Kuzey Kıbrıs’ta 6 Aralık günü araçlarının sel sularına kapılması nedeniyle uçuruma sürüklenmesi sonucu Gaye Soyutok (18), Günay Kandağ (18), Tolgay Bekci (21 ) ve Ahmet Kılıç (23) adlı gençler yaşamını yitirdi.
Gençlerin seyir halinde bulundukları Lefkoşa-Girne yolunun tadil edilen bölümüyle ilgili ölümlerin göz göre göre geldiği yönünde iddialar ortaya çıktı. İddialara göre tadilat çalışmasından önce bölgede mevcut olan ve dağdan gelen suyu dereye nakliye eden su kanalı çalışmalar sırasında kapatıldı. Ayrıca araçların park etmesi için bırakılan bu noktaya bariyer koyulmadığı, yakın bir tarihte tamamlanmış olan bir yola dökülmüş asfaltın altındaki zeminin nasıl bu kadar kolay dağılmış olduğuna da ankaradegillefkosa.org sitesinin haberinde dikkat çekildi.
Afrika Gazetesi’nden Şener Levent’in kaleme aldığı bu yazı da, göz göre göre gelen ölümlere isyan ederken, sorumluları da işaret ediyor.
Benzerlerini sıkça yaşadığımız ve iktidarlar tarafından “doğal afet” diye geçiştirilmeye çalışılan, canlarımızı yitirdiğimiz ve ne yazık ki yitirmeye devam edeceğimiz kent suçlarının ve sorumlularının altını çizen bu yazıyı aynen yayınlıyoruz:
KARARAN VİCDANLARDA SURAT MI VAR?
Dört ölümüz var…
Biri kayıp dört genç ölü…
Çamurlaşan toprakta upuzun yatıyorlar…
Siyah naylon torbalarla örtülmüş…
En küçüğü 18, en büyüğü 23 yaşında…
Çizmeli, sarı yelekli, parkalı adamlar duruyor başlarında…
Ciklos…
Adanın en can alıcı, en kilit yollarından biri…
Orada o dönemeci döner dönmez denizi görürsün…
Ve Girne’yi karşında…
Eskiden dünya güzeliydi…
Şimdi beton bir hayalet!
Bir korkuluk…
Öyle tepeden bakmazsan denizi de göremezsin artık!
Kyrenia’ya elveda, Girne’ye merhaba dediğimiz günden sonra ırzına geçtiğimiz bir kent…
Ne limon bıraktık, ne portokal…
Ne zeytin…
Ne iştah bu iştah…
Ki Catsellis’in kalbi en çok bir yıl dayandı…
Girne dost değil, artık düşman…
Pınarlarını kuruttuk, dağlarını oyduk…
Pırıl pırıl gülen gözleri vardı eskiden, gözlerini çıkardık…
Barbar bir cihatçı gibi gırtlağını kestik…
Nefes borusu yok oldu…
Boğuldu!
Türk askerinin ayağı değdikten sonra köprülerin altından çok sular aktı diyemem, köprüler yıkıldı çünkü, dereler dolduruldu…
Evet dediğiniz için hala övündüğünüz Annan Planı sayesinde yuttuğunuz güzelim toprak taş oldu…
Girne tam bir mezarlık…
Mumyalanmış ruhsuz bir ceset…
Ve şimdi bir çamur ve lağım deryası…
***
Dört ölümüz var…
Dört genç ölü…
Ve Ciklos…
Ve sel…
Ve uçurum…
Katilsiniz baylar!
Siz başbakan bakan değilsiniz…
Katilsiniz…
Belediye başkanı…
Kaymakam!
Hepiniz de katilsiniz…
Ve sen ey muhterem yargıç…
Sen de izin verdiysen sen de katilsin!
Siz doldurdunuz bu dere yataklarını…
Yediğiniz, yuttuğunuz ve doymadığınız kıyaklarla doldurdunuz!
Hatırla, torpille, partizanlıkla…
Yaptığınız kötülükler için müebbetliksiniz hepiniz de…
Ya sen bay müteahhit…
Dere yatağına bina yapmaya hiç mi utanmadın?
Hiç mi düşünmedin kendinden başkalarını?
Ne yazılar yazdım ben sizler için…
Ne nefes tükettim…
Ama ne kaymakamların, ne belediyelerin, ne meclistekilerin hiç umuru olmadı!
Sen mimar ve mühendis kardeş…
Sen şehir plancısı…
Bir yanlış gördüyseniz bile, siz de sustunuz…
Girne’nin taşlaşmasını hep birlikte seyrettik…
Derelere dikilen betonları hep birlikte gördük…
Dağların oyulmasına hep birlikte alık alık bakıyoruz…
Lağım sularının sellere karıştığı yollarda hep birlikte yüzüyoruz…
“Bokunda boğul” demişti sevgili Barbaros…
Bokunda boğulduk!
***
Dört ölümüz var…
Bariyersiz bozuk yolda sellere kapılarak uçurumdan yuvarlanan dört genç ölü…
“Allah rahmet eylesin” demekle olmaz…
“Başınız sağolsun” demekle yananların başı sağ olmaz…
Nerde bu çocukların katilleri?
Hangi cehennemde?
“Elli katlı da yapacağız” diyenler nerde…
Bu memleketi bu hale getirenler hangi delikte?
O kaymak gibi kaymakam…
O belediye başkanı…
O bakan…
O müteahhit…
Nerde bunlar nerde?
Bir yurdun katilleri…
Uçurumdan yuvarlanan çocukların katilleri!
Hesap sormadığımız bütün katiller gibi onlardan da mı hesap sorulmayacak?
Birkaç gün ah vah edeceğiz…
Sonra hiçbir şey olmamış gibi yola devam…
Ne hoşgörülü bir toplum bu toplum!
Bunca yıldır bu toplumun başından gelip geçen kaç kişi varsa…
Kaç sağcı, kaç solcu…
Hepiniz de suçlusunuz baylar!
***
Dört ölümüz var…
Dört genç ölü…
Islak toprakta naylon torbalarla örtmüşler üstlerini…
O ne?
Siz de mi üzgünsünüz?
Ağlıyor musunuz siz de?
Biz ne zaman beraber ağlayıp beraber güldük ki?
Hem bir olup bu memleketin ağzına yandınız, hem de yas mı tutuyorsunuz şimdi?
Sizin yüzünüzden, sizin para ve pul iştahı ile çevirdiğiniz bu çark yüzünden şimdiye dek kaç masum insan can verdi…
Saydınız mı hiç?
Felaket bölgelerini mi geziyorsunuz?
Gezin!
Övünün yarattığınız eserinizle…
Sonsuza dek yaşayacak dediğiniz devletiniz sizin olsun!
Alın da kıçınıza sokun!
İçimizdeki hainler yaptı bize bu kötülükleri deyin…
Ve merak etmeyin!
Hala size inanacak salaklar bulunur!
***
Dört ölümüz var…
Dört genç ölü…
Havada hala kara bulutlar…
Ne zamandan beri kara bulutlardan ve yağmurlardan korkar olduk…
Bulutlar değil ölülerimizin katilleri…
Sizsiniz baylar…
Paranın kararttığı vicdanlar…
Kimin yüzüne tükürülecek diye sormayın…
Kararan vicdanlarda surat mı var?
Şener Levent
Afrika
7 Aralık 2018