Rusya’nın “özel askerî operasyon” olarak adlandırdığı, Ukrayna’da, NATO güçleri tarafından organize edilen Neonazi örgütlenmeye karşı harekete geçmesi, sanırım tarih olarak 22 Şubat 2022’dir. Yani, üzerinden iki yıl geçmiş demektir. Demek ki Ukrayna, 2 yıldır, Rusya ile NATO arasındaki savaşın arenası hâlindedir.
Bu savaşın ilgiye değer bir “özel” savaş olduğunu söylemek mümkündür. Burada “özel”, kendine has anlamında da ele alınabilir. Zira mesela Moskova’da yaşayan birisi için savaş durumu, çok da günlük yaşamının bir parçası değildir. Aynı şey, Kiev için de söylenebilir. Kiev’de günlük yaşamın Moskova’daki kadar rahat olmadığını söylemek mümkün elbette. Ama yine de bilindik savaş sahnelerinden uzak olduğunu söylemek de çok zor olmasa gerek.
Oysa Kiev’den çok, Moskova ile Washington’daki savaş yansımalarını karşılaştırmak daha doğru olurdu. Bunu düşünüyorsanız, bence de haklısınız.
Ama savaşın bu özel hâli de bu sonuca yol açıyor. Savaş, aslında Ukrayna’da yaşanıyor. Savaşın iki cephesi olan NATO-ABD ile, Rusya ve Çin sanki savaştan çok uzakmış gibi bir gündelik yaşama sahne olmaktadır. Ama ABD, savaşı Ukrayna eli ile yürütüyor ve Ukrayna, eşine az rastlanır bir “salaklıkla”, kendi kıymetini, kendini kukla olarak kullanan efendilerinin hizmetine daha fazla girmekle artıracağını sanıyor.
Sömürgeleşmek, çağımızda yeni “özel” biçimler alıyor; sömürgeleşmek, aynı anda kukla olmak anlamına da geliyor.
Bizim ülkemizde kuklalaşma sürecini, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında yakinen biliriz. Ama Ukrayna’daki süreç, sömürgeleşmenin modern biçimi, bir çeşit “varlığın içinin boşalması” şeklinde ilerliyor. Sanki önceleri daha uzun süre alan bu süreç, şimdi, önce “ruh”un emilmesi ile çok daha hızlı hâle getiriliyor. Tıpkı IŞİD’in bir anda, kafa kesme operasyonları ile reklamını yapan Batı medyasının, onun “devlet” ilanını gizli veya açık tanımasındaki hız gibi. Her ikisi de, emperyalizmin, modern tekelci kapitalizmin ne kadar çürümüş ve elini değdirdiği şeyi de ne denli hızla çürütmekte olduğunu göstermektedir.
Çürümedir bu.
Ukrayna, Neonazilerin ellerine, son derece hızla geçti ve kuklalaştı. NATO ve onun yerli ortakları, katliamlara başladılar ve bu yolla, Rusya’yı “hırpalamak” pahasına, kendi ülkelerini savaş alanı hâline getirmekten çekinmediler.
ABD-İngiltere ve NATO’nun, dünyanın efendilerinin bunu istemesi anlaşılmaz değildir. Ama bir ülkenin kendini bu noktaya getirmesi, kendi topraklarını savaş alanı, kendi halkını da savaş hedefi hâline getirmesi, büyük ölçüde “özel” olarak adlandırılabilir.
Oysa Rusya’nın “özel askerî operasyon” demesi, daha farklı nedenlere dayanıyor. Muhtemelen, Ukrayna savaşı denilmesini kabul etmiyor ve Rusya ve Ukrayna arasında bir savaşı düşünmüyor. Ve yakın zamana kadar, Batı medyası, Rusya-Ukrayna savaşı demeyi sürdürdü. İsrail’e dönük Hamas saldırısı ve ardından, Biden, “iki cephede savaşı götürebilecek kapasitede olduklarını” ifade etti. Yani Biden, savaşın yeni cephesi, Ortadoğu’da, planladıklarından önce patlatılınca, savaşın eski cephesine, “Ukrayna-Rusya savaşı” demek yerine, onun kendi savaşları olduğunu kabul etti.
Artık savaşın adı konulmuş oldu ve bu yaklaşık 1,5 yıl sürdü. 1,5 yıl sonra, ABD, Rusya ile NATO üzerinden savaşta olduğunu kabul etmek durumunda kaldı.
