Son günlerde adını sıkça duyduğumuz milletvekillerinden biri Emek Partili (EMEP) Antep Milletvekili Sevda Karaca. Meclis’in çalışmalarına ara verdiği yaz aylarında yeni seçilmiş bir milletvekilinin ismine bu kadar aşina olunması sık yaşanan bir durum değil. Sevda Karaca ismini sık duyuyor olmamızın sebebi de parlamento değil Antep’teki Şireci Tekstil grevi.
Şireci Tekstil işçilerinin uzun süredir tanık olmadığımız biçimde kazanımla sonuçlanan grevinde Karaca, işçilerle birlikte direndi, sendikacı gibi taleplerini aktardı, milletvekili kimliğiyle kapıları açtırdı, aracı oldu, gazeteci kimliğiyle herkesin grevden haberdar olmasını sağladı. Tüm bunları yaparken Şireci Tekstil’in 6 gün süren grevinde işçilerin yanındaydı ve “işçi temsilcisi milletvekili” olarak kabul gördü. Şireci Tekstil grevini ve daha fazlası için Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın sorularını yanıtladı.
EMEP’li Sevda Karaca’nın işçi sınıfının devam eden grevlerden uzun yıllardır içinde yer aldığı kadın hareketinin önündeki güncel meselelere kadar tüm sorulara yanıtları şöyle oldu:
“Bir işçi, işçilerin çocukları neler yaşar bizzat deneyimledim”
Adana’da tekstil işçisi bir ailede dünyaya geldiğinizi biliyoruz. Ailenizin, çocukluğunuzun ve ilk gençliğinizin bugünkü varoluşunuzda, politik duruşunuzda ne kadar etkisi oldu? Nasıl bir çocukluk ve gençlik geçirdiniz?
Annem, babam Adana’da çok büyük bir tekstil fabrikasında kalifiye işçiydi. Ben 9 yaşındayken Adana’dan Denizli’ye göç ettik. Çünkü tam o dönem Denizli’ye büyük teşvikler yağdırılarak yeni organize sanayi bölgeleri, yeni tekstil fabrikaları kuruluyordu ve nitelikli iş gücüne ihtiyaç duyulan bir şehir haline gelmişti Denizli. Biz, 16 işçi ailesi Denizli’ye taşındık. O yaşlardayken bile sosyal haklara sahip olan bir işçi olmak ne demek anlıyordum. Adana’da fabrikanın kreşine gitmiştim, hasta olduğumuzda fabrika revirine giderdik, anne babamın az çok düzenli mesai saatleri vardı, tümüyle patron yanlısı olmasına rağmen sendika olduğu için işçilerin tazminat hakları, yan hakları korunuyordu. Bizimkiler Denizli’deki fabrikalarda çalışmaya başladıklarında tüm bunlardan yoksun, adeta bir kölelik sistemi içine de düştüler, onlarla beraber biz de öyle… Anne babayı göremez hale geldiğimiz, sürekli işsiz kalma tehdidinin, dolayısıyla daha da yoksullaşma riskinin tepemizde sallandığı, bir yandan okula giderken bir yandan kardeşlerime baktığım, annemin babamın neredeyse her hafta bir iş kazası yaşadıkları, sağlıklarını kaybettikleri koşullara düştük. Memleketteki şu ya da bu biçimde yaşanan her kriz, her ekonomik sarsıntıda annem, babam ya işten atılır ya da daha kötü koşullarda çalışmaya mahkum edilirdi. Çok iş, çok şehir değiştirdiler bu yüzden. Halen de çalışıyorlar hayatlarını idame ettirmek ve bir ev sahibi olabilmek için. Dolayısıyla bir işçi neler yaşar, işçilerin çocukları neler yaşar bizzat deneyimlemiş oldum. Bu açıdan çocukluğum ve ilk gençliğim; işçi sınıfının partisi olan Emek Partisi’nde örgütlenmemin arka planını oluşturuyor sanırım.
