Kaldırım Müzik Topluluğu, 2009 yılında Ankara/Kızılay’da gerçekleşen TEKEL Eylemleri’nde kuruldu. İsimlerinin hikâyesini “Müziğimiz sokaktan doğduğu, ilk şarkılarını soğuk kaldırım taşları üzerinde yükselttiği için adımız Kaldırım olsun” diye özetleyen Hataylı müzik grubunun müziği, başta Çukurova halkı olmak üzere ülkenin pek çok kentine temas ediyor. 2015 yılında yayınladıkları “İz” albümünde Türkçe, Kürtçe, Arapça, Ermenice, Rumca, Zazaca şarkılardan oluşan 10 şarkı var.
6 Şubat depremiyle birlikte zorlu günler yaşayan grupla deprem sonrası süreci, “Ezgiler her dilde konuşur” diyerek ortaya koydukları çok dilli müziği ve 2023’te devrimci müzik gruplarının ortak albümü olarak yayınlanan “Kavga”yı konuştuk.
Önce depremin ardından Asi Nehri’nin kıyısında söyledikleri “Sürgün” ile başlayalım.
“Buralarda doğal olarak hiç kimse “nasılsın?” sorusuna böyle çok yürekten “iyiyim” diye cevap veremiyor.”
Depremi ve ardından Hatay halkının devlet tarafından yalnız bırakılmasını yaşadınız. Grup üyeleri de depremin yıkımından nasibini aldı, kimi evini kaybetti kimi çalgılarını… Müziğe ve devrime dair coşkuyu korumak pek kolay değil bu koşul içerisinde. Büyüdüğünüz sokaklar, binalar yok, kaybettiğiniz insanlar, alanlar… Sorarken boğazı düğümleniyor insanının ama bir yandan da ısrarla da konuşulması, unutulmaması gereken şeyler bunlar… Nasılsınız?
Daha önce yaşadığımız hiçbir şeye benzemeyen bu durumu tarif etmek o kadar zor ki… Şu an iki duyguyu bir arada yaşıyor tüm üyelerimiz: Antakya’da kalmak da zor Antakya’dan gitmek de! Deprem yaşamsal olarak bizi çok olumsuz yönde etkiledi. Bugün Antakya merkeze gittiğimizde o harabe durumu gördüğümüzde, örneğin etkinliklerimizi sıkça gerçekleştirdiğimiz Meclis Kültür’ü gördüğümüzde gözlerimiz doluyor. Sokakta müzik yaptığımız yerleri, Saray Caddesi’ni o halde görmek, anıların ve yaşanmışlıkların silinmesi bizi derinden üzüyor. Yani çocukluğumuzun geçtiği sokakları tanıyamıyoruz, oralarda kayboluyoruz. On binlerce insanımızı yitirdik ve her gün aynı duyguları, aynı şaşkınlığı, aynı öfkeyi hissetmeye devam ediyoruz. Referans noktalarımızı artık kaybettiğimiz, şehrin boş bir araziye döndüğü buralarda doğal olarak hiç kimse “nasılsın?” sorusuna böyle çok yürekten “iyiyim” diye cevap veremiyor. Ağzımızdan çıkmıyor, “iyiyim” çıkmıyor. Depremin üzerinden 1 yıl geçti burada değişen hiçbir şey yok.
Bunca olumsuzluğun içinde bizleri iyi eden ve umut veren tek şey, deprem sonrası başlayan ve bugün hâlâ devam eden sosyalistlerin ve halkın burada yaşamı yeniden var etme mücadelesi. Dayanışmamız ve birlikteliğimiz şu an bizi hâlâ burada tutan, kentimize sarılmamızı sağlayan şey.
Siz çalışmalarınızı sürdürebilmenin yolunu bulabildiniz mi?
Tabii ki deprem süreci grup çalışmalarını aksattı. Grup üyelerimiz öncelikle yaşam ihtiyaçları için verilen çabaların içinde oldular. Kimi başka şehre taşınmak zorunda kaldı. Burada kalanlar için de gitmek zorunda olanlar için de zor bir süreçti. Bu dağınıklık bizim bir araya geliş imkânlarımızı ve çalışmalarımızı da etkiledi. Dolayısıyla grup üyelerinin motivasyonu da bundan etkilendi.