Rusya, hâlâ, Ukrayna’daki müdahaleye, “özel askerî operasyon” demeyi sürdürüyor. Bu Ukrayna halkına karşı topyekûn bir savaş yürütmeme iradesini de göstermektedir. Ama artık savaş daha kapsamlı bir savaştır ve öyle anlaşılıyor ki Rusya, bu savaşı belli ölçülerde kontrol edebilir durumdadır.
Buraya kadar bile, açıktır ki, sadece Ukrayna üzerinden konuşarak, savaşı anlama, durumu kavrama noktasından çok uzaktayız.
Sadece, açık hâle gelmiştir ki, savaşın Ukrayna sahasında bile lokalize edilmesi (Ukrayna’nın her yerinden bu savaşı hissetmek günlük yaşamda izlerini görmek mümkün değildir. Bazı yerlerde savaşı günlük yaşamın içinde hissetmek olanaklı değildir demek abartı olmaz.) gerçekte savaşın dünya çapında sürdüğü gerçeğini örtmemelidir. Ukrayna’daki savaşın bu açıdan özel bir hâli vardır ve Rusya, savaşı tüm Ukrayna’ya yaymamak için dikkat harcamaktadır.
1
Savaş, gerçekte, başta beş emperyalist ülke olmak üzere, Batılı emperyalist güçler arasında başlamıştır. Bu beş emperyalist ülke, ABD, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa’dır. Diğerleri daha az önemli idi. Hep öyle olacağı anlamına gelmez.
Bu Batılı emperyalist dünya, dünyanın yeniden paylaşılması için, ABD hegemonyasının bitişini hedef alarak, kendi konumlarını güçlendirmeye, SSCB çözülür çözülmez başlamışlardır. SSCB yoksa, artık, emperyalist dünyanın başında ABD gibi bir “hoyrat şef”e ihtiyaç olmadığı fikri, elbette sır değildi. Ve bu savaş, ekonomik alanda başladı. Volkswagen’e karşı ABD’nin kestiği cezalara karşı, Google’a Almanya’nın kestiği cezalar devreye giriyordu. Bu konuda hafızasını tazelemekte zorluk çekenler, biraz olsun eski gazete haberleri arasında dolaşırlarsa, epeyce veriye ulaşacaklardır.
Avustralya ile Fransa arasındaki askerî denizaltı anlaşmasının nasıl İngiltere ve ABD hamleleriyle ortadan kaldırıldığını bulun ve okuyun.
Ama sanırım, Merkel’in dinlenmesi sürecinin bizzat Alman istihbaratınca patlatılması ya da Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” şeklindeki tarihe geçecek sözlerini ya da benzer politik olayları herkes hatırlayacaktır.
Bu süreç, sadece masa başında, gizli odalarda, istihbarat teşkilâtları arasında yaşanmadı. Aynı anda, savaş bölgesel savaşlar biçiminde de sürdü. ABD, Irak, Afganistan işgali ile işe başladı. NATO, Afganistan’da tam teşekküllü ama Irak’ta daha az istekli üyelerle arkasındaydı. Her iki savaş da ABD için yeni mevziler tutmak, rakipleri olan Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa’ya karşı avantajlı olduğu askerî alandan engellemeler gerçekleştirmek istiyordu. Paylaşılacak alanların çevrelenmesi için mevzi tutuyordu. Ama her ikisi de, tam istenen sonuçları vermedi. Evet, ABD, aslında tam anlamı ile kaybetti denilemez ama kazandı da denilemez hâldeydi. Irak, birçok uzman tarafından, giderek İran etkisine açık bir alan olarak ele alınmaya başlanmıştı. O kadar ki, ABD zaferi İran’a mı yaradı soruları dahi soruluyordu. İran’ın artan etkisi bir gerçek olmasına rağmen bu görüşe katılmıyor olsak da, bu hamlelerin ABD’nin derdine ilaç olmadığını söylemek mümkündür. Nihayetinde, savaşın sonu gelmeden, kimin ne kazandığına karar vermek acelecilik olur. Ve öyle anlaşılıyor ki, savaşın başındayız.
Bu savaşın başı ile sonu arasındaki süre, eğer savaşın başlamış olduğunu kabul etmezsek, görünen o ki, çok uzun olmayacaktır. Savaşın zaten başladığını söylemek mümkündür. Sakıncası da yoktur. Bu durumda, İkinci Dünya Savaşı’ndan uzun süreceğini söylemek mümkündür. Bu açıdan, savaşın, tam bir dünya savaşı hâline gelmiş olmadığını görmek doğru olur. Diğeri, savaş zaten başlamıştır, elbette bir vurgudur.
ABD, Afganistan ve Irak savaşları ile derdine çare bulamadı. Neydi derdi? Derdi, hegemonyasını sürdürmek, ABD hegemonyasının çözülmesini önlemek. İyi ama Batı, eski ortakları, neden bu hegemonyayı, eskisi gibi, SSCB varmış gibi kabul etsinler? Etmek istemezlerdi elbette. Bu nedenle, Libya dosyası açıldı ve AB, ağzına çalınan bu bir parmak bal ile, ABD’nin planlarına tekrar rıza göstermeye yöneldi. Bu noktada, en çok siyasal olarak Fransa’nın, ekonomik olarak ise Almanya’nın hamleleri vardı.
Libya’nın ardından, sıra Suriye’ye geldi.
Suriye, “pandoranın kutusu” oldu.
Suriye savaşı, 2011’de patlatıldı. Ortak NATO operasyonu idi. Bu kez öne çıkan ülkeler, ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar oldu. Suriye, kolay lokma sanıldı. Ama hayat kimseye, bir cuma sabahı yola çıkıp, öğlen namazını Emevi camiinde kılma hayalini bu denli kusar gibi söyletmemiştir. Davutoğlu ve Erdoğan ikilisi, ağızlarının salyaları akarak, ABD planlarına balıklama daldılar ve TC devleti, bir ABD tetikçisi olarak, NATO’da da özel bir rol almaya başladı. Artık AB ile ABD arasındaki farklılıklar daha net hâle gelmekteydi. Ekonomisi AB’ye bağlı olan Türkiye, siyasal olarak bağlı olduğu ABD’nin tetikçisi olarak, aslında kendi ekonomisini tahrip etmekte örnekler yarattı. Savaş ve ganimet, Türkiye egemenlerinin çok ilgisini çekti. Kanlı kârlar, soslu et hesabı daha iştah açıcı göründü tekellere. Zaten efendileri de bunu istiyordu. Bugün, Epstein dosyasında ortaya çıkan çocuk ticareti, organ ticareti ve köle yetiştirme programında yer alan 48 bin Türkiyeli çocuğun varlığı, işte bu siyasete, bu yağma-rant ve savaş ekonomisine bağlıdır.
2
Suriye savaşı, nihayetinde Rusya’nın sahaya indiği an oldu. Ve o tarihten başlayarak, ABD savaşın rotasını değiştirmeye yöneldi.
ABD, eski ortakları olan AB ve Japonya’yı yeniden kendi denetimine almak için, NATO’yu finansal açıdan desteklemeyeceğini Trump ağzından kükreyerek söyledi. Ama fazla işe yaramadı. ABD, bu arada, yükselmekte ve dünya pazarına kendi markaları ile girmekte olan Çin’e karşı önlemler almaya, “America First” sloganını yükseltmeye başladı. Trump’ın, meşhur Meksika sınırına duvar örmesi girişimi de bunun bir parçasıdır. Zira ABD, kendi içinden, mesela Teksas’ın ayrılmak isteği gibi bir sürecin yaşanabileceği ihtimaline önlem alıyordu. Doğru ya da yanlış, duvarın, bunu nasıl önleyeceğini kimse bilemedi. Ve duvar, Meksika’dan gelen göçmen akınını önleyemedi. Şimdi, hava ile tokalaşma uzmanı Biden, duvarın yerine bir kanal öneriyor ve kanalda timsahların yüzdürülmesini planladığını söylüyor. Böylece, sınırı geçeni timsahlar yesin, diyor. Bunu ciddiye almalıyız, zira TC devleti, bu tip projeleri duyar duymaz harekete geçer. ABD’den gelen her fikir, onlar için kutsaldır ve hemen harekete geçiricidir. Mesela Suriye sınırına kanal yapıp, içine timsah atmaya kalkarlar. Meksikalılar, timsahların kolay avlanabileceğini söylüyorlar.
Suriye savaşı ile birlikte, ABD kendine yeni bir yol daha çizmeye başladı.
Eski ortaklarını kendi denetiminde tutmak istiyordu.
Önce, radikal İslam’ı kullanmak istediler. Avrupa’da, başta Fransa olmak üzere çeşitli eylemler organize edildi ve doğrusu IŞİD eli ile yapılmış bu eylemlerin CIA eylemleri olduğunu bilmeyen yoktur. Ama radikal İslam, Avrupa’da bir korku yaratsa da, ABD’nin eski ortaklarının ABD hegemonyasını eskisi gibi kabul etmelerine olanak tanımadı. Yani demek ki zayıf kaldı.
İşte Ukrayna hazırlığı o zaman başladı.
Ukrayna, 2014’te darbe ile ele geçirildi ve ardından, azgınca katliamlar, çocuk öldürmeler, insan yakmalar devreye sokuldu. AB, bunu önlemek, buna dur demek yerine sessizliği seçti ve ABD’nin yardımcısı oldu. İngiltere açık olarak devreydi.
Rusya, 2022’nin şubatında, Ukrayna askerî operasyonunu başlatınca, Avrupa’nın, ABD tarafından teslim alınması, birkaç ay bile almadı. Avrupa, Biden’ı “welcome” haykırışları ile karşıladı. Macron, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” teşhisini koyan doktor olmaktan çıktı ve süt dökmüş kedi gibi boynunu bükmüştür. Almanya, her nasıl korkutulmuş ise, büyük bir istekle savunduğu Kuzey Akım 2 projesinin ABD tarafından sabotaja uğratılmasına neredeyse sevinmiştir. Japonya, aynı biçimde kontrol altına girmiştir. Ve ABD, “eski lider”liğine kavuşmuş edasıyla, Ukrayna savaşında, her yolla Ukrayna’ya silah yığmaya başlamıştır. Ve nihayetinde, bugün, İsrail’e gerçekleşen Hamas saldırısı sonrasında, Ukrayna’da cephede olduklarını açıkça kabul etmiştir.
Savaş, bu aşamadan sonra, ABD önderliğinde NATO ile Rusya ve Çin ittifakı arasında bir savaş hâline geldi.
3
Savaş, gerçekten de ABD-NATO güçleri ile, Rusya ve Çin arasındaki bir savaş hâline gelmeye başladı. Ama burada duracağı kesin değildir. Değildir, çünkü hayat akmaya devam ediyor ve her gün yeni gelişmeler cepheleri farklılaştırıyor.
ABD neden savaşı Rusya ve Çin’e karşı savaşa çevirdi?
Bunun başlıca iki nedeni var.
İlki şudur: ABD, kendi hegemonyasını sürdürebilmek için, tek yol olarak ancak ve ancak diğer emperyalist rakiplerini eskisi gibi kendi denetimi altında tutacak bir araç bulmak istiyordu. Ukrayna süreci, tüm Avrupa’yı teslim alması için büyük bir olanak sağladı. Yine Amerikalı, Avrupa’nın kurtarıcısı oldu. Hem de Normandiya’dan havalı bir çıkış da yapmadan. Onun yerine, Ukrayna topraklarında Naziler eli ile kan dökerek. Kendilerini ABD için feda etmesi beklenen Norveçliler ve Danimarkalar, Hollandalılar yerine, rolü Ukraynalılar aldı ve kendilerini feda etmek için histerik bir istekle, çocuk kanı dökmekte tereddüt etmediler. Ve Avrupa, kendi topraklarını savaş alanına çevirmek için Ukrayna’nın kukla yöneticilerinin oynadığı oyundan çok etkilendi, yerlere kadar eğildiler ve bir daha başlarını kaldırmak istediklerinde, ABD’nin ellerini başlarının üzerinde hissettiler. ABD, daha savaşın ilk gününde bir zafer elde etmişti. Avrupa’nın her yeri Amerikan askerleri ile dolduruldu. Avrupa, işgal edilerek, daha güvenli hâle mi geldi?
Böylece, ABD hegemonyası, “mecburen” AB tarafından, “gönüllüce” ve “kendi güvenlikleri için” kabul edilmiş oldu. Artık bu beş emperyalist güç arasındaki savaş, bu yeni durum altında, üstü örtülü olarak sürmek zorundadır.
Bunun bir de kendisi kadar önemli bir sonucu da var. ABD, bu yolla, savaşı, tıpkı ilk iki dünya savaşında olduğu gibi, kendi topraklarından uzak bir alanda yürütmek istiyor. Birinci Dünya Savaşı ABD topraklarında olmadı. İkincisi de. Bunun faydasını çok gördüğünü söylemek mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki ABD, Ukrayna savaşı yolu ile, AB’de örtülü bir işgale varan bir yerleşim gerçekleştirmeyi başarabildiği ölçüde, savaşı da Avrupa’da kabul edebileceğini düşünmektedir. Hayatın böyle akıp akmayacağı ayrı bir konudur. Zira kıtalararası füzeler vb. artık var. Yani bu savaş, nükleer bombaların olmadığı bir dünyada yaşanmayacak.
Bu gerçeğe rağmen, ABD’nin buna hazırlık yaptığı, Avrupa’da Rusya’ya karşı bir duvar diktiği söylenebilir.
İkincisi, ABD, savaşı, Rusya ve Çin’e karşı bir savaşa çevirdi. Bunun için, emperyalist Batılı ortaklarını sadece tehdit etmedi, onlara bir de “havuç” hayali verdi. Bu hayal, Rusya ve Çin’in yenilerek sömürgeleştirilmesi. Bu öyle bir hayal ki, ekonomik kriz içindeki emperyalist dünya için bu, altına hücum, Hindistan’ın “keşfi”, Amerika kıtasının “keşfi”, sınırsız sömürgecilik ve yağma dönemi anlamına geliyordu. Ve hâlâ da bu hayali canlı tutmaya çalışıyorlar.
Çalışıyorlar diyoruz ama şimdiden Alman burjuvazisi, ABD bizi “deindustrializasyon” sürecine soktu, keşke Putin konuşulabilecek birisi olsa, gibi yakınmalara başlamıştır bile.
4
Bu süre içinde, ABD, İngiltere ve NATO, Rusya’nın çoktan yenileceğini öngörüyordu. Rus ekonomisinin yaptırımlar karşısında diz çökeceğini öngörüyordu.
Dahası, Çin ile Rusya’nın birbirinden uzaklaşacağı fikrine sahiptiler.
Her ikisi de gerçekleşmedi.
Anlaşılan, karşı taraf, efendilerin bu öngörülerini önceden hesaba katmış gibidir. ABD Doları’nın rezerv para olması durumunun yaratacağı tehlikeleri öngörmüş ve kendi önlemlerini almakta tereddüt etmemişlerdir.
Rusya, muhtemelen birkaç aylık bir yaptırım etkisinin ardından, hem hazinesini daha da güçlendirerek hem de ekonomik olarak büyüyerek sürece karşılık verebildi. Dahası, IMF, Rusya’nın, 2024 büyüme tahminini, 1,3’ten 2,6’ya çıkartmıştır. Ve yine bildiğimiz kadarı ile, Avrupa’nın, işsizliği en düşük ülkelerinden biridir.
Üstelik Batı, topluca Rusya’nın Batı’daki varlıklarına el koymaktadır ve Rusya henüz böylesi bir yanıt vermiş dahi değildir.
Öte yandan Çin, Davos’ta, tüm yalıtlama ve Rusya’ya karşı tutum alma süreçlerini reddetmiş ve net tutum almıştır.
Demek ki savaş, ABD ve NATO tarafından öngörüldüğü gibi sürmüyor.
Ukrayna’daki sivil kayıpların azlığı, Gazze’deki soykırım düşünülürse, Rusya’nın hanesine yazılacak bir artı olarak ortada duruyor.
Rusya ve Çin, sömürge olmayı kabul etmiyor.
Elbette bu durum, her iki ülkenin de eski sosyalist geçmişlerine gönderme yapmak zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Rusya ve Çin, kuşkusuz sosyalist değildirler. Ama bu süreç nedeni ile zorunlu olarak da olsa sosyalist geçmişlerine yaptıkları her vurgu, emperyalizme karşı direniş tarihini yeniden canlı hâle getirmekte iş görmektedir, kıymetlidir.
5
Gazze savaşı, İsrail’in Filistin’de ortaya koyduğu soykırımının bir yeni aşamasıdır.
Öyle anlaşılıyor, ABD-İngiltere-İsrail, ortaklaşa, İran’a bir saldırı planı yapmışlardı. Yapmışlardı diyoruz, çünkü en azından bunun tarihinin değiştiği, planın ortaya çıktığı açıktır. Bu nedenle, planın tümü ile rafa kalktığını söylemek mümkün olmasa da, bazı değişikliklere uğradığını düşünüyoruz, bu nedenle “yapmışlardı” diyoruz. Yoksa hâlâ bu planları devrededir.