“Evrensel benim okulumdur”
ODTÜ’de siyaset bilimi okuduğunuzu biliyoruz. Ama EMEP’de örgütlendikten sonra Evrensel’de gazetecilik yaptınız. Muhabirlikten editörlüğe Evrensel’in hemen hemen bütün kademelerinde çalıştınız. Neden gazetecilik yapmayı seçtiniz?
Evrensel gazetesi işçilerle, emekçilerle ilgili tüm meseleleri bu ülkede en yetkin biçimde ortaya koyma başarısını hâlâ sürdüren, bunda inat eden gazetelerden biri. Dolayısıyla hayata işçi sınıfının gözlükleriyle bakan biri olarak Evrensel gazetesinde çalışmak benim için bir şanstı. Hayatımda çok önemli bir yeri var Evrensel’in, Hayat Televizyonu’nun ve Ekmek ve Gül’ün. Dünyaya hangi noktadan, hangi perspektifle bakmam gerektiğini bana öğreten yerlerden biridir. İşçilere, emeğe, ezilmişliklere, eşitsizliklere dair tüm deneyim ve tartışmaları sistematik bir düşünce biçimine, diyalektik- materyalist bir analizle değerlendirmemi, eyleme dönüştürmemi sağlayan okulumdur Evrensel. Bugün Meclis’te ve sahada o deneyim beni çok besliyor.
“Gazeteyi matbaaya gönderdikten sonra bir “oh” çekip kahve içmeyi özledim”
Gazeteciliği özlüyor musunuz, gazetecilik reflekslerinin ağır bastığı olmuyor mu?
Henüz çok kısa bir süre oldu vekillik görevine başlayalı. Ve ne güzel ki bu kısa süre ülkede işçi direnişlerinin boy verdiği, Antep’te de bunun önemli deneyimlerini yaşadığımız bir dönem. Şimdi bakınca, vekil olarak çalışırken de her soruna, her direnişe, her işçi buluşmasına, her halk toplantısına, her faaliyete halen biraz da gazeteci gözlüğümle baktığımı, dahil olduğumu fark ediyorum. Doğrusu bu beni oldukça besliyor. Özlüyor muyum? Tabii gazetede çalıştığım zamanlardakine göre günlük hayatım çok değişti. Sabah erken saatlerde bütün gazeteleri okuyarak güne başlamayı, gündem oluşturarak toplantıya katılmayı, farklı alandan arkadaşların o güne dair süzdüğü bilgiyi almayı, onlardan öğrenmeyi, beslenmeyi, harala gürele gazeteyi matbaaya gönderdikten sonra bir ‘oh’ çekip arkadaşlarımla kahve içmeyi çok özledim.
“İç tüzüğün hiçleştirildiği ilk torba yasa görüşmelerinde yüzümüze çarptı”
Meclis’teki ilk izlenimlerinizi nasıl özetlersiniz? Sizi şaşırtan bir gündelik rutini var mı Meclis’in?
Her şey bizim için çok yeni ve aslında henüz çok büyük bir Meclis faaliyeti söz konusu olmadı. Ancak şu kısacık sürede Meclis’in tek adam iktidarı altında hiçleştirildiği koşulları açıkça deneyimledik, Meclis’in iç tüzüğünün ‘hiç tüzük’ olduğu gerçeği apaçık görünür oldu. Adına hiç utanmadan “Milli Dayanışma Paketi” dedikleri vergi, zam ve halk için yıkım paketi olan o ilk torba yasa görüşmelerinde yüzümüze çarptı bu durum. Kendi iç tüzüğünü bile tanımayan bir hız, bir anlayış ve bir yöntemle yasa yaptırtan bir düzen bu. Bu iktidar bu çatı altındaki bütün sözleri tümüyle kıymetsizleştiren bir yapı kurmuş. Ve bu yapıda kurulan etkin söz, ancak sahada, sokakta, iş yerinde, okulda bir örgütlülüğün, bir tartışmanın parçasıysa anlamlı, değilse iyi belagat örneklerinin ötesine geçmiyor, geçmez, bunu bir kere daha anladım. Ana muhalefet partisi CHP’nin de tek adam iktidarı altında hiçleştirilen bu Meclis ortamında çeşitli teamüller ve birtakım alışkanlıklarla bu hiçleştirmenin karşısında yeni siyaset yapma, söz söyleme, sözü etkili kılma, muhalefet etme dinamiklerini denemeye yönelik bir eğilim bile göstermemesi düşündürücü gerçekten.