Deprem öncesinde Hatay, kültür-sanat çalışmalarının ve etkinliklerinin yoğun olduğu bir yer idi. Şimdi bu durum yok oldu. Tabii deprem sonrasındaki süreçte de etkinlikler, festivaller oldu. Biz de hem halkın moralini yükseltmek ve umudunu diri tutmak için hem de devrimci sözümüzü söylemek için bu etkinliklerde elimizden geldiğince yer aldık.
Hataylı bir grupsunuz ama Hatay’ı aşan bir temas yüzeyiniz var. Hatay, Adana, Mersin civarındaki konserlerinizde coşkulu bir dinleyici toplulukla buluşuyorsunuz. Buralarda özellikle de Arap ve Kürt halkının sizi bağrına bastığını görüyoruz. Çukurova ülkemizin devrimci mücadelesine nice devrimcileri armağan etti. Sizin Çukurova topraklarıyla ve insanıyla aranızdaki güçlü ilişkiye dair ne söylersiniz?
Bu durumun müziğin kültürel boyutuyla ilgili olduğunu düşünüyoruz. Mersin ve Adana, birçok halkın, özellikle de Arap ve Kürt halkının birlikte yaşadığı şehirler. Bu yönüyle de dokuların birbirine benzediğini söyleyebiliriz. Yaptığımız müziğin birebir karşılığının olduğu coğrafyalar buralar. Çukurova deyince Yaşar Kemal gelir aklımıza. Çukurova’nın insanını, bitkisini, çiçeğini, taşını, toprağını, böceğini onun kadar yakından tanıyan yoktur. Ve romanlarında da çokça anlattığı gibi bu coğrafya dilleri, inançları, gelenekleri ve bütün renkleriyle “binbir çiçekli bir kültür bahçesi”dir. Ve Kaldırım’ın o çok kültürlü, çok dilli, rengarenk bir dünya hayalinin tohumları bu coğrafyanın her karışında yaşamaktadır. Bu topraklarla bağımızın gücü buradan geliyor olsa gerek.
“Halkların mücadelesi, sermayeye karşı yürütülecek sınıf mücadelesi ile birlikte yürütülmelidir”
Çok dilli müziği her halinizle sırtlayan bir grupsunuz. Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, Ermenice, Rumca gibi dillerde şarkılar söylüyorsunuz. Aynı zamanda devrimci söylem de buna eşlik ediyor. “Kimlik Kartı” şarkısına söz sahipliği yapan Bekir Kilerci şiiri buna iyi bir örnek:
“Bugün sorarsanız bana
Ne Laz, Ne Arap, Ne Tatar Ne Boşnak’ım
Elbette köklerime ulaştığım için çok mutlandım
ama ben öncelikle sınıfımın adamıyım.
Bir işçi çocuğu olarak doğdum,
bir işçi olarak yaşadım ve
sınıfımın savaşçısı olarak öleceğim.”
Bu dizelerin temelindeki mantık Kaldırım fikriyatında nasıl bir yer kaplıyor?
Anadolu’da TC’nin kuruluş sürecinde yaşanan halkların asimilasyonu, Türkleştirme süreci aynı zamanda halkların katliamı üzerinden (örneğin Ermenilerin, Rumların katledilmesi) onların sermayesine el konulması ve sermaye sınıfının da Türkleştirilmesi sürecidir. Buradan hareketle şunu diyebiliriz: Yaşadığımız topraklarda işçiyi, emekçiyi sömüren sermayenin oluşumunda, diğer halkların imhası ve inkârı vardır. Yani halklar mücadelesi ve sınıf mücadelesi zaten tarihsel olarak yan yanadır. Yakın tarihe baktığımızda da, Kürtler başta olmak üzere dili, kimliği, kültürü yok edilen, sömürülen, yok sayılan halkların aynı zamanda bu toprakların işçi ve emekçilerini oluşturduğunu görüyoruz.
