Rusya Federasyonu’na karşı Ukrayna üzerinden verilen hibrit savaş, Avrupa’nın ABD’deki neocon yönetimin dikte ettiği bir ‘kayıp kıta’ olduğunu ortaya serdi. Neoliberal anlatının patronu, NATO vasıtasıyla ABD’dir.
Ukrayna’ya jet hızla AB üyeliği vermek fikri artık somutlanıyor. Avrupa Birliği’nin kötü bir şakaya dönüşmesi için yeterli. Nüfusunun yüzde 30’a yakınını oluşturan Ruslar ve Rusça konuşanların kimliklerinden nefret eden, dillerini konuşup öğrenmelerine sınırlama getiren, Donbass’ta sekiz yıl üzerlerine neonazileri salmış, bugünkü savaş koşullarını bahane ederek kendi insanlarını çoluk-çocuk demeden ‘yağma’ gerekçesiyle direklere ve ağaçlara bağlayan, siyasi partileri yasaklayan, başlarındaki komedyenin neonazi savaşçıları için ‘neyseler o’ dediği bir yapı. AB değerleriyle ne şahane bir uyum!
Ancak zaten AB üyeleri olarak aidiyetleri Batı bloğuna olan İsveç ve asıl Finlandiya’yı askeri ‘tarafsızlıktan’ çıkarıp resmen NATO üyesi yapmak daha da kötü bir şaka. Hepimizi topyekün kabusa uyandıracak olası sonuçlarına işaret ediyor.
Bu yayılmacılık Ukrayna’yı Rusya Federasyonu’na karşı ustaca kullandı. Bugün BM onaylı Minsk anlaşmasından bahseden yok. İşlerine gelmiyor… 2014’te Kiev’deki darbeyle açtıkları bu yol, bu ülkenin SSCB’nin parçasıyken hediye edilmiş Kırım’dan olmasıyla sonuçlanmıştı. Kiev, Donbass’ın geniş kesimlerinin kontrolünü de aşağılayıcı biçimde yitirdi. Faciadan Minsk anlaşmalarıyla dönüldü. Rusya Federasyonu, Donbass meselesini Ukrayna’nın devlet sınırları içinde çözmeye çalıştı, Donetsk ve Lugansk’ın bağımsızlıklarını tanımadı. Minsk’i öldüren ABD desteğiyle NATO üyeliği vaad edilen Kiev oldu. Minsk’in mimarları olarak en başta Almanya ve Fransa da seyrettiler. Tıpkı Banderist aşırı sağ Kiev’de siyaseti ele geçirip güvenlik servislerine entegre edilirken izledikleri gibi. ABD ve NATO Kiev’i 16 Şubat 2022’de ilk saldırılarına teşvik ederken Avrupa burnunun dibindeki savaşı da hesap edemeyip 24 Şubat’ta başlayan Rusya’nın harekatını buldu.
Yayılmacılığın adını ‘açık kapı politikası’ koyup savaş ve çatışma için her şeyi yaptıktan sonra histeri estirerek yeni yayılmacılık için zemin oluşturmaktaki kibir inanılmaz.
Sıra İsveç ve Finlandiya’da. İroniktir, iki ülke de NATO’nun savaşlarında, Yugoslavya’da, Afganistan’da rol oynadılar, Irak’ta da zımni destek verdiler. İsveç; dünyada yeni sömürgeciliğin başlattığı savaşları bitirmek için ‘barış endüstrisi’ yaratırken, diğer yandan yetkin bir silah sanayine sahip ülke. İşin aslı, Batılı elitler Rusya’ya karşı bu hibrit savaşta bir parça denge güdüp İsveç’i alıp Rusya’nın burnunun dibindeki Finlandiya’yı rahat bıraksalar yeridir. Bu hegemonya hırsıyla zor.