Öyle anlaşılıyor, 2024 yılının baharında, İsrail, bir bahane ile İran’a saldıracaktı. Bu plan, Hamas’ın, İsrail’e saldırısı ile bir anlamda, erken patladı. Durumun ne kadar değiştiğini söylemek o kadar kolay değil. Savaş daha sürmektedir.
Ama eğer bu plan işleseydi, ABD ve İngiltere devreye girmeden önce, muhtemelen, Azerbaycan üzerinden ya da Kafkaslardan İran’a bir saldırı daha gerçekleşeceği düşünülmüş olmalıdır. Nereden çıkartıyoruz? Elbette bilemeyiz ama TC devletinin, IŞİD’li, Afganistanlı bazı savaşçılara, ayda 2 bin dolar maaşla, TC yeşil pasaportunu vererek, çeşitli ülkelere gönderdiğini biliyoruz. Bu süreç, bir emekli asker tarafından, sanırım YouTube’da açık olarak detayları ile anlatılmaktadır. Buradan biliyoruz ki, Avrupa’ya da gönderilen böyle “çeteler” var ama en çoğu, Gürcistan üzerinden çıkış yapmıştır. Sayılarının binlerce kişiyi bulduğu söyleniyor. İşte Azerbaycan üzerinden saldırı görüşü, bu sürece dayanıyor. Azerbaycan üzerinden İran’a bir saldırı ortaya çıktığında, bu durum TC’nin de savaşa (İran’a karşı) girmesi için bir kolaylaştırıcı olacaktır. İşte, Erdoğan’ın yeniden “görevlendirilmesi”nin nedeni, bu savaş planlarıdır. Mesela TC devletinin, bugün, Gazze’de soykırım yaşanırken, ekonomik ve askerî ilişkileri kestiğini düşünün ve ardından, Erdoğan’ın neden “seçilmiş” olduğunu tekrar düşünün.
İşte Gazze’den Hamas eli ile yapılmış olan saldırı, gelişen direniş, sürmekte olan soykırım, bu savaş senaryolarında bazı değişikliklere yol açmış olabilir. Bunu elbette biz bilmiyoruz, bilmemiz de mümkün değil.
Ama Ukrayna bir cephe ise, Ortadoğu, ABD’nin hava ile el sıkışan marifetli lideri Biden tarafından, ikinci cephe olarak adlandırılmıştır.
Ve bu ikinci cephe, daha zorlu bir cephedir.
Bugün, bu ikinci cephede, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Kürdistan’da, Yemen’de, Türkiye’de, İran’da, Lübnan’da, İsrail’de savaş etkisini göstermektedir. Yani aslında savaş bölgeyi sarmaktadır.
Tam da bu noktada, BRICS’in genişlemesinden söz etmenin yeridir. BRICS, İran, Etiyopya, Mısır, Suudi Arabistan ve Katar’ı alarak genişlemiştir. Evet, BRICS bir askerî pakt değildir. Ancak bu durum, ABD hegemonyası, hatta onunla birlikte Batı hegemonyası dışına çıkmaya başlamış olan bir dünyanın oluşmakta olduğunu göstermektedir. BRICS ekonomisi, şimdiden G7 ekonomilerini geride bırakmış durumdadır.
Ve Çin’in Ortadoğu pazarında geliştirdiği ilişkiler, ABD dışında bir dünyanın oluşmakta olduğunun da kanıtıdır. Bu durumu, detaylıca ele alacak değiliz ama şu sonuca varabiliriz: Tek kutuplu Batı dünyası artık bitmiştir, elbette Batı dünyası orada duruyor ama artık tek kutuplu değildir dünya. Bu nedenle, süreç, tüm bu savaş hamlelerine rağmen, ABD aleyhinde işlemektedir.
İşte ABD’nin, NATO şemsiyesine sarılmasının bir nedeni de budur.
Elbette bu durumda ABD’nin saldırganlığı durmayacaktır. Bundan emin olunabilir. ABD, hegemonyasını kaybetmektedir ve bu durum, öyle sindirerek kabul edeceği bir durum değildir. Tersine, efendi, kendi hegemonyasını, kendi cenneti olarak görür.