Bugün Hatay’a dönüp baktığımızda, binlerce dönüm arazinin rezerv alanı ilan edildiği bir tablo var. Bu rezerv alanı ilan etme konusunun bir tarafı rant ve yağma ile ilgili, yani sermayenin kârını büyütme hedefini taşıyor, diğer tarafıysa rezerv alanı ilan edilen yerlerin tamamının Arap Alevilerin yaşadığı bölgeler olması. Bunun tesadüf olmadığını biliyoruz. Burada amacın, Arap Alevi kültürünün, kimliğinin yok edilmesi, demografik yapının değiştirilmesi, insanların mülksüzleştirilerek göçe zorlanması olduğunu biliyoruz. Yani tarihsel olarak ele aldığımızda da güncel olanı değerlendirdiğimizde de halkların mücadelesi, sermayeye karşı yürütülecek sınıf mücadelesi ve sosyalizm mücadelesi ile birlikte ele alınmalıdır, birlikte yürütülmelidir.
Kaldırım, İz albümünü 2015 yılında çıkardı. Çeşitli dillerden 10 şarkının yer aldığı bu albümden 2023’e kadar pek yeni üretim olmadığını görüyoruz. Biraz uzun bir sessizlik değil mi? Hele de hiç durmadan sürekli konserler yapan bir ekip olan Kaldırım için… Benzer bir boşluğu röportaj sorularını hazırlarken de fark ettik. Kaldırım Müzik Topluluğu ile yapılan röportaj sayısı yok denecek kadar az. Bunu nasıl yorumlamalıyız?
Bunun hem öznel hem de nesnel nedenleri var diyebiliriz. Grup üyelerinin tamamı başka işlerde çalışıyor, çoğumuz öğretmeniz ve yaptığımız işler zamanımızın büyük çoğunluğunu alıyor. Bu durum bir araya gelişleri zorlaştırıyor. Diğer taraftan, çalışma yürüttüğümüz coğrafya kültürel açıdan çok zengin bir mirasa sahip olsa da ve bu yaptığımız müziği beslese de, koşullar ve imkânlar açısından çok kısıtlı bir yer. Kayıt anlamında ya da yaptığımız şarkıların çalgılarını çalacak kişileri bulma konusunda da zorlandığımız bir yer.
Tabii bu imkân kısıtlılığı tespiti deprem öncesindeki duruma ilişkin. Şu an bahsi geçen kısıtlı imkânların dahi tamamen ortadan kalktığını söylemek mümkün. Uzun süredir grubun pratik yönü biraz daha ağır basıyor ama tabii aslında üretim-performans ilişkisinde birini seçmek zorunda değiliz. Grupta aslında ikisi de eş zamanlı yürümeli ama biz belki bir tarafını daha sağlam yapıp diğer tarafını eksik bırakmış olduk. Son süreçlerdeki kayıtlarla biraz toparlamaya çalıştık ama henüz istediğimiz yerde değiliz.
Diğer taraftan toplumun devrimci müziğe olan ilgisinin azalması, devrimci müzisyenlerin bunu aşacak bir çıkış yaratamaması, ana akım medyanın, yazarların devrimci müzisyenlere eskisi gibi yer vermemesi, alan açmaya çalışmaması da grubumuzun ve birçok grubun görünürlüğünü azalttı.
Kaldırım mücadele alanlarında ismi sıkça duyulan bir grup olmayı ve bireyciliğin hâkim olduğu bir zamanda kolektif bir yapı olarak, devrimci bir müzik grubu olarak çalışmalarını devam ettirdi. Sizce nedir Kaldırım’ı devrimci bir grup olarak ifade etmemizi sağlayan?
Kaldırım Müzik Topluluğu olarak, kurulduğumuz günden bu yana Hatay’da ve Hatay dışında yürütülen bütün mücadele alanlarında müziğiyle orada olmaya, mücadeleye ses olmaya çalıştık. Bunu yaparken, Anadolu’da yıllardır birlikte yaşayan ama devletin-sermayenin çıkarları uğruna birbirine düşman edilen ve kırdırılan bütün halkların ortak mücadelesini; her halkın kendi diliyle, kültürüyle, kimliğiyle yaşama özgürlüğünü bulunduğu her yerde savunduk. “Tek dil, tek din, tek kimlik” dayatmasına karşı bulunduğu her yerde “Yaşasın Halkların Kardeşliği” şiarını yükseltmeye çalıştık. Bu şiarı dile getirirken şunu da biliyoruz ki, halkların özgürlüğü, işçilerin, emekçilerin, kadınların, LGBTİ+’ların, çocukların, toplumun bütün kesimlerinin mücadelesi ve bunların aynı kanaldan, aynı yoldan yürümesine bağlıdır.
