-
Bugün İstanbul Sözleşmesi’nin feshi iddiaları, devletin failleri koruması, yargının işlevsizliği konularıyla kadınlar kapsamları bir saldırıyla karşı karşıya fakat bir yandan da tüm bunlara karşı sokaklara çıkıp hakları ve hayatları için mücadele ediyorlar. Bu tablo içinde siz yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz ve sizce bugün kadınların ruh hali nedir?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP):
Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesine hukuksuzca karar verildi. Her gün haklarımıza saldırılarla karşılaşıyoruz. Ancak kadınlar tüm bunların karşısında mücadeleden bir adım geri durmuyorlar. Birbirlerinden aldıkları güçle, örgütlü mücadelemizle İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 sayılı koruma kanunu kazandık. Uygulatmak için mücadele ettik. Şimdi de bu hukuksuz kararın geri alınması için mücadele ediyoruz. Karar verildiği gecenin ertesinde ‘Kararı geri çek, Sözleşmeyi uygula’ diyerek Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri olarak ülkenin dört bir yanında meydanlarda olduk. Antep’ten, Tokat’a, İstanbul’da Taksim’den Ankara’da Sakarya caddesine ülkenin dört bir yanında bu slogan yankılandı. Toplum her bir hukuksuz adıma karşı topyekun bir karşı duruş sergiliyor. Anayasasına, Sözleşmesine sahip çıkıyor. Şimdi de birçok kadın ve LGBTİQ+ örgütünün birlikte düzenlediği İstanbul Sözleşmesinden Vazgeçmiyoruz mitinginde Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri olarak ‘Anayasayı, yasayı, sözleşmeyi uygula’ diyerek kortejimizde buluşacağız.
Tevgera Jinên Azad (TJA):
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile artan yoksulluk, adaletsizlik, yaşanan kadın kırımı birbirinden ayrı okunacak durumlar değil. Hatta bu durumun sadece Türkiye ile sınırlı olmadığı bir gerçek. Dünyanın dört bir tarafında artan sağcılığın, milliyetçi, cinsiyetçi, militarist erkek aklın yayılışı gözlemlenmektedir. Sıkışan ve kendi içinde çözümsüzlük krizini yaşayan kapitalizmin kendisine alternatif ve tabi ki düşman gördüğü güçlere pervasızca saldırısını görüyoruz. Kadınlar, yaşamın tüm toplumsal değerlerinin ilk kurucusu olan kadınlar, bu kaotik krize karşı en büyük muhalefet gücüdür. Öyle ki hayatları, bedenleri, özgürlükleri, doğaları ve kültürleri için tüm baskılara rağmen sokakları, alanları terk etmeyerek sözlerini taleplerini yükseltmeye devam ettiler. Polonya’dan Rojava’ya, Şili’den Türkiye’ye dört bir yanda kadınlar direniş renklerine büründüler. Kazanımların savunuculuğunu yapan cesaretleri selamladılar. Kadınların ruh hali tam da böyledir. Kazanımlarından vazgeçmeyerek hatta büyüterek ilerleyecektir. Örgütlenen bu erkek iktidarının evlerden işyerlerine, üniversite kampüslerine tüm yaşam alanlarına sızdırıldığını her gün biliyor ve yaşıyor. Üstelik devletin cezasızlık politikalarından, kadın düşmanı politikalarından faillerin cesaret aldığını biliyoruz. İktidar faillere ortak olmaktan vazgeçmeli, kadın kazanımlarını hedef almaktan vazgeçmeli çünkü kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyecek!
Ekmek ve Gül:
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılar, sözleşmenin imzaya açıldığı ilk günden itibaren çeşitli cemaat tarikat çevreleri tarafından dillendiriliyordu. En başta, kısık sesle, çekingen bir dille yapılan bu saldırılar, AKP hükümetinin seneler içinde yürüttüğü halk düşmanı politikalar sonucunda halk nezdinde desteğini kaybetmesi ve bu türden çevrelerle göbek bağından akacak kana daha çok ihtiyaç duyar hale gelmesi nedeniyle giderek daha açıktan dile getirilir oldu. Ve hatta pazarlık konusu haline getirildi. Zaten AKP nezdinde de bu sözleşme, ardından çıkarılan 6284 sayılı Şiddetin Önlenmesi Yasası ve bir dizi yasal düzenlemenin çok istenerek, tümüyle rıza gösterilerek onay verilen haklar olduğunu da hiç düşünmüyorum. AKP iktidarı bu değişiklikleri, o dönem AB üyeliği süreci ve uluslararası alandaki yönelimleri nedeniyle yapmak durumunda kaldı. Bunda, kadın hareketinin mücadelesinin de büyük bir etkisi vardı. Dolayısıyla, halkın büyük çoğunluğunun ekonomik darboğazda kendi haline bırakıldığı, dış politikada iyiden iyiye yalnızlaştıkça, yürüttüğü yayılmacı savaş politikalarıyla yanlış üstüne yanlış yapmasının üstünü iç politikada gerginliği tırmandırarak örtmeye çalıştığı, 2015’ten bu yana tek adam rejimi için olağanüstü adımları hızlandırdığı, pandemiyle birlikte de yürüttüğü yanlış politikalarla halk desteğini iyiden iyiye kaybettiği süreçte, bekasını korumak adına pazarlık içine girdiği çevrelerin “hassas” noktalarına daha çok yanıt verir, bu gerici çevrelerin isteklerini devlet söylemi haline getirir oldu.
İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğini şiddetin esas nedenlerinden biri olarak ortaya koymasıyla, şiddeti önlemek için öncelikle her alanda eşitliğin garanti altına alınmasını söylemekle, devlete bunun için kapsamlı yükümlülükler getirmesiyle önemli bir belge. Bu çevreler ve iktidar tam da buna saldırıyor. Eşitlik hakkına… Bu, kapsamlı saldırıların özünü oluşturuyor. Eşitlik hakkının ortadan kaldırıldığı bir düzende çocuk istismarının da, LGBTİ’lere yönelik yaşam hakkı ihlallerinin de, nafaka hakkının gaspından zina tartışmalarına kadar pek çok temel meselede korkunç düzenlemelerin yeniden piyasaya sürülmesinin de kolaylaştığı aşikâr. Kadınlar ve LGBTİ’ler bunun elbette farkında.
Toplumun da, korkunç derecede artan ve vahşileşen şiddet karşısında iktidarın yapmadıklarıyla ve hatta failleri teşvik edişiyle bu suçun ortağı olduğuna ilişkin genel bir değerlendirmesi var. AKP’ye oy veren kesimlerde de adaletsiz yargı kararlarının, çocuk istismarcılarının önünün açılmasının, evlilik yaşının düşürülmesine yönelik iktidar girişimlerinin yarattığı büyük bir öfke ve eleştiri var. Tam da bu nedenle, sözleşmeye yönelik asılsız ithamlar, karalama kampanyaları, “kendi sözleşmemizi yaparız, örfümüze âdetimize uygun olur” söylemleriyle toplumsal algı değiştirilmeye çalışıldı. En geri değerlere seslenerek, farklı kesimlerin yaşam haklarına yönelik henüz toplumsallaşamamış fikirlere oynadı iktidar. LGBTİ düşmanlığını, kadın düşmanlığını körükledi. Buna rağmen, kadın hareketinin gerçekleri anlatmak ve savunmak konusundaki müthiş ısrarı, ortak hareket etme koşullarını sonuna kadar zorlamaları, tartışmayı en geniş kesimlere ulaştırma konusunda kadın hareketi içindeki çeşitli öznelerin çabası ve mücadelesi, İstanbul Sözleşmesi’nin ortadan kaldırılmasıyla başka çok temel haklara yönelik saldırıları da artıracağı bilgisini olabildiğince yaygınlaştırdı. Olabildiğince diyorum; çünkü pandemi koşulları ve bu koşullar bahane edilerek yapılan yasaklamalar, kısıtlamalar en geniş tartışma ve buluşma olanaklarını da zorlaştırdı. Buna rağmen, özellikle 20 Mart’ta tümüyle hukuksuz ve antidemokratik biçimde alınan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının ardından illerde irili ufaklı eylemler, etkinlikler, çalışmalar hiç durmaksızın devam etti.
Mor Dayanışma:
İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararı, içinden geçtiğimiz politik atmosferde baraja en çok çarpan konulardan biri olarak önümüzde duruyor. Türkiye’de uzun soluklu ve çok güçlü bir mücadele hattı olan kadınların ve LGBTİ+’ların barajına.
İktidar bloğunun faşizmin kurumsallaşması yönünde attığı adımların yanı sıra; zaten hâlihazırda patriyarkal, homofobik, heteroseksist, göçmen düşmanı olan hükümet gaza basmakta ve el yükselterek Türk-İslam sentezli yeni rejimin inşasında hukuksuzca ilerlemeye çalışmakta. 15 Temmuz’da ortaya çıkan devlet krizine ek olarak ekonomik kriz ve pandemi krizi de devletleşen iktidar bloğunu, elindeki her koşula rağmen, köşeye sıkıştırmış durumda. Son süreçte mafya-devlet-çete ifşalarıyla da ayyuka çıkan patriyarkal kapitalist çıkar ilişkileri içerisinde kaybedilen kadınları, hasıraltı edilen taciz, tecavüz vakalarını bir kere daha görmüş olduk.
Fakat her gün en az iki kadının erkekler tarafından katledildiği, LGBTİ+’lara yönelik saldırıların arttığı, çocuk istismarı af yasa tasarısının 2016’dan bu yana tekrar tekrar ısıtılıp meclise getirildiği bu ülkede hayatları ve hakları için mücadele eden milyonlarca kadın ve LGBTİ+’lar için “tak etti artık” eşiğinde olduğumuzu düşünüyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin etkili ve eksiksiz bir şekilde uygulanmaması sonucunda artan erkek şiddeti, kadın ve LGBTİ+ cinayetleri, çocuk istismarı ve hak gaspları hükümetin erkek egemen politikaları ile tırmanırken; kadınlarda ve LGBTİ+’larda biriken öfkenin umut ve mücadele dolu olduğunu da görmek lazım. Çünkü tırnaklarımızla kazıyarak kazandığımız haklarımızdan da” başka bir hayat mümkün” diyerek verdiğimiz mücadelemizden de vazgeçmeye niyetimiz yok.
HDP Kadın Meclisi:
Evet, öncelikle siyasal iktidar ve ortaklarının sıkışıklığını, devletin içeride düşman seçme politikalarından biri olarak kadın/feminist hareketi seçtiğini görüyoruz. Mevcut iktidarın herhangi bir kadın politikası olmadığı gibi kadınları kendi içinde ayrıştırmaya yönelik politikalar izlediğini görmekteyiz. Bir topluluğun içerisinde zayıf halka olarak seçtiğini -lgbt+’lar, fakirler, feministler, Ermeniler, Kürtler…- teşhir edip hedef haline getiriyor, yaşam tarzlarını, inançlarını ve dillerini ön plana çıkarıp değerler -sünni türklük değerleri- üzerinden linç politikasını örgütlüyor, kadın/feminist hareketin mücadele ederek kazandığı İstanbul Sözleşmesi’ni bir seçim stratejisi olarak görüyor. Kendi yarattıkları örgütlü kötülüğü konsolide etme çabasındalar. Elbette bu örgütlü kötülük hali kadınlarda güvensizlik yaratmış durumda. Sokakta, evde, iş yerinde… yaşamın tüm alanlarında.