6
ABD saldırganlığı, bugün, başlıca 5 noktada ortaya çıkmıştır, çıkacaktır. Elbette, bu 5 nokta, ABD için bir sınır değil. Değil çünkü ABD’nin, saldırmak söz konusu olduğunda, denemeyeceği hiçbir yer ve nokta yoktur.
Bu noktalardan biri Ukrayna’dır. Biliyoruz. Ve Ukrayna topraklarında savaş, aslında NATO’nun yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Ukrayna en son, Ukraynalı esirlerin olduğu uçağı düşürmüştür, pazar yerlerini bombalamıştır vb. Aslında bu Ukrayna’da NATO’nun, ABD’nin, işinin bitmediğinin de kanıtıdır. Yenilmişlerdir ama Rusları oylamak için kaç Ukraynalının öleceğinin bir önemi de yoktur. Ve savaşa devam edeceklerdir.
İkinci cephe zaten açıktır, Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da, savaşın elinin değmediği yer kalmamış gibidir. Türkiye ve İsrail’in saldırmadığı, ABD ve İngiltere’nin kundaklanmadığı yer yoktur Ortadoğu’da. Ve öyle anlaşılıyor ki, ABD-İsrail-İngiltere, İran’a karşı savaş için yollar aramaktadır. ABD, bölgeye savaş gemilerini yığmıştır.
Ancak buna karşılık, iki gelişme ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, İran, Rusya ve Çin ortak tatbikatıdır. Bu tatbikat, belli ki, İran’a karşı saldırı ihtimalini önlemek için devrededir. Caydırıcı olması beklenendir.
İkinci gelişme ise, Rusya ile İran arasında bir askerî anlaşmanın, kapsamlı bir askerî anlaşmanın imzalanması için oldukça yol alınmış olmasıdır.
Öte yandan ise, İsrail, tüm şiddeti ile Filistin soykırımını sürdürmekte, Lübnan’a saldırmakta, Suriye’ye saldırmaktadır. Aynı konularda, TC devleti ile gelişmiş bir işbirliği vardır. Türkiye, kürsüden İsrail’e sayıp söverken, aslında arka tarafından İsrail ile her türlü işbirliğini sürdürüyor.
Üçüncü saldırı noktası, henüz açılmamış cephelerdendir, Tayvan’dır. Tayvan, özellikle Çin’e karşı ABD’nin saldırı alanı olarak düşünülmektedir. Çin’in bu konudaki tutumu ya da Tayvan sorununun gerçekte ne olduğunun bir önemi yoktur. Vardır ama ABD açısından tüm bunlar birer bahanedir.
Dördüncü cephe, Kafkaslar gibi görünmektedir. Kafkaslarda sürekli olarak ABD’nin bir arayışı olduğunu zaten biliyoruz. Kaldı ki Kafkaslar, İran’a karşı saldırı için, kuzeyden kullanılabilecek bir alan olarak da görünmektedir.
Beşincisi, Karadeniz’dir. ABD, Ukrayna’da kaybettikçe, İngiltere ile birlikte, Karadeniz üzerinden askerî hamleler yapmaya yönelecek gibidir. Bunun belirtileri, Boğazlar ile ilgili hukuku delme girişimlerinde ortaya çıkmaktadır.
Elbette ABD, dünyanın her alanında, her yerde, sorun ve gerilim çıkartmakta bir beis görmez, her türlü gerginlik ve savaş kundakçılığını yapmaktan kârları vardır. Bu nedenle, bugün öne çıkan bu beş nokta, yarın bir başka nokta ile beslenir.
7
Öyle anlaşılıyor ki ABD, hegemonyasını kaybetmemek için, her türlü hamleyi göze alacaktır. Bu da savaşın daha da büyümesi demek olacaktır.
2024 yılının kasım ayında ABD seçimleri var. Bu seçimlerin öncesinde, eğer bir şey yapacaklarsa, muhtemelen bunu kısa zaman içinde yapacakları beklenmelidir.
Biliyoruz, sonuçta savaş, emperyalist efendilerin her zaman çıkarınadır.
Savaşı önleyecek tek şey, aslında, dünya çapında işçi sınıfı hareketinin ayağa kalkması, dünya halklarının kendi kaderlerini kendi ellerine alma girişimidir. Savaşı, savaşan her ülke için iç savaşa çevirme devrimci taktiği, bugün, savaşı önlemenin, bu savaş sürecinden bir sosyalist devrim çıkışı yaratmanın tek yoludur.