“Bu sokaklarda yeniden Feyruz dinleyeceğiz”
“İz” albümündeki “Yemmi” şarkısı, hikâyesi ve ezgisiyle çok etkileyici bir Lübnan şarkısı. Şarkıda şöyle bir dize geçiyor (Türkçe meali paylaşılmış): “Dediler ki davamız için ölmek bize üzüntü vermez, davamızın sürmesidir aslolan” Ortadoğu’daki devrimci mücadele ve müziğin sizin müziğinize etkisine dair ne söylersiniz? Ortadoğu’daki toplumsal mücadeleler ile özdeşleşen Feyruz, Marsel Halife gibi müzik insanlarını Kaldırım’ın müziğinin seyrinde nasıl konumlandırıyorsunuz?
6 Şubat Depremi sonrası yıkılmış evlerin duvarlarında şöyle bir yazı vardı: “Bu sokaklarda yeniden Feyruz dinleyeceğiz”. İlk bakışta sadece bir duvar yazısı gibi gözükse de, bu ifadenin altında derin bir anlam var. Zira Feyruz’un ve yaşadığımız toprakların hikâyeleri birbirinden izler taşıyor.
Feyruz Batı müziğinin modern biçimlerini, geleneksel Arap ezgileri ile harmanlamış bir müzisyendir. Şarkıları sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın farklı coğrafyalarında da dinlenmekle birlikte Feyruz‘un esas etkisi Lübnan’ın ilerici, devrimci kuşağına ilham olmasıdır. Onun şarkıları, ülkesi Lübnan kadar Ortadoğu coğrafyasının da birleştirici unsurlarından biridir. Din, dil, ülke, mezhep fark etmeksizin Ortadoğu’da herkesin sevdiği bir isimdir. Feyruz‘un etkisi öyle güçlüdürr ki, bir süreliğine savaşları bile durdurabilir. 1975’te başlayan Lübnan İç Savaşı süresince yönetim her kimin eline geçerse geçsin, radyolarda barışın, umudun ve halkların kardeşliğinin simgesi olan Feyruz’un şarkıları çalıyordu.
15 yıl süren savaş esnasında birçok sanatçı ülkesini terk etse de, Feyruz Beyrut’ta yaşamaya devam etmiştir. Onun anlattığı hikâyeler, şehrin sokaklarına sinmiştir. 1986’da kaybettiği eşi Assi Rahbani’ye düzenlenen cenaze töreni için üç günlük bir ateşkes ilan edilmiştir ülkesinde. Feyruz iç savaş boyunca ne bir konser vermiş, ne de bir şarkı yapmıştır. Ta ki iç savaştan dört yıl sonrasına kadar… 1994’te Beyrut’ta gerçekleşen ve 50 bin kişinin izlediği konserle tekrar müziğe dönmüştür. Konser boyunca ne konuşmuş, ne de gülümsemiştir. Aynı zamanda Feyruz şarkılarında çokça kullandığı Arapça “habibi” (Türkçesi “sevgili”) kelimesini pek çok kere, yaşanan iç savaşta arkasında büyük yıkım ve keder bırakan Lübnan ve Ortadoğu için kullanmıştır.
Antakya da Feyruz’un şarkılarını andıran, onun hikâyesiyle benzerliklere sahip bir şehir aslında. Tarihte sürgünlere tanıklık etmiş; yakın zamanda Ortadoğu’da, Suriye’de devam eden savaşa tanıklık etmiş, onun sonuçlarından oldukça etkilenmiş, şu anda da depremin sonuçlarını en ağır şekilde yaşamaya devam eden ama buna rağmen halkların bir arada yaşayabildiği, en zor koşullarda bile dayanışmayı başarabilen, umudu, mücadeleyi büyüten bir şehir.
