bir anda basının önüne çıktı ve bu fiyatların doğru olduğunu anlatmaya başladı. “IMF Türkiye Masası Şefi geldi, hesaplamalarımıza baktılar. Sadece Türkiye’de değil dünyadaki diğer ülkelerde de ÜFE’nin, TÜFE’nin üzerine çıkmış olduğunu fark ettiler ve ‘biz bunu araştıralım’ diye gittiler. Yakın zamanda derecelendirme kuruluşları da istatistikleri inceledi, onlar da tatmin edici yanıtlar alarak döndüler.”
Ne güzel değil mi?
İtiraftır ve kayda geçmelidir.
Demek, bu istatistik verileri “herkese” açık değil ama IMF ve uluslararası derecelendirme kuruluşlarına açıktır. Mesela DİSK, bu verileri inceleme hakkına sahip değildir. Ama bu veriler açıktır. Kime açık olduğunu anlamış oluyoruz.
IMF ve uluslararası sermayeyi ilgilendiren, halka söylenen yalanlar değildir. Tersine, kendilerine yalan söylenmesini istemezler ve rakamların gerçeğini onlardan alırlar. Mesela enflasyon rakamını buluyoruz ve sonra ikiye bölüyoruz gibi bir gerçeği bilmek isterler.
TÜİK’in söylediği yalanları ya da mesela Genelkurmay’ın yalanlarını ya da Saray’ın yalanlarını, az ya da çok halk biliyor. Belki, bu yalanları en az CHP biliyordur. Onlar da öğrenmiş oldular. Bu yalanlara en az tepkili olanlar, ekonomistlerdir ve sendikacılardır. Bunlara çalışan “uzman” sıfatlı olanlar, bu yalanlardan sokaktaki insan kadar bile haberdar değildir. Öyle ya, madem bu yalanları biliyorlar, neden her seferinde, enflasyon yüzde 60, yüzde 70 diyorlar? Neden bu açıklamaları doğru kabul ediyorlar?
Bakın, enflasyon rakamlarının açıklanmasının hemen ardından, 9 Temmuz 2024’te sendika konfederasyonlarının ortak açıklaması, bu durumu nasıl yansıtmaktadır.
Toplumdan gelen tepki, işçilerden gelen homurtular, yaşamın dayanılmaz hâle gelmesi, asgarî ücrete zam yok açıklamaları, sendika konfederasyonlarını bir araya gelerek açıklama yapmaya mecbur bırakmıştır.
Bir açıdan gelişme sayılır. Çünkü hepsi, en azından, en geri talepler konusunda bir araya gelmişlerdir. Ama öte yandan, en geri taleplerle bir araya gelmek ve hiçbir eylem açıklaması yapmamak, işi geçiştirme taktiğidir. Bu kez, gövde gösterisi ile, oyalama taktiği devreye sokulmuştur. Üç sendika konfederasyonu, aslında Saray’a, “artık işçileri tutmakta zorlanıyoruz” demek istemiştir. Yine de taleplere bakmalıyız.
10 madde var.
“1- Vergide adalet: Ücretlerin vergilendirilmesinde mevcut sistem ücretleri mağdur ediyor. Vergi sistemi yeniden yapılandırılmalıdır. Çalışanlar üzerindeki doğrudan ve dolaylı vergiler azaltılmalıdır.”
İlk madde budur. Mesela vergilerin ne kadarı işçi ve emekçilerden, ücretlerden geliyor? Bunu dile getirmediler. Mesela vergi dilimleri nasıl olmalıdır, bunu dile getirmediler. Mesela kamu kaynakları dediğimiz vergiler kime nasıl gidiyor, bunu açıklamadılar. Oysa sendikalar, bu verilere sahiptirler. Yani bunlar sır değildir.
Öyle ise, vergide adalet, doğru ama boş bir sözdür.
