9 C
İstanbul
28 Kasım Perşembe, 2024
spot_img

Kadınlar “savaş ganimeti” mi? – Sibel Özbudun

“Özgürlük hiçbir zaman verili değildir,
her zaman tehdit altındadır.
Mutlak belirlilik, her defasında da,
özgürlük yoksunluğudur.”
[1]
Tesadüf olamaz… Önce muhalif kadın gazetecileri, CHP’li kadın siyasetçileri vb. aralarında “paylaştılar”! İslâmî savaş kurallarına göre öyledir ya: Düşmanın kadınları “savaş ganimeti” sayılır ve evli olanlar dâhil, Müslüman savaşçıya helâldir!
Değil mi ki Kur’an’ın Nisa suresinin 24. ayeti evli kadınlarla evlenmeyi yasaklarken cariyeleri bundan muaf tutmakta… Hele ki bu ayetin Huneyn seferinden galip çıkan Muhammed Peygamber yandaşlarının esir düşen evli kadınları ne yapacaklarını tartışırken nüzul olduğu düşünülünce…[2]
Referansları “Kara Kaplı” olunca, kim tutar ki onları! Ne de olsa, kendi anlam dünyalarında, kendi “hakikât rejim”lerinde, kendi sanrılı “gerçeklik” algılarında bir “gaza”dan, müşriklere, münafıklara, giderek “kâfirlere” karşı yürüttükleri bir gazadan galip çıkmışlar; “laikler”in bütün kalelerini bir bir düşürmüşler; sancaklarını diyar-ı küffarın bağrına dikmişler ve ülkeyi (yeniden) İslâmlaştırma savaşımında büyük merhaleler kat etmişlerdi.
Bunları yaparken dünyalıklarını da fena sayılmayacak miktarlarda doğrultmuşlardı üstelik; ülkenin politik, ekonomik, toplumsal kültürel yaşamında, bütün kritik kurumlarında, ana akım medyada, sosyal medyada onlar vardı. On beş yıl önce Anadolu’nun ücra bir kasabasında züccaciyecilik yapan biri, bugün ‘Forbes’un en zenginler sıralamasında yer alıyor!
Bir diğeri odacılıktan daire müdürlüğüne baş döndürücü bir hızla yükseliyor, bir başkası hiç ilgisi olmadığı alanlarda üç-dört müsteşarlık maaşını cebe indiriyor!
Öteki de lisansüstü öğrenimini iki-üç yılda tamamlamayıp doğrudan üniversitede öğretim kadrosuna atanıyordu!
TV ekranlarından silahlı olduklarını göğüslerini gere gere pervasızca teşhir edecek, sosyal medyadan ellerinde tam otomatikli fotoğraflarını paylaşacak kıvama gelmişlerdi…
Yine de kendilerinden tam emin oldukları söylenemez. En küçük bir kıpırtıda, en duyulmaz bir fısıltıda bütün sinirleri ayağa kalkıyor, teyakkuza geçiyorlar. “Karşı” tarafın söz söylemesine tahammülleri yok, paranoyak iç dünyalarında bir basın açıklamasını “darbe” girişimine, ekonominin kötü gittiğine dair bir eleştiri “bizi yıkmak isteyen dış güçler”e, en tenha protesto gösterisini “Soros’çu komplo”ya mal etmekte üstlerine yok. Ya da iktidarlarını ancak bir “korku krallığı” yaratarak sürdürebileceklerinin bilincindeler. “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten içeri atılma yaşı 14-15’lere düştü.
Nedeni ne olursa olsun, hedeflerinde öncelikle kadınlar var. En az Haziran 2013’ten bu yana… Ama örnekler için o tarihlere dek gitmeye gerek yok: Aktroller’in loş dünyalarında küçük bir gezinti, yetiyor!
Dediğim gibi, muhalif kadın siyasetçi ve gazetecileri aralarında paylaşanlar mı istersiniz?!
Dilek Demirtaş için yakası açılmadık tweet’ler atanlar mı?!
Pınar Aydınlar’ı (ve çocuklarını) sosyal medyadan tehdit eden çakma “özel harekâtçılar” mı?!
Gülfer Akkaya’ya musallat olanlar mı?!
Ya da hırsız gibi Eren Keskin’in evine girip tehdit mesajı bırakanlar mı?!
Kadınların dik duruşundan, bağımsız irade ve kişilikleriyle davranmasından, mücadele etmesinden hiç mi hiç haz etmiyorlar. En “light”ından en “radikal”ine: polis panzerinin üzerine çıkan kadın eylemciden “Kız mıdır, kadın mıdır” diye söz edeninden, “kadının fıtratında kölelik var,” diyenine…
Bir IŞİD’li için en büyük kâbusun bir kadın direnişçinin elinden ölmek olduğu; böyle bir durumda “şehit” sayılmayıp, “cennete gidemeyeceği”ni düşündüğü[3] göz önünde bulundurulduğunda; kendi yaşamı konusunda kendi başına karar verebilen, itiraz eden, başkaldıran kadınların siyasal İslâmcı zihniyette nasıl bir “kara delik” oluşturduğunu kavramak kolaylaşır.