Asıl zorlama girdabındaki Finlandiya. Tarihin ironisi bağımsızlığını SSCB ve Lenin’e borçlu olan Finlandiya’nın egemenleri İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Nazizme sempati besleyip komşularıyla savaş deneyimi de yaşamalarından ötürü, bunca yıl ‘tarafsızlıklarını’ korumuşlardı. Şimdi Rusya’nın burnunun dibinde NATO üsleri, askerleri ve nükleer stoğu koymayı da göze alarak bu ‘tarafsızlığı’ çöpe atmanın eşiğindeler. Finlandiya’nın elitleri tartışmışlar bir mucize olmazsa bu hafta İsveç’le birlikte NATO başvurusu ilan edilecek.
Finlandiya, Ukrayna’nın aşırı sağcı rejimi gibi Rusya Federasyonu’na saldırmayı düşünmüyorsa eğer, kendisini hedef haline getirecek bir yola neden yöneliyor? Finlandiya’nın NATO’nun ‘Barış için Ortaklık’ mekanizmasındaki temsilcisi Klaus Korhonen, daha geçenlerde Rusya Federasyonu’ndan doğrudan herhangi bir askeri tehdit görmediklerini belirtmişti. Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö’nün rahatsızlığı açık, krizin başından bu yana Rusya’dan tehdit görmediğini dile getirdi. Kendisi NATO üyeliğine alternatif olarak ABD ve İsveç ile savunma ilişkilerinin güçlendirilmesi teklifinde de bulunmuştu. Fakat ülkede tıpkı komşu İsveç gibi son dönemin Amerikan modeli kadın başbakanları var. Ve histeri yayan bir ana akım medya.
İtiraz eden sadece komünistler. Finlandiya Komünist Partisi lideri Juha-Pekka Väisänen, büyük güçlerin çatışmasından uzak durmaları gerektiğini belirtiyor, Rusya’yı düşman değil komşu olarak gördüklerini söylüyor. İsveç Komünist Partisi lideri Andreas Sorenson, militarizm ve NATO propagandalarının tehlikesine dikkat çekip “NATO üyeliğine karşıyız, buna salt İsveç emperyalizmini değil aynı zamanda NATO, AB, ABD emperyalist bloğunu sağlamlaştırdığı için karşı çıkıyoruz’ diyor. Anketler ana akımın gölgesinde kaldıklarına işaret ediyor.
Avrupa’da İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği girişimiyle ile yeni gözde söylem ‘Putin şantajında başarısız oldu’. Bu yayılmacılık karşısında kim, ne yapabilir? SSCB’ye karşı kurulmuş, çözülünce varlık sebepleri üretmiş, dünyanın pek çok yerine el atmış NATO’yu sorgulamak ancak solcuların haddine! NATO ‘genişler’, Afganistan’da ABD’nin savaşına ortak olup 20 yıl hüküm sürüp sonra insanları Taliban’ın insafına bırakıp çekilebilir. Libya’yı ‘sivilleri koruma’ bahaneli müdahalelerle parçalayabilir. Ama NATO ‘yayılmıyor’, ‘genişlemiyor’ fakat ‘özgür ülkeler seçimlerini yapıyorlar’.
Türkiye veto edebilir mi?
Edemez. Çünkü ekonomik/siyasi açıdan bağımlı ülkelerin bağımsız politika gütmelerine mümkün değildir. NATO, ABD hegemonyasındaki neoliberal modelin askeri yüzü. Ülkelerini bu modelin parçası kılmışların en fazla ‘pazarlık’ hakkı bulunur. Aksinin bedelleri vardır.
Bu yüzden Ankara önce ‘Libya’da NATO’nun ne işi var’ deyip sonra İzmir’i Libya operasyonlarının merkezi kılmıştı. Bu yüzden birkaç yıl önce Doğu Avrupa ve Baltıklar için ‘savunma modeline’ minik bir itiraz getirilip sonra onay verilmişti. Şimdi pazarlık zemini için “Olumlu bir düşünce içinde değiliz, İskandinav ülkeleri terör örgütü misafirhanesi gibi” deniliyor. Yanıt Beyaz Saray sözcüsünün “Türkiye’nin pozisyonunu netleştirmek için çalışıyoruz” cümlesine gizli.