“2- Enflasyonla mücadele: Ücretleri düşük tutarak bunu sağlayamazsınız. İşçi, memur ve emekli maaşları TÜİK hesaplamalarına göre artırılıyor. Yaşanan enflasyonla, yaşanan (açıklanan olmalı) enflasyon arasında büyük bir fark var. Henüz zamlar ücretlere yansımadan elektriğe yüzde 38 zam yapıldı.”
Bu mudur? Uzmanların uzmanlıkları bu mudur? Ücretleri düşük tutmak ile enflasyon arasında hiçbir bağ yoktur. Ücretler, geçmişte olduğu varsayılan (TÜİK rakamlarına göre) enflasyona göre artırılmaktadır. Zaten bu nedenle, ücretlerdeki artış, enflasyonun gerisinde kalmaktadır. Ücretler enflasyonu artırmıyor, tersine, enflasyon ile, ücretliden işverene pay aktarılıyor, kaynak aktarılıyor.
Sendika bu ise, gerisini konuşmanın ne anlamı var? Sadece elektriğe mi zam yapılmıştır? Bu nasıl bir açıklamadır?
“3- Asgarî ücret acilen artırılmalıdır. Çalışanların neredeyse yarısı asgarî ücret seviyesinde ücret almaktadır. İstisna olması gereken asgarî ücret, artık ortalama ücret hâline geldi. Ülkedeki enflasyonun sebebi, sermayenin bitmek bilmeyen kâr hırsıdır, dar gelirli işçiler değildir. Enflasyonu düşürmek için işçilerden fedakârlık beklenemez. İşçiler enflasyonun sebebi değil, mağdurudur.”
İşte size 21. yüzyıl Türkiye’sinde, savaşın ortasında yaşayan bir ülkede, sendikalar, koskoca konfederasyonlar, enflasyon ve asgarî ücret konusunda bunları söylüyorlar.
Sendika konfederasyonları bir araya gelmiş iken, insan, bu olmazsa genel greve gideceğiz, denmesini bekliyor. Hani nerede? Eyleminiz nerede? Üretimden gelen güç nerede? Eyleminiz, ortak açıklama mıdır? Bu mudur? Evet, ülkemizde asgarî ücret ortalama ücret hâline gelmiştir. Bu durumda sendikalar ne yapar? Mesela sendikalar, dün genel greve gitmediler, hata yaptılar. İşte şimdi zamanı değil midir?
“4- Kamuda ücret dengesizliğine son verilmeli. Kamuda ücret farkı had safhada. Burada ücret dengesizliği sona erdirilmeli.”
Konfederasyonlar, bu denli cılız, bu denli korkakça açıklama yaparak, aslında kendi çaresizliklerini dile getirmektedirler.
Ücret dengesizliği had safhada imiş. Peki, bunun anlamı ne? Mesela kamuda sendikal örgütlenme, grevli toplu sözleşme hakkına mı dayanıyor?
“5- Emekliler: En düşük emekli aylığı asgarî ücret seviyesinde olmalı. Milyonlarca emekli, asgarî ücretin çok altında aylık alıyor. Emekli aylıkları hesaplanırken büyüme tümüyle hesaba katılmalıdır.”
Peki ya emeklilik sistemi? Peki ya ücretsiz sağlık hizmeti? Peki ya ücretsiz eğitim hakkı? Bunlar yok mu?
Ülke ekonomik olarak yangın yeri hâline gelmiştir. Ve üç konfederasyonun liderleri, bu açıklamayı yapmaktadır. Ne eylem önerileri var, ne kendi güçlerini harekete geçirme hazırlığı var. Sadece herkesin bildiklerinin bir bölümünü, o da bir bölümünü, açıklamaktadırlar.
Derler ki, gerçeğin tümünü söylememek, aslında bir çeşit yalan söylemektir. Son 20 yılda adım adım, emekli aylıkları düşürülmüştür. Devlet, sağlık, emeklilik sigortası, vergi vb. ile çalışanlardan para alırken bir zorba gibidir, ama iş emekli maaşlarına geldiğinde, açıkça emeklilere, yaşamayın, demektedir. Alırken zorbadır ve verirken daha fazla zorbadır. Bu durum, işçi sınıfının örgütsüzlüğünün kanıtıdır ve sendika konfederasyonlarının açıklamaları, bazı gerçekleri tekrarlayarak, kendi işbirlikçi hâllerini örtme girişimidir.