Kırkyama Kadın Dayanışması:
Çoklu krizler içinde debelenen bir toplumun içindeyiz. Sağlık boyutunda yaşadığımız krizden tutalım da, ekonomik kriz, siyasal kriz kadınların hayatını doğrudan etkilemiş durumda. Erkek egemenliğinin salgın döneminde nasıl kadınlara karşı güç kazandığını hepimiz deneyimliyoruz. Bakım emeğimizin artmasında, çalışma yaşamındaki eşitsizliğin derinleşmesinde, daha da yoksullaşmamızda, ev içinde artan erkek şiddetinde…
Bu krizli ortamı derinleştiren siyasal iktidar ise kendi tahtı sallandıkça giderek otoriterliğini artırıyor. İnşa etmek istediği düzene geçişi, baskılarla yasaklamalarla gerçekleştirmekten başka yolu kalmamış durumda. Baskılarını giderek arttırıyor ama kendi krizi, sancıları içinde debeleniyor. Düzeninin çürümesinin bütün yükünü ve acılarını da ezilenlere çektirmek istiyor. En başta kadınlara…
İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararı alınmasının en büyük nedeni ise iktidarın kendisine karşı en direnişçi kesim olan kadınları pasifleştirmek, aynı zamanda erkekleri güçlendirmek. Mafya düzeni üzerinde yükselen, keyfi, baskıcı, talancı, kendinden başka herkese yasak uygulayan kadın düşmanı bir iktidarın aldığı bu kararı biz kadınlar tanımıyoruz ve kazandığımız haklarımızdan vazgeçmiyoruz.
Kadınlar olarak haklarımıza yapılan bu saldırıya karşı olan öfkemizin içimize dökülmesi yerine sokağa taşması gerektiğini biliyoruz. Gerçekten en dinamik, en kararlı ve direnişçi güç olma potansiyelini taşıyoruz.
Kadın Dayanışması:
İstanbul Sözleşmesi kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik her türlü şiddeti önlemeye ve ortadan kaldırmaya yönelik toplumsal inşayı öngören bir sözleşme ve kadınların tüm dünyada on yıllara dayanan mücadelesinin çok önemli bir kazanımı. Neoliberal ve muhafazakâr politikalar üzerinde, baskı, yalan ve inkar yöntemleriyle yükselen Tek Adam rejimi ise başından beri kendini toplumsal cinsiyet eşitliğinin, kadınların ve LGBTİ+’ların karşısında konumlandırdı. Her fırsatta kadınların kürtaj vb. kazanılmış haklarına yönelik gerici hamlelerde bulundu, kadın ve trans cinayetlerini ve erkek şiddetini cezasızlık politikaları ile teşvik etti. İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülükleri zaten yerine getirilmiyordu ve kadınlar olarak erkek şiddetine ve cezasızlık politikalarına karşı öncelikli talebimiz İstanbul Sözleşmesi’nin etkin şekilde uygulanmasıydı. Ancak bırakın etkin uygulamayı; iktidar, sözleşmeyi gece yarısı Cumhurbaşkanı Kararı ile tek taraflı olarak “fesholmuş” ilan etti.
Bu süreci elbette genel politik atmosferden bağımsız düşünmek imkânsız. Fesih kararının arkasında gitgide güçsüzleşen, ittifaklarını yitiren ve toplumsal muhalefetçe sıkıştırılan, yönetmekte zorlanan bir Tek Adam rejiminin, dinci ve milliyetçi güç odaklarıyla ittifakını sağlamlaştırma kaygısı olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla zamanlamayı iktidarın kendi rejiminin sınırları çerçevesinde artık engelleyemediği ekonomik yıkım, giderek kaybedilen toplum karşısında en gerici ve baskıcı unsurlara dayanarak iktidarının ömrünü uzatma çabası çerçevesinde okuyabiliriz. Öte yandan, bu hamle kadın eşitlik ve özgürlük mücadelesinin iktidar açısından hem politik hem ekonomik olarak ne denli maliyetli görüldüğünü de açığa çıkarıyor! Her fırsatta kadının karşısına aileyi koyan Tek Adam rejimi için ekonomik kriz koşullarında kadınlara ev içi emek köleliğini, ömür boyu bakıcılığı, şiddeti ve baskıyı reva gören bugünkü aile düzenini korumak her zamankinden daha gerekli! Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşme için sokakları terk etmeyen kadın hareketinin iktidara neden bu kadar rahatsızlık verdiğini bu koşullarla anlayabiliriz.
Kadınlar için doğrudan hayatlarımızı ve haklarımızı hedef alan bu saldırı elbette kabul edilebilir değil. Bu nedenle de 20 Mart günü itibariyle sokaklarda bu kararın yok hükmünde olduğunu, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğimizi dile getiriyor ve birbirimizden güç alarak mücadeleyi sürdürüyoruz. Çünkü biliyoruz ki, kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaların devamı gelecek; bunlar erkek-egemen kapitalist iktidarların varoluş biçimleri ve bunun karşısında ancak birlikte ve mücadeleyle durabiliriz.
