İklim değişiminin yıkıcı bir gerçek olduğu ve çağımızın en büyük çevre problemi olduğu konusunda hiçbir makul şüphe yok. Ancak spesifik doğa olaylarını tek başına küresel ısınmayla açıklamak da, daha kolay bir şekilde önlenebilir diğer etmenlerin görmezden gelinmesine neden olabilir. Örneğin son zamanlarda, sürekli olarak duyduğumuz, “İklim değişikliği İstanbul’da su kaynaklarının azalmasına yol açıyor.” söylemi, bu krizle ilgili bizi diğer olası etkenlerden uzaklaştırıyor ve asıl odağımızı bu “geniş ölçekli” probleme yoğunlaştırıyor.
Evrimağacı’ndan Berkay Kalaycık‘ın hazırladığı haberi, olduğu gibi aktarıyoruz:
Peki, bu ne kadar doğru bir tespit? Gerçekten de İstanbul’un su sıkıntısı yaşamasındaki başlıca etken Küresel Isınma ve İklim Değişikliği mi? Sorunun asıl nedenini anlayabilmek için, öncelikle yağış istatistiklerinin geçmiş yıllarla ve normal değerlerle olan karşılaştırmasını yapalım ve diğer olası (olasılığı çok yüksek olan) etkenleri inceleyelim. Fakat bunlardan da önce İklim Değişikliği ve kuraklık arasındaki ilişkiyi inceleyerek bazı önemli detayları vurgulamamız çok daha açıklayıcı olacaktır.
İklim Değişikliği ve Kuraklık İlişkisi
Karşılaştırmayı yapmadan önce şunu belirlememiz gerekiyor: İklim Değişikliği yağışların üzerinde ne kadar büyük etkiye sahip? Gerçekten de kuraklığın asıl nedeni (şimdi veya gelecekte) Küresel Isınma ve İklim Değişikliği mi?
Cevabımız, maalesef evet. Fakat cevabın neden tartışmasız bir “evet” olduğunu iyi bir şekilde anlamamız, bu konunun daha iyi anlaşılmasına olanak sağlayacaktır. Bunun için öncelikle kuraklığın tanımını yapalım.
Kuraklık, yağışların bir bölgede beklenenden daha az olması durumudur. Burada, “beklenen” sözcüğü çok önemli olup, normal zamanlarda yağışlı olan bir bölgenin de gayet tabii hava durumuna bağlı olarak kuraklık ile karşı karşıya kalabilmesi söz konusudur. Yani, kuraklık, göreceli olarak yağışların normal (beklenen) değerlerden daha az olması durumudur. Her ne kadar kuraklık çok daha kapsamlı bir terim olsa da, şimdilik kuraklık olgusunu “su kıtlığı” ile kısıtlayabiliriz; böylece daha dar bir kapsamda, daha kolay bir analiz yapabiliriz.
Bu durumda sormak gerekir: İklim değişikliği, kuraklığa nasıl sebep olur? Aslına bakarsanız bu tamamıyla, İklim Değişikliği ile Küresel Isınma arasındaki anlam farkının anlaşılmasından geçmektedir. Bu fark, şu anlama gelmektedir: Küresel Isınma, dünyadaki yıllık ortalama sıcaklığı artıracak ve her yıl yavaş yavaş sıcaklıkların artmasına neden olacak; bunun doğal bir sonucu olarak da dünya iklimlerinin çarpıcı bir şekilde değişmesine yol açacaktır. Böylelikle, dünyanın aldığı toplam yağış hafifçe artacak olmasına karşın, yağışların dağılımında farklılıklar meydana getirecek ve kurak veya yarı-kurak iklimlerin, daha da kuraklaşmasına yol açacaktır. Lise derslerinde öğrendiğimiz gibi, Türkiye’nin de yarı-kurak bir iklime sahip olduğunu hatırlamak, Küresel Isınma’nın ülkemizi neden ve nasıl tehdit ettiğini anlamamızı sağlayacaktır.
Tüm bunlar bize şunu gösterebilir: O zaman İstanbul’daki su problemi Küresel Isınma ve onun doğal bir sonucu olarak İklim Değişikliği sebebiyle olamaz mı?