“Vekil dediğin muhatap olmayan bir varlık”
Beni en çok şaşırtan ve ‘bu kadar da olmaz artık’ dedirten şey de şu oldu: Meclis’te kafeteryasından kuaförüne, temizlikçisinden çay getirenine her düzeyde çalışan insanlar onlara ‘günaydın’ dediğinizde, ‘nasılsınız’ diye sorduğunuzda, tanışıp bir süre sonra isimleriyle hitap ettiğinizde müthiş bir şaşkınlık yaşıyorlar. İnsani bir selamın, insani bir ilişkinin böylesine şaşkınlıkla karşılanması gerçekten üzücü. Meclis kampüsünde şöyle bir gerçeklik olduğunu gördük, vekil dediğin “muhatap olmayan bir varlık.” Buradaki temizlik görevlisiyle, çay getiren arkadaşımızla, basın toplantısında kürsüye su koyan emekçiyle muhatap olmayan bir varlık. Bu Meclis’te milletvekili, ‘30 metre öteden tanınması, milletvekilliğine uygun saygı gösterilmesi gereken kişi’ olarak kodlanmış. Diyelim ki çalışanlar vekilleri tanımadı o an, bin bir mahcubiyet kelimesi dökülüyor ağızlarından. Bunu talep etmiş demek ki kimi milletvekilleri. Bu, hem vekil olmanın muhataplığının nasıl asimetrik bir güç gösterisi olarak yaşandığının göstergesi, hem de aslında çalışanların güvencesizliğinin, çalışma koşullarının iki dudak arasında olmasının da yarattığı bir sonuç gibi geliyor bana.
EMEP milletvekilleri olarak siz nasıl bir profil çizeceksiniz, nasıl bir siyaset biçimini tercih edeceksiniz?
Emek Partisi, örgütlenmesinin temelini memleketin en büyük sanayi havzalarında konumlandıran, işçi sınıfı mücadelesinin temel dayanaklarını oluşturmak için buralara konumlanan bir sosyalist parti. İşçi sınıfının yaşam koşullarını, çalışma koşullarını, mücadele deneyimlerini, birikimlerini, eğilimlerini anlamak ve bir doğrultu kazandırmak temel görevlerimizden bir tanesi. Dolayısıyla herhangi bir ildeki, ilçedeki, mahalledeki üyemiz, yöneticimizin parti içerisindeki rolü, görevi, sorumluluğu neyse bizim için vekillik de aynı role, görev ve sorumluluğa sahip. Bu görevi yerine getirmenin farklı bir alanı bizim için vekillik. İskender (Bayhan) de ben de bu anlamda parti işçisiyiz.
Meclis çatısı altındaki her bir tartışmanın sınıf mücadelesinin görünümlerinden biri olduğunu ne kadar anlatabilirsek, sınıf mücadelesinin sözü, talebi ve deneyimini de Meclis çatısı altında ne kadar iyi ifade edebilirsek kendimizi o kadar başarılı sayacağız. Biz, sabah işçilerin servise bindiği durakların, kadınlarla sohbet ettiğimiz yoksul evlerin damlarının, işçilerin direndiği fabrikaların önünün, gençlerin yaşam mücadelesi sürdürdüğü kampüslerin, varlık ve tanınma mücadelesi veren Kürt halkının ve tüm ezilen halkların yaşadığı eziyetleri paylaştığı, mücadele ettiği alanların bizim asıl Meclisimiz olduğunu söyledik. Bu meclisleri bu parlamentoya taşıyabildiğimiz, bir parçası haline getirebildiğimiz ölçüde kendimizi faydalı sayacağız.