İşin ilginç (ama tiksindirici bir ilginçlik bu) yanı, itiraz eden, başkaldıran, dik duruşlu bir kadın gördüklerinde akıllarına ilk gelen “silah”ın, cinsel organları olması…
Erkek muhaliflere yaptıkları gibi “asarız, keseriz, hapse atarız, süründürürüz vb.”ne müracaat etmiyorlar, örneğin…
İktidarlarına karşı sesini yükselten kadınlar karşısında tek meydan okumaları, onları tacizle, tecavüzle tehdit etmek…
Karşısındakini “denk” saymayan, aşağılayıcı, küçümseyici, şişkin eril ego’dan kaynaklanan bir tehdit…
Ama derinliklerine gittiğinizde bir korkuyu,  bir fobiyi de açığa vurmuyor değil. Neval Saadavi’nin, Fatima Mernissi’nin (Fatna Ait Sabah) yapıtlarında[4] çarpıcı bir biçimde analiz ettikleri fobi: Kadın cinselliğinden, ona yenik ya da küçük düşmekten, kendi yetersizliklerinden duyulan ölesiye korku; şişirilmiş “eril imge”nin hakkını verememek kaygısı…
Bu “kompleks”in adını koymayı psikanalistlere bırakıp devam edelim: Siyasal İslâm’ın duygusal karmaşasındaki bu korku ve kaygılar gündelik, kamusal yaşamımıza damgasını vurur hâle geldikçe, yaşam bizler için daha çekilmezleşiyor.
Kadınları mecbur kalmadıkça çalışmamaları gereken, çalıştıklarında da ancak ucuz emek deposu olarak gören, ama esas işlevleri çocuk doğurmak, onları yetiştirmek, kocaya hizmet olan dört duvar arası varlıkları olarak kodlayan ezber, bağımsız kişiliğini ve itiraz hakkını korumada ısrarcı kadınlarla karşılaştığında bozuluyor. Bozuldukça da bildiği tek savaş kalıbına sığınıyor: “cihad”.
“Biz”in “ötekiler”e karşı topyekûn savaşının kurallarını belirleyen yegâne “arketip”. Tasarruflarına ilişkin her türlü eleştiriyi bu “arketip”in kalıplarına itmelerinin nedeni bu: 8 Mart’taki gece yürüyüşünde ıslıklı protesto gerçekleştiren kadınları “ezanı ıslıkladılar” diye “şeytanlaştırmaları”, örneğin…
İçinde olduğumuz mücadele eğer “biz” Müslümanların “müşrikler”e karşı savaşıysa ve nihai hedefimiz bu ülkede yeniden İslâm’ın hükümranlığını sağlamak ise, o zaman her kazanımımızı bir mevzi, her “yendiğimiz”i savaş esiri olarak görebiliriz, “Kara Kaplı”ya göre. Dikkat, “yurttaş” değil, “savaş esiri”.
Nihayetinde “yurttaş”ın Anayasa vb. ile güvence altına alınmış “haklar”ı vardır, değil mi? Oysa “savaş esiri”ni dilediğinizce hapse atabilir, yargı önüne çıkarmadan yıllarca içeride tutabilir, itiraz etmeye, örneğin “protesto gösterisi” yapmaya kalktığında yerlerde sürükleyebilir, kolunu-kafasını kırabilir, hatta kaybedebilirsiniz…
Ve kadınları… Onlar her türlü hizmetinize amade cariyelerdir. IŞİD’in köle pazarındaymış gibi aralarından bazılarını kendinize ayırabilir, içlerinden serkeş olanları en azından kuytu fantezilerinizde tecavüzle cezalandırabilir, fütursuzca mahremiyetlerine dalarak tehdit mesajları bırakabilirsiniz…
Böylelikle, çizgi-dışına çıkmaya cüret eden bütün kadınlara gözdağı verirken, bilinçleri “eh, dayak yediyse hak etmiştir; tacize, tecavüze uğradıysa kuyruk sallamıştır; güvenlik güçleri tarafından sokaklarda sürüklendiyse dizini kırıp evinde otursaydı” vasatındaki sıradan yığınların  “sağduyusu”nu İslâmî referans çerçevesine oturtabilirsiniz.
“Muhafazakârlık” bir dünya trendi; köktendinci fantezilerden beslenen bir taassup iklimi, tüm coğrafyaları teslim alma uğraşında. Kapitalizm, batmakta olan gemisini kurtarabilmek adına, “siyasal doğruluk”u, “elitizm”i, “feminizm”i, “çokkültürcülük”ü, “hoşgörü”yü, velhasıl neoliberal yağmacılığını süslemek için kullandığı bütün safraları denize atmaya hazır olduğunu belli etti…
Bu yeni yönelişin hedefine oturtulan kadınlar, ister istemez, bir “varlık-yokluk mücadelesi” hâline gelen bir karşı-duruşun ön saflarına doğru çekiliyorlar. Bugün kapitalizme olduğu kadar, topyekûn gericiliğe karşı da yürütülen mücadelelere damgalarını vuruyorlar.
Telâşları, korkuları bundandır… o
20 Haziran 2020, İstanbul.
Kaynak: Özgür bir dünya için Kaldıraç / Temmuz 2020/ Sayı: 228
https://kaldirac.org/kadinlar-savas-ganimeti-mi/

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol