Yolsuzluk, yasadışı yollardan zenginleşme, hırsızlık, talan, yağma düzenini, yani büyük ve esas resmi görünür kılmaya vesile edilebilecek bir olayı “Müslüman görünüp günah işleyen” söylemine sıkıştırmak, etekleri alev almış bir iktidara arayıp da bulamadığı serin havuzun yolunu göstermeye benziyor.
Aslında lüks bir otomobilde burnuna kokain çeken nevzuhur zengin AKP’linin izini sürmek bizi büyük resme götürebilir. Büyük resim iktidar partisi mensuplarının küçük taşra kasaba ve şehirlerinden yolsuzlukla, yasadışı kazançla yola çıkıp merkeze nasıl uzandıklarını ve birkaç kişiden değil, geniş bir kesimden oluştuklarını gösterir. Peki paranın izini kim sürebilir?
Hakiki bir muhalefet yoksulların, açların sesinin sokaklarda uğultu halinde dolaştığı bir dönemde zenginliklerine zenginlik katan, kendilerine yönelik öfkeyi dini ve milliyetçi söylemle, yetmediğinde devletin zor aygıtlarıyla defeden bu kesimin arkasında devasa bir ağın olduğunu ortaya koyabilir.
Zira Ayvatoğlu’nun kokain partisinin arkasında geniş bir ağ olduğunu iktidara yakın Akit gazetesi yazarı bile şöyle itiraf ediyor: “Onu kullanan ağababalarına bakın, çevrenizde ve her yerdeler.”
Peki ortalık yıkılırken muhalefet nasıl bir hattan ilerliyor?
Özel olarak diktirip giydikleri ilkokul önlükleriyle “Andımız” seremonileri yapan, memleketin en büyük sorununun “eksik Türkçülük” olduğunu ima eden İYİ Partilileri bir kenara bırakalım, CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır’ın son açıklaması fikir verici olabilir.
Başarır, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a hitaben “İnsanların geçinemediğini açıklasın. Saray’ın elektrik, internet, doğalgaz, su faturalarını açıklasın. Saray’ın yıllık 3,5 milyar liralık bütçesinin haram olduğunu söylesin” çağrısında bulunmuş.
Aslında Başarır kamu kaynaklarının bir zümre lehine çarçur edilişine, yolsuzluğa ve bunun karşısındaki korkunç yoksulluğa karşı muhalefetin kendisini sıkıştırdığı apolitik alanı özetliyor. İktidardan hesap sormak yerine onu “helâl” alana davet etmek tam da her skandalı “siyasileştirmeyelim” diyerek politik alanın dışına çıkarmaya çalışan iktidarın istediği hatta çekilmek, yani muhalefet yapmamak anlamına geliyor.
Muhalefetteki mesele Başarır’la veya Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini “Kabe fotoğrafını yere sermekle” itham eden iktidara dini söylem üzerinden bayraktarlık eden Faik Öztrak’la bitmiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu son zamanlarda azaltmış olsa da, epey süre boyunca yolsuzluk suçunu “israf” göndermesiyle izah edip iktidarı dolaylı yoldan İslamcı tabanına şikâyet ediyordu.
Daha geçen hafta Kılıçdaroğlu “Kanaat Önderleri Buluşması”nda “Boğazınızdan haram lokma geçmediyse verilmeyecek hesabınız yoktur” dedi.
Peki ya Kılıçdaroğlu’nun hedef kitle olarak seçtiği kesimin iktidarın arkasında cansiperane durma nedenlerinden biri tam da o “israftan”, “haram lokmadan” kaptığı paysa?
Hukuk devleti, yasa, laiklik kavramları demode kalacağı için bir kenara bırakalım. Peki hukuki bağlayıcılığı olan “suçun” izini bırakıp hesabı öte dünyaya, ahirete bırakılan “haramın” peşine düştüğünüzde, o söylem alanına girdiğinizde, çıkıp önünüze koyabilecekleri milyonlarca içkili sofra fotoğrafı olmayacak mı? İçişleri Bakanı, Ayvatoğlu olayı üzerine yaptığı açıklamada bunu ima etti: “Anladığım kadarıyla bu mesele siyasallaştırılmak isteniyor. ‘Buradan siyasal sonuç elde edebilir miyim?’ deniliyor. Özellikle bazı milletvekilleri yapıyor. Onlara acıyorum. Ben kamuoyunda çok şey bilen bir adamım. Ama dikkat edersiniz bu tip meselelerde hiç konuşmam.”
Yani “haram”, “helâl”, “israf”, “nafaka”, “rızk”, “günah”, “sevap” gibi sözcüklerde temsilini bulan apolitik “manevi” söylem iktidarın canına minnet gibi görünüyor. Madem mesele suç değil de günah, o zaman iktidar aba altından sopayı gösterip “ilk taşı günahsız olanınız atsın da görelim” dediğinde ne yapılacak?
Yolsuzluk, yasadışı yollardan zenginleşme, hırsızlık, talan, yağma düzenini, yani büyük ve esas resmi görünür kılmaya vesile edilebilecek bir olayı “Müslüman görünüp günah işleyen” söylemine sıkıştırmak, etekleri alev almış bir iktidara arayıp da bulamadığı serin havuzun yolunu göstermeye benziyor.
Ayvatoğlu’nun milyonlarca insanın hayatı boyunca deneme turu bile atamayacağı otomobilleri peş peşe dizişine, bunun kişisel değil iktidarın etrafındaki geniş bir zümrenin içinde yüzdüğü saadetin sembolü oluşuna odaklanmayıp meseleyi “günaha” bağladığınızda, işi tanrıya havale ettiğinizde geriye iktidarın rahatlıkla feda edebileceği bir “günahkâr” veya “çürük elma” dışında hiçbir politik hamle alanı kalmaz.
Bu saadet zincirinden nemalanıp yasadışı yollarla zenginleşmiş kaç yüz bin insan var diye bakılacağına, gencin otomobiline, “bu kadar kısa sürede bu kadar arabayı nasıl alabildi” sorusuna odaklanmak bile puzzle’ın sadece bir parçasını ele alıp sallamaktan öteye gitmiyor. Oysa bugün merkezde veya taşrada, nereye giderseniz gidin iktidarın yerel örgütlenmesi etrafında öbeklenmiş ve kısa sürede semirmiş sayısız Ayvatoğlu bulunduğu sır değil.
Merkezden başlayıp yerele, büyükşehirden başlayıp ilçeye, kasabaya, köye, mezraya kadar uzanan ve “partililik” kalkanıyla “meşruiyet” zemini bulan bu çıkar grubu mensuplarına, merkez-taşra zenginlerine AKP’nin neden “göz yumduğu”, neden bunları sorgulamadığı sorusunu soranlar iktidarı olup bitenden bihaber gösteriyor.
Halbuki iktidar partisini yerelde ayakta tutan, “halka ulaştıran” temel ağlardan biri de bu saadet zincirinin tek tek halkaları. Elde edilen rantın büyük kısmı tepede pay edilirken en alttakilere de sadaka mahiyetinde “fitre-zekatlar” verildiğini ve parti ağının bu şekilde sürdürülebilir kılındığını muhalefet tespit edip göstermeyecekse kim yapacak? İki kelime ettiğinde kapısı koçbaşıyla yıkılan veya sokak ortasında saldırıya uğrayıp kalem dışında bir şey tutmayan parmakları kırılan gazeteciler mi? Yoksa hakikatin ilanı için sokak röportajlarına yansıyan açların iniltileri mi gerekiyor illa?
Yolsuzluğun izini sürmeyen muhalefet, bu geniş ve derin çıkar ağını görünmez kılıyor, bununla hesaplaşmaktan geri duruyor. Öyle anlaşılıyor ki bu da bir tercih. Nitekim 2019 yerel seçimlerinden sonra bizatihi Kılıçdaroğlu, yeni belediye yönetimlerini “devr-i sabık” (önceki yönetimin yaptıklarının hesabını sorma) yaratmama konusunda açıkça uyarmıştı.
Merkezden çeperlere doğru genişleyebildiği kadar genişlemiş, tepeden aşağıya doğru derinleşebildiği kadar derinleşmiş olan, birbirlerinin “günahlarını” da suçlarını da örten, örtemedikleri zaman devleti, iktidarı, cemaati, zaman zaman mafyayı yahut “ortak dava” söylemini arabulucu yapan bu çıkar ağı doğal olarak mevcut iktidar için canını siper etmişken, yoksullukla cebelleşen kitlelere de pudra şekerine bulanmış “helâl” muhalefet kalıyor.