-
Devletin ve erkeklerin kapsamlı saldırıları karşısında kadınlar bir arada olmaktan, yan yana mücadele etmekten, birbirlerinden güç alıyorlar. Sizce bugün kadınların örgütlülüğünün durumu nedir? Bir kadın örgütü olarak kadınların örgütlenme biçimlerine ve yaklaşımlarına ilişkin fikirleriniz, politikalarınız nelerdir?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP):
Biz Türkiye’de 70’den fazla ilde Kadın Meclislerini var ettik. Açık açık örgütleniyoruz diyreke il, ilçe meclislerimiz, alan örgütlerimiz dört bir yanda mücadeleye devam ediyor. Genç kadınlar, işçi kadınlar, LGBTİQ+’lar; Lise Kadın Meclisleri’nde, Üniversite Kadın Meclisleri’nde, İşçi Kadın Meclisleri’nde, LGBTİQ+ Meclislerinde mücadelelerini daha da öteye taşıyorlar. İstanbul Sözleşmesi tüm kadınlar ve , LGBTİQ+’lar için eşit ve özgür bir hayatı tüm haklarımızla var etmenin mücadelesi. O yüzden de elbette, İstanbul Sözleşmesi’nden de, eşit ve özgür hayat için mücadelemizden de vazgeçmiyoruz.
Tevgera Jinên Azad (TJA):
Kadınlar bu saldırı cenderesine maruz kalırken şiddet kendini çok yönlü kılıyor fakat yöntemlerini çoklu kılarken kadınları hiç ayırmadan şiddet uyguluyor. Her renkten, ırktan, eğilim ve inançtan kadınlar erkeklik karşısında eşitleniyor. Şiddetin biçimleri bölgelere ve çıkarlara göre özel savaş konsepti ile ilerletiliyor. Hal böyle iken kadınların birleşip mücadele etmekten başka yolu da kalmıyor. Böylesine örgütlenmiş kapsamlı ve sistematik şiddetin aşılması için bütünlüklü, ilkeli ve çoğunluğu esas alan bir mücadeleye ihtiyaç var. Dönemsel ve taktiksel bir birleşme değil, stratejik uzun soluklu bir yol haritasına ihtiyaç var. Bizlerin de yaklaşımı kadınların bu sistem karşısında 3. yol olduğu gerçeğidir. Tüm farklılıkları aynı cephede ortak amaçta buluşturmak kadın özgürlük sorununu çözüm kavuşturacaktır. Elbette ki bugün kadın mücadelesinin eksik, yetmez, süreci karşılayamayan durumları da açığa çıkıyor. Fakat kabul görülmeli ki sistemin bu kadar kriz yaşadığı ve toplumu kendine mahkûm etmeye, dört duvarlara sıkıştırmaya çalıştığı bu dönemde kadınlar en büyük muhalefet gücüydü. Güçlenerek, birbirini görerek, kutuplaştırma ve ayrıştırmaları dışında bırakarak büyüyor; bu olumlu bir gelişmedir. Bizler de 3.yolu büyütmeyi esas alarak bu yola öncülük etme, üstüne düşen rol ve misyonu yerine getirme perspektifi ile ilerliyoruz.
Ekmek ve Gül:
Türkiye, her bakımdan büyük gerilimlerin, her alanda birikmiş sorunların ve ekonomiden ekolojiye, yolsuzluklardan mafya-devlet ilişkilerine çok çeşitli alanlarda çok büyük meselelerin her gün büyüyerek karşımıza çıktığı bir ülke. Bütün bu büyük sorun alanlarının gündelik hayata yansıması, özellikle hayat gailesi her gün büyüyen yoksul emekçi kadınların hem yaşam zorlukları hem de giderek ağırlaşan çalışma koşullar nedeniyle olan biten konusunda tepki gösterme olanaklarını da zayıflatıyor. İktidarın biraz da buna güvendiğini, birlik olma, yan yana gelme, tepkisini gösterme olanakları giderek daraltılmış geniş halk kesimlerinin en geniş birliktelikle ses çıkarma koşullarını yok etmesinin ve son sürat saldırmasının da bundan olduğunu düşünüyoruz. Önümüzde, en temel yaşamsal haklarımıza sahip çıkma meselesini toplumsallaştırma, ev ev, mahalle mahalle, iş yeri işyeri yaygınlaştırma meselesi var. Hiç durmadan sürdürdüğümüz eylemliliklerimizin, sözümüzü meydanlarda haykırma ısrarımızın sonuç alıcı olabilmesinin koşullarından birinin bu olduğunu düşünüyoruz.
Biz, Ekmek ve Gül olarak ağırlıklı olarak işçi kadınların, yoksul emekçi kadınların dayanışma ve örgütlenme ağıyız. Memleket gündemine, kadın hareketi içindeki tartışmalarımıza, siyasetten ekonomiye her alandaki gelişmelere işçi ve emekçi kadınların yaşadıkları, deneyimledikleri, gözlemledikleri, söyledikleri üzerinden yanıt vermeye çalışıyoruz. Doğal olarak da zorlukları da, kolaylaştıracak olanı da işçi ve emekçi kadınların gündelik yaşam pratikleriyle tartıyoruz. Bugün örgütlülük olanakların alabildiğine kısıtlandığı memleket koşullarında, büyük küçük demeden, az kişi çok kişi demeden mahallelerde, işyerlerinde kadınlarla yan yana gelmenin tüm olanaklarını, yöntem ve araçlarını zorluyoruz. Elbette kolay değil. Ama geniş kadın kesimlerinin giderek artan öfkesinin birlikte akacak bir nehre dönüşebilmesi için ısrarımız ve çabamız büyük.
Mor Dayanışma:
Kadınların kurtuluş mücadelesi, feminist mücadele kendisini birçok farklı biçimde var ediyor. Erkek egemen sistemin içerisinden çıkıp bu sistemi kadınların lehine değiştirmek, yıkmak isteyen kadınların, özgürleşme yolunda yarattıkları kadın hareketinin bütünlüklü politik ideolojisi olan feminizm, bireysel-kollektif bir çaba süreci olarak 21. yüzyılı dönüştürmekte. Kadınların örgütlülüğü her ne kadar temelde toplumsal cinsiyetten kaynaklı özgül bir ezilmişlik biçiminden doğru görülse de hem patriyarkanın hem de kapitalizmin türlü sömürü biçimleri örgütlenme ihtiyaç ve pratiklerini daha somut ve güçlü hale getirmiştir. Zamanın ruhunu ve ihtiyaçlarını gören yerden kurulan ittifak alanları; feminist kollektif öznelerin ve örgütlerin kollektif aksiyon içerisinde tarihin akışına müdahalesini, şimdiyi ve bu şekilde geleceği inşasını güçlendiriyor. İstanbul Sözleşmesi için verilen mücadele; uzun zamandır bu minvalde yol alındıkça güç ve deneyim biriktiren bir ittifak alanı oldu mesela. Fakat örgütlü ve kurumsallaşmış erkek egemenliğine karşı verdiğimiz mücadele; pandeminin sınıfsal gerçekliğiyle de yeniden ateşli tartışmalar açan “neden sosyalist feminist bir mücadele” sorusunu da kadın hareketinin önüne tekrar getirdi. Yerellerde, mahallelerde, fabrikalarda örgütlenen Mor Dayanışma’nın yerel meclis çalışmaları, kadın dayanışma ağını yayması, il bazlı hukuk, sağlık, psiko-sosyal destek komisyon çalışmalarının hızlanması, pandeminin üçüncü ayında başlayan “Harekete Geç” ve “Güvende Değiliz” kampanya çalışmaları bu süreçte derinleşen ekonomik krizden ve erkek şiddetinden en çok etkilenen kadınların örgütlü mücadeleye katılmasını sağladı. Patriyarkal kapitalizmin “aynı gemideyiz”, “biz bize yeteriz” , “kadın cinayetleri azaldı/tolere edilebilir” politikalarına karşı verdiğimiz sosyalist feminist mücadele ve kadınların kendi sözünü söyleyebileceği, karar mekanizmalarında yer alıp özne olabileceği mekanizmaların varlığı; umudu, kurtuluşu gelecekte öylesine bir zamana bırakmadığımızı gösteriyor.
HDP Kadın Meclisi:
Erkek devletin, son olarak elini uzattığı İstanbul Sözleşmesi’nin feshi tartışmalarından, daha önce göremediği bir kadın örgütlülüğünü gördüğünü düşünüyoruz. Kadın dayanışmasının her dönemden daha güçlü olduğunun farkındayız. Siyasi parti kadın örgütlenmesi karma ve özgün olmak üzere kadınlar olarak karar aşamalarında, kadın ilkelerinden taviz vermeden yürüyoruz. İlkeli kadın politikalarımızla; radikal değişimler hedefliyoruz. Esasında erkek iktidarın anlayamadığı ve kabul edemediği de budur. Bizlerin hayatlarımız hakkında söz söylememiz, yaratmaya çalıştıkları kadın rollerini alaşağı ediyor.
Kırkyama Kadın Dayanışması:
Kadın hareketi ve örgütlülüğü açısından tarihsel diyebileceğimiz günleri yaşıyoruz. Dünyada ve bizde yükselen radikal nitelik de taşıyan bir mücadelemiz var. “Patriyarkal kapitalizmin eseri olan doğal-insani yıkımın eşiğindeki bir dünyada, yeryüzünün kurtuluşunun öncü gücü neredeyse kadınlar oldu” tespitleri yapılıyor.
Yükselen bir kadın mücadelesi içinde etkinliğini arttırma, kendini güçlendirme çabasında olan farklı ideolojik politik eğilimlerin var olduğu bir dönemdeyiz. En uçta eleştirel bir örnek verirsek, “Türk Feminizmi” diye bir şey de ortaya çıkardılar.
Bizce erkeklerden bağımsız bir çizgiye; örgütsel, ideolojik bir ayrılığa sahip olması gerekiyor kadın kurtuluş hareketinin. Devletten, sistemden, erkeklerden bağımsız kadın hareketini savunuyoruz. Kadın olmaktan kaynaklı ezilme biçimleriyle mücadele eden, ezilen bir toplumsal grup olan bütün kadınların çıkarını savunan bağımsız bir mücadele hattını savunuyoruz. Kadın hareketinin bağımsız olmadığı pek çok örgütlülük biçimi kadın kolları tarzına ya da alt bir mücadele başlığı ile ele alınan edilgin bir konuma sürükleniyor.
Biz Kırkyama Kadın Dayanışması olarak bağımsız kadın hareketini savunuyoruz. Feminist mücadeleyi büyütmek, kadın dayanışmasını ve örgütlülüğünü güçlendirmek temel amacımız.
Kadın Dayanışması:
2015 sonrası süreci ele alırsak toplumsal muhalefete yönelik tüm baskı ve kriminalizasyona rağmen kadınların geri çekilmediğini ve kadın örgütlenmelerinin bir arada durarak ve dayanışarak bu sürece cevap vermeye çalıştığını söyleyebiliriz. Kadınlar iktidarın doğrudan hayatlarını ve haklarını hedef alan söylem ve politikaları karşısında cevaplarını sokakları terk etmeyerek verdiler, veriyorlar. Kadın örgütleri de bu cevabı eylem birlikleriyle, ortak kampanyalarla büyütmeye çalışıyor. Bu açıdan Kadınlar Birlikte Güçlü çağrısıyla gerçekleşen İstanbul ve ardından Türkiye Kadın Buluşması’nın farklı kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin ve bağımsız feministlerin bir araya gelmesi adına çok önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Yine önemli bir süreç, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının gündemde olduğu 2020 yazında yaşandı. Bizim de parçası olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula Kampanya Grubu oluşturuldu ve İstanbul’da kadın hareketinin birçok bileşeni bir araya gelerek bu saldırıya karşı en geniş eylem birliğini sağlama noktasında adım attı. Yerellerde ve İstanbul genelinde eylemler organize edildi. İstanbul Sözleşmesi’nin önemini anlatmak adına broşür çalışması yapıldı, mahallelerde forumlar düzenlendi. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararı sonrası sürece de yine kadın hareketinin bu kadar hızlı cevap verebilmesinin koşullarını bu çalışma oluşturdu diyebiliriz.
Aynı zamanda, tüm bu saldırılar karşısında kadınların da örgütlülüğe daha çok ihtiyaç duyduğunu görüyoruz. Bir kadın örgütünde faaliyet sürdürmeyen ya da daha önce kadın mücadelesinin aktif bir unsuru olmamış birçok kadın da bu süreçte “Ben İstanbul Sözleşmesi için ne yapabilirim; bulunduğum yerde, mahallemde, işyerimde vb. ne yapabilirim?” diye sormaya başladı. Bizim gözlemimiz; birçok mahallede kadın dayanışmaları, platformları oluştu ve/veya mevcut dayanışmalar büyüdü, genişledi. Ancak mevcut saldırıları göz önünde bulundurursak, çok daha büyük bir seferberliğin örülmesi gerektiği de ortada. Bunun yollarından biri de çalışmaları yerellere ve işyerlerine taşımak ve kadın mücadelesinin ortak taleplerini ve mücadele hattını oralarda birlikte geliştirmek. Pandemiyle ekonomik krizin iç içe geçtiği bu dönemde kadına yönelik erkek şiddeti ve ekonomik saldırılar karşısında erkek egemen kapitalizme karşı mücadeleyi bir talepler bütünü etrafında büyütebilmemiz gerekiyor. Bugün elbette acil gündemimiz İstanbul Sözleşmesi ancak onun için verdiğimiz mücadeleyi, mesela artan kadın işsizliğine karşı verdiğimiz mücadeleden, kadının görünmeyen emeği ekseninde sürdürdüğümüz mücadeleden, fiili kürtaj yasağına karşı taleplerimizden ayrıştırmak mümkün değil.
Ve elbette uluslararası kadın hareketinin güçlendirilmesini, uluslararası kampanyaların örgütlenmesini de hayati görüyoruz. Çünkü dünyanın her yerinde kadınlar olarak sorunlarımız ve taleplerimiz ortak. Bu çerçevede biz de uluslararası kadın hareketinin deneyimlerini ortaklaştırmak adına çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Pandeminin bir olumlu yanı varsa o da bizi çevrimiçi olanakları daha fazla kullanmaya yöneltti diyebiliriz. Bu süreçte birçok kadın örgütü çeşitli uluslararası söyleşiler düzenledi. Biz de Arjantin ve Polonya’dan feministlerle onların deneyimlerini konuşmak ve mücadelenin ortak taleplerini tartışmak adına bir araya geldik. Ayrıca enternasyonal mücadele adına, geçtiğimiz 25 Kasım öncesi “Pandemi ve Kapitalist Kriz: Kadın Mücadelesinin Rolü” başlıklı uluslararası çevrimiçi buluşmada; Arjantin, Şili, Brezilya, İran, Peru, Bolivya, Panama, Dominik Cumhuriyeti, Nikaragua, Meksika, İspanya, Portekiz ve Cezayir’den feministlerle bir araya geldik ve kapitalist hükümetlere karşı feminist hareketin ve işçi sınıfının birlikte mücadelesini güçlendirecek 5 önemli uluslararası politik kampanyanın çağrıcısı olduk: Erkek-şiddeti ile mücadele, kürtaj hakkı mücadelesi, sağlık çalışanlarına destek, siyasi tutsaklara özgürlük ve ırkçılıkla mücadele.
-
Son olarak, bugün İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin yürütülen mücadeleyi nasıl değerlendiriyor, bu sürecin nasıl kazanımları olacağını düşünüyorsunuz? Sözleşmeye ilişkin kararnamenin geri çekilmesi ya da sözleşmenin uygulanması sizce nasıl bir yol ile mümkün?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP):
Defalarca kez şikayetçi olup, “Beni ölünce mi koruyacaksınız?” diyen Ayşe Tuba Aslan’ın faili için haksız tahrik indirimi istenebiliyor. Hukuksuzluğa ses çıkaranlar yargılanmaya çalışılırken, failler tutuksuz yargılanıyor. Ancak tüm bunların karşısında, failleri cezası bırakanlar şiddeti tolere edenler, anayasayı uygulamayanlara karşı mücadele her yerde büyüyor. Göz korkutarak toplumu susturmaya çabalayanlar boşa uğraşıyor. Cinsel saldırıya, cezasızlık politikalarına kimse sessiz kalmıyor. Cinsiyetçi bir reklam yapanlar hemen toplum tarafından tepkilerle geri adım attırılıyor. Kadınlar mücadelelerinden, birbilerinden güç alıyorlar.