“6- Sendikal örgütlenmenin önündeki hakların (‘engellerin’ ya da ‘hak ihlallerinin’ demek istiyor olabilirler) kaldırılması: Mevzuatımızda yer alan düzenlemelere rağmen sendika üyesi olan işçilerin topluca işten çıkarılmasının önüne geçilmelidir. Toplu sözleşmeden faydalanma oranı giderek düşmekte ve özel sektörde bu oran yüzde 5’e kadar düşmektedir.”
Demek ki, sendika konfederasyonları, mevzuatı yeterli görmektedir. Konfederasyonlar, Saray’ı, yasalara uymaya davet etmek ister gibidir. Gibidir, çünkü bunu dahi açıkça söylememektedirler. Komiktir. Onlar da TÜİK gibi işçilerle alay etmektedir.
Oysa sendikalaşma hakkı, en başta sendikaların mücadelesini gerektirir. İşçilerin sendikal haklarının ihlal edilmesi, toplu sözleşmeden yararlanan işçi sayısının sürekli düşmesi, grevlerin neredeyse yasaklanması, sendika konfederasyonlarını topluca eylem yapmaya itmelidir. Konfederasyonlar, genel grev çağrısı yapmalıdır.
“7- 696 KHK’nin kapsamı dışındaki taşeron işçiler derhal kadroya alınmalıdır. Bu işçilerin sürekli kadroya geçirilmesi ve kamuda taşeron işçi statüsüne son verilmelidir.”
Sendika konfederasyonları, taşeron işçiler için, onların önünde grev çağrısı yapmalıdır. Başka bir yolu yoktur. Sendikalar, ricada bulunmak için var olmazlar. Mücadele etmek için var olurlar. Mücadele ettikleri oranda sendika olma sıfatını hak ederler.
Devlet sendikacılığının hâli budur.
“8- Tasarruf tedbirleri gerekçesiyle çalışanların hakları aşındırılmasın. Tasarruf adı altında işçinin emeğinin karşılığı olarak hak ettiği ücretten kesintiye gidilmesi ve sosyal hakların azaltılması kabul edilemez.”
Ne güzel değil mi? “Sosyal hakların gasbı” bile diyemiyorlar. Mesela MB Başkanının çocuğunun işyerinde bakılması uygun iken, işçilerin her türlü sosyal hakkı gasbedilmektedir. Ne güzel değil mi; yüzlerce araçlık konvoylar ortada cirit atarken, işçilerin servislerine göz dikilmektedir. Ve bizim güzide konfederasyonlarımız, “çalışanların hakları gasbedilmesin” demekle yetiniyor. Böylesi sendikayı, Saray Rejimi, başka nerede bulabilir?
“9- İnsan onuruna yakışan bir çalışma için meslekî hastalıkları azaltan ve çalışma şartlarını iyileştiren bir sistem yaratılmalıdır.”
Ne güzel, baştan aşağıya “iyi niyet” dolu istekler. Bunları, bir imam vaaz sırasında söylemez ama, eğer söylemiş olsa, alkışlarsınız. Ama bunları, ülkemizin üç büyük konfederasyonu birlikte açıklama yaparken söylemektedir.
Ve 10.
“10- Çalışma hayatında ayrımcılık son bulmalıdır.” (Bu 10 madde, Çerkezoğlu tarafından okunmuştur ve metnini T24’ten aldık).
İşte 10 madde budur.
Öyle anlaşılıyor, 10 madde, 10 rakamının yuvarlak olması nedeni ile sıralanmış. 11. madde diye bir madde bulunamamış olduğundan değil. Fazla da ileri gitmemek gerekir. Konfederasyonlar, ne de olsa, devletimizin güzide kurumlarıdır ve buna uygun davranmaları gerekir. Hem sonra, Saray’ı kızdırmamak gerekir.
Ergün Atalay, kendisi Türk-İş başkanıdır, ilgiye değer sözler söylemiştir. Birkaçını aktarmalıyız. Aktarımlar, 9 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesi internet sitesinden.
“Şu an bir ekonomik kriz yaşıyoruz. Bu kriz ne 94 krizine, ne 2001 krizine, ne de 2008 krizine benzemiyor. Yaşanan ekonomik kriz öncekilere benzemiyor, asgarî ücretle 1 ay değil, 1 hafta geçinme şansımız yok, dayanma gücümüz kalmadı.”
Demek ki Bay Atalay, kriz yaşadığımızı kabul ediyor. Şükürler olsun. Hatta bu krizin öncekilerine benzemediğini söylüyor ve “dayanma gücümüz yok” diyor. Demek ki Atalay, Saray’a diyor ki, artık işçileri tutamayız.
Devam ediyor:
“TÜİK’in açıkladığı rakamları kamuoyu gerçekçi bulmuyor.” Yani, kendisi değil, kamuoyu gerçekçi bulmuyor. Kamuoyu gerçekçi bulsa sorun yok demek.
“Ülkemizde yüzde 20’lik kesim refah içinde yaşıyor, bedelini yüzde 80 ödüyor.”
Ne güzel değil mi? Demek, işçi sınıfının gerçekliğinin farkında. Yılların sendikacısı ne de olsa.
“Ama maalesef özel sektörde patronlar, kazandıkları para ve kârlar ortada. Ona rağmen 10 yıllık, 20 yıllık bir işçiye 10-15-20 bin lira parayı çok görüyorlar.”
“Bunlar bizi köle sanıyorlar. İşçiyi maraba zannediyorlar. Bizim üzerimizden ekonominin düzelmesi şansı yok. Bizim üzerimizden ellerini çeksinler.”
Demek Atalay sıkışık durumdadır.
“Bizi köle sanıyorlar,” diyor. Oysa köle değiliz, demek mi istiyor? Yani, arkadaş, bize bir görev verdiniz, bu işçilerin öfkesini biz bu biçimde durduramayız. Tamam idare ediyoruz ama, köle değiliz, diyor.
“İşçiyi maraba zannediyorlar.”
Kim bunlar? Patronlar, para babaları, Saray’ın yönetenleri, TC devleti mi? Öyle olmalı.
İşçiyi maraba hâline getiren, siz de içinde olmak üzere, bu sistemin kendisidir. Siz, bu maraba zannedenlerin içindesiniz.
İşte konfederasyonların, güzide üç kurumun, zar zor da olsa bir araya gelerek yaptığı açıklama budur.
Sendika denilen şey, işçilerin demokratik kitle örgütüdür. Tüm işçi sınıfının haklarını savunmakla görevlidir. Sendika denilen şey, işçilerin ekonomik haklarını, tüm toplumun sorunları dile getirmekle kalmaz. Bunları dile getirir ama bunun için eylemler yapar. İşçi sınıfının sendikalarının en önemli mücadele aracı, grevdir. Üretimden gelen güç budur. Üretimden gelen güç, bu 10 maddede sıralanan vahim durumun düzeltilmesi için, devreye sokulmak zorundadır. Sendikalar, grev yapmamaya yemin etmiş gibi davranarak, bu sorunları sahiplenemezler. Bu sorunlara gerçekten sahip çıkmak demek, bu sorunların çözümü için bir mücadele yürütmek demektir. Sendikalar, bu mücadeleyi, grevler ile sürdürürler. Üstelik bu grevler, sadece işçilerin hakları için değil, tüm toplumsal sorunların çözümü için de devreye sokulmalıdır. İşçi sınıfı grev silahını kullanmadan, sadece basın toplantıları ile talepte bulunarak, sokaklara çıkmadan, tüm toplumu kendi eylemlerine açıktan çağırmadan, bu sorunları ya da herhangi bir sorunu çözemez.
Ayrıca bu mücadele, tümü ile haktır. Sokaklara çıkmak, eylemler gerçekleştirmek, yürüyüş ve mitingler ortaya koymak, grev silahını kullanmak, işçilerin haklarıdır. Bu hak, Saray’dan izin alınarak kullanılamaz. Bunun için izin almaya gerek yoktur.
Üç konfederasyon, bu ekonomik kriz ile, uygulanmakta olan “içeride ve dışarıda savaş” politikasını açıkça birbiri ile bağlı görmeli ve bunu ilan etmelidir. İşçilerin sadece ücretleri düşük değildir, işçi sınıfı, insanlık dışı koşullarda çalışmaktadır ve işyeri cinayetleri ayyuka çıkmış durumdadır.
Tüm bunlar, sadece ekonomik kriz nedeni ile açıklanamaz. Bu ekonomik krize eşlik eden, “içeride ve dışarıda savaş” politikaları söz konusudur. Krizin öncekilerden en büyük farkı buradan gelmektedir.
Üç konfederasyon, gerçeğin sadece bir parçasını söylemekte, bu nedenle de yalan söylemektedir. Saray’ın yalanlarına ortak olmaktadır.
Üç konfederasyon, açıkça eylem hattı ortaya koymalıdır. “Bizim üzerimizden ekonominin düzelmesi şansı yok” demek yeterli değildir. Elbette yoktur. Çünkü kriz, aynı zamanda savaş politikaları ile birleşmiş durumdadır.
Sendikalar, toplumsal sorunlara duyarlı olmak zorundadır.
Sadece asgarî ücretten söz etmek yetmez. Aynı zamanda, ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık vb. alanlardan da söz etmek gereklidir.
Ve elbette, tüm bunlar yetmez.
Sendika konfederasyonlarının bir araya gelmesi, bir adım sayılabilirdi. Şu koşulla; konfederasyonlar, eğer bu talepleri ile bağlantılı bir eylem hattı ortaya koyarsa. Sendika konfederasyonları, basın açıklamaları ile yetinemezler.
Bu durum, işçi sınıfının durumunu da ortaya koymaktadır.
CHP’nin ışık aç-kapa eylemi gibi son dakika eylemleri, aslında “eylem” yapıyoruz demek için bir yol gibidir. Bu yolla halkın, kitlelerin öfkesini boşaltmak istiyorlar. Ama artık burası geçilmiştir. Buradan bir şey çıkmayacağını, tıpkı enflasyon yalanlarını bildikleri gibi, kitleler bilmektedir.
Sendika konfederasyonları açıklama yapsın ve CHP de ışık aç-kapa yapsın; bunlar artık kitlelerin taleplerini yansıtmazlar. Başarı şansları da yoktur.
Kim kimi ne sanıyor?
Öyle anlaşılıyor, egemen, TC devleti, işçileri köle sanıyor ve köle hâline getirmek istiyor.
Ama sendika konfederasyonlar da işçileri salak sanıyor.
Sendikalar ve CHP muhalefeti, işçilerle oyun oynadıklarını sanıyorlar.
Hayat pahalı ve “can” ucuz hâle gelmiştir.
İşçi sınıfı örgütsüz ise hiçbir şeydir.
İşçi sınıfı örgütlü mücadeleyi geliştirmek zorundadır.
İşçi sınıfı devrimci hareketle sıkı bağlar kurmak zorundadır. İşçilerin devrimcileşmesi, tüm sürecin ana halkasıdır. İşçi sınıfı devrimci ise, her şeydir.
İşçi sınıfı üretimden gelen gücünü kullanmak zorundadır. Önümüzde, bunu öğreneceği bir süreç durmaktadır.
“İşçinin alınteridir
bey paşa sarayları
Önümüz kavga yeridir
Yürü iş alayları”