“Şireci’de zaferi işçilerin birliği getirdi”
Kazanımla sonuçlanan Şireci Tekstil grevinden de bahsetmenizi isteyeceğiz. Grev nasıl kazanımla sonuçlandı?
Şireci, 2 bin 500 işçinin çalıştığı 5 ayrı işletmeden oluşan, son 5 yılda kısa iş bırakmalar, fiili grevler deneyimlemiş bir fabrika. Ama gerek işçilerin önceki direnişlerde birliklerini sağlayamamaları, gerekse Başpınar patronlarının örgütlü müdahalesinden kaynaklı olarak bu zamana kadar ya kazanım sağlayamamış ya da kazanımlarını kısa sürede kaybetmiş. Ayrıca Antep’teki pek çok fabrikanın gözünün kulağının olduğu bir fabrika çünkü “Şireci patronu işçilerine ne verirse ben de onu veririm” diyen onlarca fabrika ve iş yeri var. Patron dayanışmasının ve örgütlülüğün güçlü, işçi dayanışmasının ve örgütlülüğün ise yetersiz olduğu bir kent Antep. İhracat rekorlarının da işçileri kölelik koşullarında çalıştırmanın da kalesi. Zenginliğin de yoksulluğun da büyük yaşandığı bir kent.
Şireci’nin son mücadele deneyiminde, işçiler hem önceki deneyimlerinden elde ettikleri bilgiyle yola çıktılar, birliklerini kurup korumanın hayatiliğini öğrendiler hem Birtek-Sen geçmiş yıllardaki işçi mücadelesinin olağanüstü deneyimiyle süreci çok iyi yürüttü hem de işçiler şehrin milletvekilinin de orada altı gün boyunca işçilerle yan yana durmasının verdiği bir öz güvenle grevi başka bir boyuta ulaştırdılar. Ama önceki deneyimlerden ayıran ve zaferi getiren en temel şey işçilerin her vardiyada kendi temsilcilerini seçip o temsilciler aracılığıyla her gelişmeyi tüm işçilere aktarması ve bütün işçilerin karar verme sürecine dahil olmasıydı birliğin kurulması ve korunmasıydı. Yani bu zafer asla birilerinin yaptığı iyi arabuluculukla, çeşitli başkan, vekil vs gibi sıfatlar taşıyan kişilerin araya girmesinin yarattığı etkiyle açıklanamaz. Yerel eşraf, patronlar, mülki amirler, emniyet güçleri, yerel yöneticiler, kimi yerel basın temsilcilerinin işçinin karşısında, patronun yanında konumlandığı bu koşullarda birliği koruyarak kazanım elde etmiş olmaları muhteşem bir deneyim.
“Ne güzel ki kadın mücadelesinin içinden gelen pek çok kadın var meclis’te”
Kadın mücadelesinin önemli temsilcilerinden Ekmek ve Gül’de de emek veriyorsunuz uzun yıllardır. Bir kadın hakları aktivisti olarak kadın kazanımlarına yönelik tartışmaların son derece yoğun yaşandığı bir dönemde Meclis’e geldiniz. “Başörtüsü düzenlemesi” olarak bilinen ve aile kurumunu korumak gibi bir amacı olduğu da söylenen Anayasa değişikliği Meclis açıldıktan sonra ilk gündemlerden biri olacak görünüyor. Tüm bunlara karşı nasıl bir muhalefet stratejisi geliştireceksiniz?