Antakya’nın müzik kültürüne ve Kaldırım’ın müziğine etki anlamında Ortadoğu’da politik bir figür olan Marsel Halife’den de bahsetmek gerekir elbette. Lübnan’da yaşanan savaşı, İsrail’in Filistin’e uyguladığı zulmü yaşamı boyunca dert edinmiş ve bunu şarkılarında anlatmıştır. Marsel Halife’den bahsederken, Filistin’in önemli şairlerinden biri olan “Direnişin Şairi” Mahmut Derviş’ten de bahsetmek gerekir. Marsel Halife Mahmut Derviş’in şiirlerini kendi özgün tınılarıyla harmanlamıştır. Bu iki insan bir araya gelince “Pasaport” gibi güçlü şarkılar ortaya çıkmıştır: “Dünyadaki tüm insanların kalpleri benim milletimdir. O yüzden kurtarın beni bu pasaporttan”. İktidar için tehlikeli bir isimdir Marsel Halife, bu yüzden de birçok şarkısı yasaklanmıştır. İktidar tarafından sevilmemesi, onun için her zaman gurur kaynağı olmuştur.
Burada Vadih El Safi, Ümmü Gülsüm ve Sabah Fahri gibi isimleri de unutmamak gerekir. Bütün bu isimlerin yaşadığımız ve müzik yaptığımız topraklarda, Antakya’nın müzik kültürüne ve özelde de Kaldırım’ın yaptığı müziğe etkileri büyüktür.
“Her grubun verdiği bir kavga var, bu çalışma bu kavgaları birleştirmiş oldu”
15 devrimci müzik grubunun ortak yayınladığı “Kavga” albümüne siz de “El Hayat” şarkınızla dahil oldunuz. 15 devrimci grubun aynı yolda ve üretken bir zeminde bir araya gelebilmesi günümüzün siyasal atmosferi açısından şaşırtıcı ve oldukça heyecan verici. Siz bu albümü ve devrimci müzik gruplarının birlikteliğini nasıl yorumluyorsunuz?
Bu albüm bizim için çok kıymetli oldu, ekip olarak bu vesileyle tekrar toplanmış olduk. Depremin etkilerinden sonra hepimizin yeniden bir arada olmasını sağladı. Sanatsal olarak bir bağırma ihtiyacı hissettik ve ayrıca inandığımız değerleri büyütmeyi hedefleyen bir çalışma olması itibariyle de içinde yer almak bizim için bir mutluluk oldu.
Çünkü sonuç itibariyle yaşadığımız olaylar bir kavga niteliğindeydi. Ülkemizin en büyük sorunlarından biri: bir araya gelememek, ortaklaşamamak. Bu hepimizi zayıflatıyor. Bu ortak albümde herkesin kendi bildiği şekilde “kavga”dan bahsetmesi çok değerli. Her grubun verdiği bir kavga var ve bu çalışma, bu kavgaları birleştirmiş oldu.
Kalbi Kaldırım Müzik Topluluğu ile birlikte atanlar olarak önümüzdeki zamanlar için planlarınızı ve hayallerinizi paylaşmanızdan mutluluk duyarız. Nedir planlarınız, hayalleriniz?
Depremin yıldönümü olan 6 Şubat yaklaşıyor. Depremin birinci yılına giderken, Hatay halkı halâ en temel ihtiyaçlarının (barınma, eğitim, sağlık, güvenlik) dahi karşılanmadığı bir ortamda yaşamak zorunda bırakılıyor. Konteynırlarda çocuklar yanarak can veriyor. Bu durumu kabul etmeyenler olarak bizler de 6 Şubat’ta Kaldırım Müzik Topluluğu olarak, düzenlenecek halk yürüyüşlerinde olacağız. Ve “Kavga” albümünü birlikte yaptığımız müzisyen yoldaşlarımızla birlikte isyanımızı ve taleplerimizi ezgilerimizle haykıracağız.
Toplumsal sorunlarımızın çözümünde, halkların yan yana, omuz omuza vereceği ortak mücadeleyi yaşamın her alanında örgütlemenin önemini ve zorunluluğunu ifade etmeye devam edeceğiz. 6 Şubat’ta da sonraki süreçlerde de bunu dile getirmeye ve sesimizin ulaştığı her yere taşımayı sürdüreceğiz.
Mevcut durum içerisinde üretim yapmamız güç ama buna rağmen bir araya gelmeyi bırakmayacağız. Devrimci müzik gruplarının 2. ortak albümüne hazırlık yapacağız ve o albüm için yeni bir şarkı yapacağız.
Röportaj: Helezonik Kreşendo