Tüm bu tepkiler, geri adım atmalar bizlerin mücadelesi sayesinde var olabiliyor. Kadın cinayetlerini durdurma mücadelemiz sayesinde İçişleri Bakanlığı artık bizimle yarışırcasına kadın cinayetleri verilerini açıklamak durumunda kalıyor. Her ne kadar İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı verilse de Cumhurbaşkanı da, bakanlar da 6284’ün ne kadar önemli olduğunu her seferinde vurguluyor. Tıpkı örgütlü mücadelemizle nasıl İstanbul Sözleşmesi’ni kazandıysak, şimdi de kararın geri çekilmesi ve sözleşmenin uygulanması için mücadele ediyoruz. Bunun için örgütlü, sürekli mücadelemiz şart.
Tevgera Jinên Azad (TJA):
İstanbul Sözleşmesi’nin tartışılmaya başlandığı ilk günden itibaren kadınlar her yeri direniş alanlarına çevirdi. İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğu, neden gerekli olduğu, uygulandığında ve uygulanmadığında nelere sebep olduğunu her yerde haykırdılar. İnsanların pandemide ve hapsedildiği pandeminin bir baskı aracına dönüştürüldüğü bir atmosferde kadınların mücadelesi toplumsal diğer muhalefet alanlarına da cesaret aşıladı. Tekçilik karşısında her kesimden kadının bir arada ortak talepte buluşması çok önemli bir eşiktir. Uzun vadede en büyük kazanım tüm kadınların ortak hatta mücadelede buluşmasıdır. Çünkü biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi tartışılmaya açılmadan önce de etkin uygulanmıyordu ve cezasızlık politikaları hakimdi. Sözleşmeden çekilmemeyi sağlamak temel hedef değil. Temel hedef kadına şiddeti durdurmak, İstanbul Sözleşmesi’ni etkin uygulatmak. Türkiye’nin sözleşmeden çekilmekten vazgeçiyoruz söylemi bir kazanım olarak görülmemeli. Esas kazanım “İstanbul Sözleşmesi’ni etkin uygulayacağız” söylemini yaratmak olmalı. Ve hatta esas olan şiddeti besleyen tüm erk akıl politikalarına son vererek kadın politikaları üretmek olmalı. Bunun sağlanması için tek bir yol var; kazanımları direnişle alan direnişle savunur, korur anlayışıdır. İktidara geri adım attıracak yol çok yönlü, çok halklı, tüm muhalefet odaklarını birleştiren bir yoldur. Yani işin özü 3.Yoldur. 3.yol kararlı ve ilkeli, birleşerek büyüyen, toplumu zihinsel değişime tabi tutan, demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü yoldur. Özü itibariyle kadın mücadelesinin kendisidir.
Ekmek ve Gül:
İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesine yönelik Cumhurbaşkanı kararı tümüyle hukuksuz ve antidemokratik bir karar. Tüm lafzı ve ruhuyla, tek adam yönetimi altındaki bir ülkede, kadınların hayatının nasıl da bir kalemde hiçe sayılabileceğinin en somut göstergelerinden biri. Zaten tümüyle işlevsizleştirilmiş bir meclisin esamisinin bile okunmadığının, tüm karar alma mekanizmalarının tek bir adamın iki dudağı arasından çıkan bir karara bağlı olduğunun açık ilanı. İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararının kendisi bile, sözleşmeye sahip çıkmanın tüm demokrasi güçlerinin meselesi olduğunu gösteriyor. Kadınlar ve LGBTİ’ler bakımından ise bütün bunlarla birlikte aynı zamanda bir hayat memat meselesi, çünkü hakkında karar alınan bizim hayatlarımız, yaşamsal haklarımız, bugünümüz ve geleceğimiz. Sözleşmeden çekilme kararının ardından, yıllardır mücadele ettiğimiz pek çok temel hakka yönelik bütünlüklü bir saldırı planı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla da bütünlüklü bir mücadele yürütmeye ihtiyaç var.
Sözleşmeden çekilme kararının hemen ardından kadın hareketinin çeşitli platformlarında ortak bir ses çıkarma kararlığı gösterildi. 15 Mayıs’ta Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun çağrısıyla yapılan ve onlarca kadın ve LGBTİ örgütü, emek ve meslek örgütlerinden, siyasi partilerden, sivil toplum kuruluşlarından, inisiyatif ve platformlardan kadının ortak kararıyla 19 Haziran’da ortak bir miting yapma kararı çıktı ve gönüllü bir hazırlık grubuyla miting çalışmaları sürdürüldü. Geldiğimiz noktada görüyoruz ki; birbirinden çok farklı, çok çeşitli pek çok örgüt, farklı hassasiyetlere, fikirlere, değerlere sahip pek çok kadın çok büyük bir çaba göstererek, ortaklaşma yönünde büyük bir gayret sergileyerek yan yana geldi. Bu çok önemli bir deneyim.
19 Haziran’da İstanbul’da ve ülkenin çok çeşitli yerlerinde gerçekleştirilecek buluşmaların yanı sıra, sözleşmeden çekilme kararının yürürlüğe gireceği 1 Temmuz’da da ülkenin dört bir yanında sokaklarda olacağız.