Kadın mücadelesinin ve bu mücadelenin önemli bir bileşeni olan Ekmek ve Gül’ün toplumsal muhalefeti hangi yöntemlerle, hangi söylemlerle, hangi araçlarla ve nasıl birlikler kurarak etkili hale getirebileceğine ilişkin önemli bir deneyimi var. Meclis çatısı altında siyaset yapan kadın – erkek herkesin bu deneyimden öğrenmesi gereken çok şey var. Ne güzel ki bütün bu mücadele süreçlerinin, deneyimlerinin içerisinden gelen pek çok kadın Meclis’te. Meclis tarihinin kadınların hayatları ve hakları açısından en karanlık dönemi diye ifade edilen bu dönemde kadın mücadelesinin deneyimine ve birikimine sahip çok sayıda yol arkadaşımızla birlikte bu çatı altında birlikteyiz. Dolayısıyla hem kadınların haklarını yok etmeye yönelik atılabilecek adımlara, hem de bu adımlara karşı hep birlikte yapılabileceklere dair toplam bir birikimimiz var. Bu birikim, her birimizin kişisel birikimi değil, kadın mücadelesinin birikimi. Kadın hareketinde nasıl ki bir hak gaspına karşı en geniş kadın birliğini oluşturmaya yönelik tartışmamız, deneyimimiz varsa, aynısını Meclis çatısı altında da yapmalıyız. Ama sanırım Meclis’te geçirdiğimiz şu kısa zaman diliminde henüz bunun etkili bir çıkışını yapamadık. Yapmalıyız. Kadınların ve kız çocuklarının, LGBTİ’lerin haklarına yönelen saldırılar karşısında ortak bir tutum sergileme, birlikte mücadele etme kapasitemizi ve yöntemlerimizi geliştirmek zorundayız.
“Toplumsal muhalefetin her vehçesiyle güç kazanacağı bir döneme girdik”
Son olarak yaklaşan yerel seçimler ve olası ittifaklara ilişkin değerlendirmelerinizi almak isteriz. 14-28 Mayıs seçimlerinde siz de EMEP olarak bir ittifakın parçasıydınız. Bir bütün ittifaklar ve sizin dahil olduğunuz Emek ve Özgürlük İttifakı çokça eleştiri aldı. Şimdi yeni bir seçim geliyor ve kuşkusuz ittifaklar yeniden gündeme gelecek. EMEP olarak yerel seçimde kurulması muhtemel iş birlikleri ve ittifaklara bakışınız nedir?
Yerel seçime hangi yöntemle, nasıl gidilecek tartışmasından öte bir şey konuşmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Sohbetimizin başından beri hayatın her alanında biriken sorunlar yumağından ve biriken öfkeden, bir arayıştan bahsediyoruz. Bütün bunları yan yana koyunca toplumsal muhalefetin her veçhesiyle güç kazanacağı, sınıfsal çelişkilerin derinleşeceği, ezilen halk kesimleri açısından da büyük sorunlara gebe bir döneme girdiğimiz çok açık.
“Emek ve özgürlik ittifakı seçim öncesinden daha büyük ihtiyaç”
Şimdi herhangi bir seçim gündeminin ötesinde, var olma, yan yana gelme amacını yeniden hatırlayıp açık bir tartışma yürütülmesi ihtiyacı var. Ayrıca tek adam yönetimine son vermek bugün çok daha acil hale gelmiş durumda. Böyle bir tartışma yürütülmediği ve sonuçlar çıkarılmadığı sürece hiçbir seçim yöntemi tartışması, seçim birlikteliği tartışması anlamlı olmaz.
Biz Emek Partisi olarak şu anki koşullarda Emek ve Özgürlük İttifakı’nın genişleyerek, farklı toplumsal muhalefet güçlerini, emek ve demokrasi güçlerini de kapsayarak büyümesinin, etkili hale gelmesinin seçim sürecinin öncesinden daha büyük, daha hayati bir ihtiyaç haline geldiğini düşünüyoruz. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın şu an var olan bileşenlerini genişletmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bugün toplumsal muhalefeti birleştiren bir ittifak gücü olamazsak yarın geç olacak. Yerel seçim tartışması ancak böyle bir tartışmanın içerisinde anlam kazanabilir. Bizim parti olarak yerel seçimlere katılma biçimimizin ne olacağını ise önümüzdeki günlerde partimizin yetkili kurulları karar verecektir.