Bu sorunun cevabı da tahmin edeceğimiz üzere, “evet”. Fakat buradaki problem, sorunun kısmen eksik olması ve cevabını da hatalı kılmasıdır. “2020 yılı itibariyle, İstanbul’da yaşanan yağışların azalması ve göllerdeki, barajlardaki suların giderek yok olması olayında İklim Değişikliği’nin payı ne kadar?” sorusu, bizi çok daha doğru bir sonuca varmamızı mümkün kılacaktır.
İstanbul’un Toplam Yağış İstatistiklerinin Karşılaştırılması
Sorumuzun doğru cevabını bulabilmek için ilk olarak toplam yağış istatistiklerinin karşılaştırılması gerekmektedir. Bunun için ilk önce, 2020 yılının Sonbahar mevsiminde alansal yağışların geçen yıl ile olan karşılaştırmasına bir göz atalım.
Bu haritadan görüleceği üzere, İstanbul ilinin geneline baktığımızda, 2020 yılının Sonbahar mevsiminde, 2019 yılına kıyasla yağışların azalması bir yana, yer yer arttığını görebilmekteyiz!
Bir diğer çok önemli karşılaştırma ise; yazımızda da belirttiğimiz gibi, kuraklığın tanımına ilişkin olarak, yağışların mevsim “normalleriyle” karşılaştırılmasıdır. Böylelikle, İstanbul’un 2020 yılında mevsim normallerinin gerçekten de altında mı, altındaysa da ne kadar altında olduğunu anlayacağız ve daha doğru bir çıkarıma sahip olabileceğiz. Bu nedenle, aşağıdaki harita yazımız için kritik öneme sahiptir.
Açıkça görüleceği üzere, İstanbul ilinde 2020 yılı Sonbahar mevsiminde yağışlar mevsim normallerinin üstünde olmasa bile büyük oranda altında da değildir; evet, normallerin altında kalmasına rağmen, normallere de oldukça yakın bir konumdadır.
Hatta kolaylıkla görülmektedir ki; İstanbul’dan ziyade, diğer bölgelerimizde ve şehirlerimizde yağışlar, mevsimsel normallerin oldukça altında kalmıştır.
Öyleyse, neden sadece İstanbul’da su kıtlığı konuşulmaktayken, diğer şehirlerimizde böylesine bir kırmızı alarm verilmemektedir?
İstanbul’da Su Kıtlığının Asıl Nedeni
Biraz önce de bahsettiğimiz üzere, Türkiye genel olarak yarı-kurak bir iklime sahiptir. Yarı kurak iklimler, isminden de anlayabileceğimiz gibi kuraklığa oldukça meyilli bir iklim tipidir. Fakat bu yarı-kurak iklim tipi Türkiye’nin tamamını kapsamaz; daha ziyade İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğun bir şekilde görülür.
Ancak yazımızın konusu olan İstanbul ili, yarı-kurak bir iklim tipinden ziyade Sıcak Yaz Akdeniz İklimi‘ne sahiptir. Bu iklim tipine, Akdeniz iklimlerinde çok görülmesinden dolayı “tipik Akdeniz iklimi” de denilmektedir. Klasik olarak, lise coğrafya derslerinde çokça duyduğumuz o “yazlar kurak, kışlar yağışlı” cümlesi, işte buraya özgün bir iklim özelliğidir.
Bu konuya girmemizin asıl nedeni, tahmin edeceğimiz üzere, “yağış” durumudur. Çünkü İstanbul ilinde görülen bu tipik Akdeniz ikliminin bir özelliği olarak yağışların düzensizliği söz konusudur. Yıllık ortalama yağış miktarı örneğin Antalya gibi illerimizde 1000 mm değerlerine çıkabilirken, bu değer Çanakkale gibi bazı illerde 600 mm düzeylerine inebilmektedir. İstanbul için de bu düzensiz yağışlar söz konusu olmakla birlikte, yıllık ortalama yağış miktarı 677 mm değerindedir. Anlayacağımız üzere, İstanbul ili her ne kadar sonbahar ve kış mevsimlerini yağışlı geçirmesine rağmen bu değer (göreli olarak) pek yüksek de değildir.
İstanbul’un Asıl Sorunu: Nüfus ve Plansızlık!
Gördüğümüz gibi, 2020 yılında İstanbul ili ne 2019’a göre dikkate değer miktarda daha az yağış almıştır ne de mevsimsel yağış normallerinin çok altında kalmıştır. Bu durumda sorun nedir? Bu, tek bir yıllık bir “aksaklık” mıdır? Yoksa Küresel Isınma haricinde diğer beşeri nedenler bulabilir miyiz?
İstatistiki verilerin üzerine de İstanbul ilinin iklim tipini de inceledikten sonra artık şu sonuca varabilmekteyiz: İstanbul, zaten hâlihazırda (diğer Akdeniz iklimine sahip şehirlere kıyasla ve yine göreli olarak) pek fazla yağış alan bir bölgede olmamakla birlikte, sorunun asıl nedeni, yoğun nüfus ve bunun bir sonucu olarak doğal kaynaklara (içme suyu, odun hammaddesi vb.) artan aşırı taleptir.
Üstelik İstanbul’un nüfusu yıldan yıla artmaya devam etmektedir. Buna uygun çarpıcı bir örnek olarak; İstanbul’da 1980 yılında 2,7 milyon (yaklaşık) kişi yaşamaktayken, 2019’da bu sayı 15,5 milyon (yaklaşık) gibi oldukça yüksek bir sayıya ulaşmıştır. Yani, yaşayan kişi sayısı yaklaşık olarak 40 yılda, en az 5 katına çıkmıştır. Bu da hâliyle, doğal kaynaklara olan talebin (yine bu oran korunacak olursa) en az 5 katına çıkması demektir.
İstanbul’un yüksek nüfusu ve doğal kaynaklara artan aşırı talebi üzerine; İstanbul Teknik Üniversite’sinde Meteoroloji ve Afet Yönetimi dalında Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, aşağıdan izleyebileceğiniz 1 Ocak 2021 tarihli panelinde şunları söylemiştir:
“Şu an su stresinde olan Türkiye, 2030 yılında su sıkıntısı yaşamaya, 2050’den sonra ise su fakiri olmaya aday. Artan nüfus, iklim değişikliği ve azalan su kaynakları nedeniyle kişi başına kullanılabilir yıllık su miktarının 1,000 metreküpün altına inmesi ile Türkiye’nin su fakiri olması bekleniyor. İstanbul’un kronik problemi de su stresidir, yani yüksek nüfus ve aşırı talep. İstanbul, Bulgaristan sınırından Melen Çayı’na kadar bölge sularını topluyor, günde 3 milyon metreküp de barajlardan su kullanıyor. İstanbul’un kendi su kaynaklarına göre bir nüfusu olsaydı bu sıkıntılar yaşanmazdı.“
Sonuç olarak; aslen önemli olan sorumuzu tekrar soralım: “2020 yılı itibariyle, İstanbul’da yaşanan yağışların azalması ve göllerde, barajlardaki suların giderek yok olması olayında İklim Değişikliği’nin payı ne kadar?”
Cevap: İklim Değişikliği’nin kuraklık üzerindeki etkisi, uzun yıllardır olduğu gibi, bugün de yadsınamayacak bir gerçektir. Fakat bu sorunun cevabında bahsi geçen İstanbul ili örneği için yalnızca “İklim Değişikliği” cevabını vermek, asıl sorunun üstünü örtmeyle eşdeğer olacak ve çözümü için de elimizi kolumuzu bağlayacaktır. Bu nedenle, sorunun asıl cevabı olarak; İstanbul ilinde, 2020 yılında yaşanan su sıkıntısının (kuraklığın), çok büyük oranda, artan nüfus ve aşırı talebin bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.
Son olarak şunu da eklemekte fayda var: Bu yazıda aşırı nüfusun su kıtlığını ortaya çıkarmasından bahsettiğimiz için, bu tür bir büyümenin başka problemler doğurmadığı anlaşılmamalıdır. Yüksek nüfus sadece su kıtlığına değil; aynı zamanda, ormanların tahribatına, hayvanların yeterince yaşam alanı, yiyecek ve su bulamamasına, biyoçeşitliliğin azalmasına, hava ve su kirliliğinin oluşmasına ve kentsel ısı adası etkisine yol açmaktadır. Bunların her biri ayrı yazılar olmayı hak eden, büyük ve acilen yönetilmesi gereken problemlerdir.