Bu hareketliliğin en geniş kesimlere ulaşması ve bu eylemlere gelemese de, kendi mahallesinde, işyerinde, sokağında haklarımızı birlikte koruma kararlılığımızı büyütmek için hemen yanı başındaki kadını sözü büyütmeye ikna eden, en yerelde birlikler kuran, hayatına sahip çıkan birliktelikler kurmamızın çok hayati olduğunu düşünüyoruz. Bu kılcal damarlar olmadan, devinim halinde olan bedenin hareketliliğini sürdüremeyeceğini düşünüyoruz. Ve ancak bunu yaparsak, 1 Temmuz’dan sonra gelecek her türlü saldırıya karşı mücadelemizin en diri biçimde sürdürülebileceğine inanıyoruz. Biz bunun için çabalıyoruz.
Mor Dayanışma:
İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin yürütülen mücadele; AKP hükümetinin ve devlet krizi içerisinde pastadan en büyük payı almaya çalışan birçok kliğin yıllardır sürdürdüğü cinsiyetçi, ayrımcı, homofobik, heteroseksist, ırkçı politikalarına karşı da yürütülüyor. Her ne kadar İstanbul Sözleşmesi tartışmalarında yeniden “yerli ve milli” vurgusunu kullanmaya başlasalar da kendilerinin “en yerli ve milli” erkek şiddeti, mafya-devlet ilişkileri ve her türlü zorbalıkları; başka bir sözleşme saçmalıkları ya da önümüze getirecekleri herhangi başka bir uygulama ile üstü örtülemeyecek durumda. Mafya-devlet-çete çıkar ilişkileri içerisinde yağmalanan doğal alanlar, hiç edilen milyon dolarlar, sermayedarlara verilen karşılıksız krediler, peşkeş çekilen araziler, faili belli kadın cinayetleri, tacizler, tecavüzler ortaya çıkarken; kadınlara hala parmak sallamaya çalışan, işsizliğe, yoksulluğa razı olun, akşam pazarları daha ucuz, oraya gidin diyen, kadın cinayeti faillerini serbest bırakan hükümet meşruluğunu yitirmiştir. Bu süreçte kadın hareketinde yan yana gelen dinamiklerin bunları ifşa eden ve karşısında politikalar yürüttükleri yerden kazandıkları deneyimler; kollektif eylemliklerin, iradenin ve cüretin tarihe yazılacağı bir süreç olacaktır. Tek adamın, tek bir gecede aldığı bir kararın hukuksuzluğu ülkenin her yerinden fışkıran hukuksuzluk, cezasızlık, yolsuzluk, riyakârlık, erkek şiddeti ile at başı giderken; kadınların, LGBTİ+’ların verdiği bu mücadele hayatlarına ve haklarına sahip çıkma mücadelesidir, onur mücadelesidir.
Kararın geri çekilmesi için yapılacak 19 Haziran İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz mitingi ve 1 Temmuz eylemi tüm kitleselliği ile birçok bileşeni yan yana getirecek. Fakat kadın hareketinin mücadeledeki tutumu sadece Avrupa Konseyi’nin 1 Temmuz’da bu karara dair vereceği cevap üzerinden şekillenmiyor. Zaten hâlihazırda yıllardır uygulanmayan sözleşmenin uygulanması için kurulan yerel platformlar, kampanya grupları ve yapılan onlarca faaliyet devam ediyor ve ayrıca Türkiye’nin her yerinde hayatı durduracak başka birçok şeye de ihtiyaç duyuyor. Ekoloji eylemlerinden kent meydanlarını dolduran yoksulluk karşıtı kitlelere, Kod-29 grevlerinden mafya-devlet ifşa eylemlerine kadar bütün toplumsal ayaklanmaların en önünde kadınların yer alıyor olması nasıl ki tesadüfi değilse; halkçı, anti-kapitalist alanlara, barolara, sendikalara, meslek odalarına da “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz” mücadelesindeki tarihsel sorumluluklarını hatırlatmamız tesadüf olmayacaktır.
HDP Kadın Meclisi:
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine yönelik girişimleri; erkek devletin, kadın düşmanlığı politikalarının teşhiri olarak da yorumlayabiliriz. Bunu en üst perdeden yapılan değerlendirmelerde de kadın cinayetlerine dair yaptıkları açıklamalarda da gerçek fikirlerini açıkça söylemelerinden anlıyoruz. Bir çekince ve kaygı içerisinde değiller. Fütursuzca yaşamımıza dayatılan politikalar karşısında bu iktidarı kadınların göndereceğini biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayana kadar sokakları terk etmeyeceğiz.
Kırkyama Kadın Dayanışması:
Şiddetten uzak, eşit, özgür, güvenli bir yaşamı kurma mücadelesi için İstanbul Sözleşmesi’nin feshine yönelik alınan karara karşı direnmeyi çok önemli görüyoruz. Çok farklı perspektiflere sahip kadın örgütleri, bağımsız kadınlar, genç kadınlar, çeşitli alanlarda mücadele yürüten kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nin hedefe konulmasına büyük bir tepki oluşturdu. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik bu saldırıların kazanılmış diğer haklarımıza yönelik devam edecek saldırıların da önemli bir adımı olarak değerlendiriliyor. Pek çok kadın çok farklı kanallardan, farklı biçimlerle sözleşmeyi savunan eylem ve etkinliklerde bulunuyor. Biz de Kırkyama Kadın Dayanışması olarak İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeme kararlılığının bütün kadınlarla, bütün kadın örgütleriyle birlikte ortaya konulmasını çok önemli görüyoruz. Kadınların yan yana gelmeleri seslerini ve güçlerini birleştirmeleri sözleşmeye ilişkin kararnameyi yapanları güçsüzleştirecektir. Bu gittikçe otoriter hale gelen, yağmacı, talancı, mafyatik, kadın düşmanı düzen bizim mücadele birikimimizle direnişimizle kararlılığımızla sarsılacaktır.